18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 1 EYLÜL 2012 CUMARTES İ TUTUKLU GAZETE Sürdürülebilir Aşk Kuramı Aşk: Yasasızdır Zamansızdır Rakipsizdir Kabahatsizdir Çıkarsızdır Soner YALÇIN Soner Yalçın’dan aşk şiirleri GS Genel Başkanı Ercan İpekçi’nin, Tutuklu Gazete için makale istediği mektup bir aydır başucumda duruyor. Ne yazacağıma bir türlü karar veremedim. Şöyle: 1933’te Alman Hâkimler Federasyonu Başkanı Karl Linz’in; Hitler’in, “Yargı bağımsızlığını koruyacağız” sözüne güvenerek Yahudi hâkim ve savcıların açığa alınmasına göz yummasını yazayım dedim, sonra vazgeçtim… 1960’ta Arjantin’den MOSSAD tarafından kaçırılıp İsrail’e getirilen Nazi Adolf Eichmann’ın duruşmalarını takip edip, “Kötülüğün Sıradanlığı” kitabını kaleme alan Alman Yahudisi düşünür Hannah Arendt’in İsraillilere, “Adaleti intikam aracına dönüştüremezsiniz” diyerek karşı çıkışını yazayım dedim, sonra vazgeçtim… İktidarının dördüncü yılında faşist Mussolini İtalya’da sivil bir darbe yaptı. Aralarında İtalyan Komünist Partisi Milletvekili Antonio Gramsci’nin de bulunduğu politikacıları, aydınları, gazetecileri, “Bana suikast yapıp, iktidarı devireceklerdi” yalanıyla cezaevine attı. Dokunulmazlığı olan milletvekili Gramsci’nin başına gelenler ile CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın durumunu karşılaştırayım dedim, sonra vazgeçtim… Dostoyevski’nin iyi niyetli edebiyat dostu arka Aşk gelmez T Silivri 1 No’lu Cezaevi F2 Koğuşu İSTANBUL daşlarıyla bir araya gelip Gogol, Grigoriyev okumalarını, “Darbe yapacaklardı” iddiasıyla önce idama, sonra Çar Nikola’nın acımasıyla Sibirya’da 8 yıl kürek cezasına çarptırılmasını yazayım dedim, sonra vazgeçtim… Marks’ın, “hukukun üstünlüğü” kavramıyla haklı olarak dalga geçmesini, aşağılamasını yazayım dedim, sonra vazgeçtim… Bizim ülkemizde genel olarak “yargının siyasallaşması” kavramı kullanılır. Habermas’ın “siyasetin yargısallaşması” kavramını ele alayım dedim, sonra vazgeçtim… Kendi hukuki garabetimi; 7 ayda 2 duruşma yapılmasını, ortada hiçbir somut delil yokken, oyalamalarla 20 aydır nasıl tutuklu olduğumu, TÜBİTAK raporunu vs. yazayım dedim, sonra vazgeçtim… Tüm bunlara meslektaşlarım bir şekilde değinecekti. Tutuklu Gazete’nin edebiyat sayfasına ihtiyacı olabilirdi! Öyle hapisteyiz diye hayattan kopuk değiliz. Cezaevinde olmanın belki de tek iyi yanı, dışarıda mektupşiir yazacağınız sevdiğinizin olmasıdır. “En iyisi” dedim; “Bazı karamalarımı meslektaşlarım ile paylaşabilirim.” Ve bundan vazgeçmedim… İyi mi yaptım? Karar sizin... 14 OCAK aşkı/sonsuzluğu seçtiğim kadın; yaşamaya vakit yetmeyen, tutkulu,heyecanlı,ışıltılı kadın; ruhu,tavırları soylu, gülünçlüğe,küçüklüğe izin vermeyen, boyun eğmez,tufan kadın; iyiliğin,şefkatin,hoşgörünün mabeti, engin gönüllü,yiğit kadın; susmanın anlamını bilen, çözülmez bilmece,bilge kadın; en güzel kadın; mapustaki kış güneşi, gurbetteki kadın; kadınım… Yürek yaşın kutlu olsun. (14 Ocak 2011) Silivri Cezaevi G e c e K a d ı n d ı r Bir bilsen... Sonsuz, gönlün alanıdır gerçek kederler hep saklıdır güç bağışlayıcıdır Bir gelsen... Yıldırımlar saklı yürek mahcup sessizliğe gömülür alnımda en acı hüzün o an silinir Bir bilsen... Aşk, yalnız acıyla unutulmaz yaşamın fırtınalı geçitlerinde bir can üfleyenim çıkmaz Bir gelsen... Nice anılar gömülü ruhumda hafif ışıklara alışmış gözümde değeri bilinmemiş duygularımda soyluluk filizlenir Bir bilsen… Tutkular acımasız olur yaram hâlâ kanar çıplak kış günlerimde gece kadındır. (23.07.2011) Silivri Cezaevi aşka gidilir Aşk hırsızlıktır katili kuşkudur Aşk yara açmasını bilir de merhem sürmesini beceremez Yıkımla yok olmaz da mutluluk yüzünden yitip gider Aşk: düşüncedir Umuttur İnattır İsyandır Komünisttir bedenin dile gelmesidir aynı dili konuşmaktır Aşk olanaksızlığın aşılmasıdır aşılamayan ayrılıktır Aşkın tanığı yoktur Aşığını öldüren aşkını büyütür Ve Tanrı sadece aşkı kıskanır Erkekler: Aşkı sadece bilgi olarak bilir İhtiyacı duygu sanır Aşkını cebinde yaşatacağını sanarak Hep kendini aldatır Kadınlar: Aşkı lekesiz güzellik Kusursuz iyilik bilir Sevilmenin sevmemek olduğunu sanır Aşkını gönlünde yaşatarak Ya budala ya dahi yapar Aşk: Cezaevinde beklemektir Aşk yaşamın yeniden icat edilmesidir Tarifsizdir (16 Eylül 2011) Silivri Cezaevi Hapishaneye övgü: Yusuf Makamı Sennur SEZER ‘Çevreyle barış’mak istemeyen bakanlık Oktay EKİNCİ izimkinden başka bir kültürde, haB pishaneyi ya da masalsı söylemle ‘zindan’ı “Yusuf Makamı” diye övmek var mıdır? Bir Tanrı elçisinin bile haksız yere hapse düşeceğini kabul eden, hapiste yatana teselli gibi söylenen bu söz, adalete güvensizliğin de bir biçimi değil mi? Bir ucu Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğuna da uzansa, kültürümüzün susmayı öven yanı acaba hangi adaletsizliklerden doğdu: “Söz gümüşse, sükut (susmak) altındır”; “hıfzul lisan (dilini tutmak) selamet bulur insan”; “iki kulak, (iki göz), bir dil, iki duy, (iki gör) bir söyle.” Sesini çıkarmama anlayışına karşıdır, şairlerin “bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et” itirazı. Şairleri, yazarları, gazetecileri, okuryazarları susan bir ulusun, sevenleri toprak olmuş bir çocuk gibi çaresiz olduğunu yinelemek ne yazık artık bir işe yaramıyor. Halkın çaresizliği “Yusuf Makamı”ndakileri kalabalıklaştırdı/kalabalıklaştırıyor. Oysa bizim ve arka daşlarımızın durumu açık. Ne Peygamber Yusuf gibi zindandan iktidara yürümek niyetindeyiz, ne zengin olmak. Biz gerçek adına konuşuyoruz. İktidarda da gerçek yer almalı. Öyle değil mi? ki plansızrantçı kentleşmenin çevreye saldırıları sona erecek; emlak tacirleri ile doğa arasındaki savaş, yerini çevreye saygılı bir barışa bırakacak…” Ne var ki bakanlığın daha ‘kuruluş kararnamesi’ni okuduğumda, kendimden utandım. ‘Adalet’ kavramını, halktan aldığı yüzde 51 oyu, “tüm ülkeyi pazarlama” yetkisi olarak kabul eden; ‘kalkınma’yı da cumhuriyetin 90 yılda gerçekleştirebildiği tüm ‘ulusal kaynaklarımızı’ satıp, savmakla özdeşleştiren bir anlayıştan, çevre ile yağmacılar arasındaki savaşın yerine ‘doğadan yana bir barış’ı eni kurulan ‘Çevre ve Şehircilik Y Bakanlığı’nın henüz adını duyduğumda düşünmüştüm; “demek sağlayacak bakanlık kurması nasıl beklenebilirdi? Nitekim aynı bakanlığın görev ve yetkilerini belirleyen “Kanun Hükmünde Kararname” (KHK), böylesi önemli bir kamusal örgütlenmenin neden TBMM’den onaylanacak ‘kanun’la değil de, sadece Bakanlar Kurulunca imzalanan bir KHK ile gerçekleştirildiğini açıkça gösterdi... Örneğin, ülkenin çok özel doğa koruma alanlarını yıllardır imar talanına karşı korumaya çalışan ‘Özel Çevre Koruma Kurumu’ bu KHK ile yok edildi... Kurumun ortadan kaldırıldığını ne medya fark etti ne de kimi sözde çevreciler... Böylesi bir aymazlık, TBMM’den aynı gizlilikle geçemezdi; meclisteki muhalefet sayıca yetersiz kalsa bile kamuoyundan yükselebilecek tepkiler, çevreye karşı bu ‘savaşçılı ğı’ belki durdurabilirdi... Benzer şekilde aynı KHK ile TMMOB’ye bağlı meslek odaları da yeni bakanlık bünyesinde oluşturulan özel bir genel müdürlüğe bağlandı. Anayasal güvenceyle ‘özerk’ olan mimar ve plancı odalarının, çevreyle barış içinde bir yaşam için sürdürdükleri mücadele, ‘sıkı denetim’ altına alınmak isteniyor… Örnekleri çoğaltırsak; görüyoruz ki, Türkiye’yi yöneten anlayış, sadece Suriye ile savaşmanın peşinde değil; yaşam kaynaklarımıza saldırı şeklinde süregelen savaşın da yükselerek sürmesinden yana… Önümüzdeki günlerin çevre gündemini işte bu anlayışa karşı daha da önem kazanan ‘doğayla barış içinde yaşam’ mücadelesi belirleyecek. Tabi, talancılara asla ödün vermeden... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle