Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TUTUKLU GAZETE 1 EYLÜL 2012 CUMARTES İ 13 Yuhsa yuh Zafer DİPER Hukuka misal izim ufaklık iyiden iyiye sardı şu günB lerde yazarlığa. Kendince bir gazete çıkarıyor. Adını Mini Gazete koymuş. Bil Basın özgürlüğü Faik AKÇAY gisayarda yapıp ediyor sonra çıktısını alıyor ve getiriyor önüme. “Eh, sen de daldın demek basın yayın yaşamına…” diyorum. “Çileli günler başlıyor artık senin için…” diye de ekliyorum. “Çile”yi duymazca konuya giriyor göstererek: “Nasıl olmuş?” Arkalı önlü A4’ten yapılmış Mini Gazetede neler olduğu ilgimi çekiyor ki daha şöyle nasıl görünüyor diye önlü arkalı çevirirken, gazetesini elimden kapıyor “Ama,” diyor, “bu geçen sayı.” “Okumamıştım ki, vermemiştin…” Kestirmeden gidiyor, öyle lütfensiz ricasız: “Bu sayıda seninle söyleşi olacak” diyor… “Sonunda aklına geldik!” diyorum. “Neyse, konu ne?” “Ben bağlarım yazıyı. Sen şu soruları yanıtla yeter!” diyor: “Suç nedir?” Ne soru ama... “Hadi çabuk!” diyor tez canlı. Sanki tek sözcüklü bir yanıt beklerce duruyor karşımda elinde kağıt kalemle… “Suç mu… Suç…” “İkinci soru: kimdir suçlu?” “Yasalara göre, örneğin bir şey çalarsın suç işler ve suçlu olursun…” diyorum. “Peki, çocuk aç, fırından ekmek çaldı. Bu hırsızlık mı olur?” Geçmişteki bir olaydan yararlanmış belli… Nasıl anlatacağım, bir yerlerden başlamalıyım… “Suç, gücü elinde tutanlarla tutmayanlar arasına yerleşmiş bir kavramdır bence” diyorum. “Anlaşılır, yalın ol, felsefe yapma!” diyor. Vay canına, ufaklık mufaklık derken bizimkisi bayağı almış yürümüş ha… “Burada suçların çeşitliliği üzerine mi konuşacağım, anlayamadım” diyorum. “Ha unuttum,” diyor, “bu ‘özel sayı’ olacak ve konu tutuklu gazetecileryazarlar, ona göre konuş…” “Onlar ne suç işlemişler sorusu gelecek o zaman?” “Sen istediğin gibi anlat” diyor. “Bu dediğin suç kavramına girmez” diyorum. “Sen yalnızca düşünüyor, yazıyor ve yayınlıyorsun… Kimseye bir şey yapmıyorsun…” “Düşünce suçu olmaz mı diyorsun?” “Olmaz. Ama siyasal erk isterse olur. Olmuştur, oluyor…” “Araştırdım ki,” diyor, “dünyada 170 gazeteci tutuklu ve bunun 83’ü Türkiye’de…” “Birinciyiz yani” diyorum. “Dünya birincisi” diyor. Senin durumun da iyi değil,” diyorum, “bu gidişle…” “Bana ne olur ki, daha 18’inde değilim, küçüğüm ben küçük…” “Biliyor musun küçüğüm,” diyorum o zaman, “ocak ayından bu yana 2824 öğrenci cezaevlerinde…” “Ben daha küçüklerden söz ediyorum…” “Ve yine biliyor musun, son on yılda özel mahkemelerde 18 yaşın altında 9 bin 731 kişi yargılanıyor…” Bir an duraksıyor, bu olanların suçlusu benmişim gibi burnundan soluyarak bakıyor bir süre bana ve çekip gidiyor bir anda. Sabah masamın üzerine bırakılmış Minik Gazeteyi görüyorum. Kocaman harflerle şöyle yazıyor: GAZETECİLER YAZARLAR GENÇLER ÇOCUKLAR, DÜŞÜNEN HERKES TUTUKLU! YUH YANİ! Ufaklık gel buraya diye bağırıyorum. Gelsin de, “böyle gazetecilik mi olur?” diye soracağım, bir çıkışacağım ona; öyle yuhlu muhlu… Bekliyorum bir süre, çıt çıkmıyor odasından… Bana da iyi geliyor bu sessizlik, dinginleşiyorum; “Ne de olsa daha çocuk” diye geçiriyorum içimden; beyniyle değil de duygularıyla yazıyor: Yuhsa yuh! Hani, yuh diyorsa yuhtur yani… asın özgürlüğü, öteki tüm özgürlüklerin güvencesidir. Tüm haklar, özgür bir basın olursa B korunabilir. Özgürlüğün olmadığı bir toplumda, Şükrü SAK ugün içeri tıkılan 28 Şuhayati bir kavramı, ‘hukuk litebat postmodern darbesiratürü’ne kazandıran Mirzabenin hukuk tanımaz payoğlu, aklı ve mantığı çatlatan şalarının ‘astığı astık, kestiği zulümlere ve haksızlıklara makestik’ dönemlerinde, emir koruz kalmış, bir ‘hukuk cinayeti’ muta zinciri içinde güya “yargıişlenerek idama mahkum edillanarak” (!) idama mahkum miş ve hâlâ cezaevinde buluedilen Salih Mirzabeyoğlu, kennan bir fikir adamı. disine verilen idam kararı ile ilİşte bu fikir adamının, 90’lı gili olarak ‘ne düşündüğü’ soyıllarda bir dergiye verdiği rörulduğunda, yargılamanın huportajda, o zaman için bize çok kukla bir ilgisi olmadığını kasorijinal ve çarpıcı gelen ki, hâtederek, “Tiyatro bitti” demişti. lâ öyle bir misal vermişti. Bu Hukuk adına yapılan ‘mizanmisal, yazılı metinler, kanunsenkurguya’ dikkat çeken Mir E Tipi Kapalı Cezaevi lar ve onu rastgele uygulayanzabeyoğlu, “Yargıladıkları gibi lar bakımından ‘hukuk düzeD6 Koğuşu yargılanacaklar!” demişti. ni’nin tam bir fotoğrafıydı. Bu sözün üzerinden 10 sene Misal hâlâ güncel. Hâlâ geçti, geçmedi... Onlar şimdi yargılanı mevcut durumu en iyi tarif eden örnek olyorlar. ‘Yargıladıkları gibi’ olmasa da yar mayı sürdürüyor bence... Misalin kaynagılanıyorlar (Belki de yargıladıkları gibi ğı, avukat Faruk Eren’in “Bir Ceza Avukayargılanacaklar; bunu şimdilik bilemiyo tının Anıları” isimli kitabı... ruz). Kitapta aynen yaşanmış bir vaka anlatıSadece bu misal üzerinden, ‘keyfiliğin’ lıyor. Mahkeme salonunda hâkimin karşısınnasıl tavan yaptığını görmek mümkün. Darbelerle, ‘kendi koydukları hukuku da bir hayat kadını... İfadesi alınacak... çiğneyenlerin’ nasıl bir hukuku olabilir ki... Hâkim kanunu uyguluyor ve klasik girişini Böyle bir vasata, ilkokul seviyesinde bi yapıyor: “Doğruyu söyleyeceğine şerefin ve le bir ‘hukuk kültürü’ bulunmayan bir ca namusun üzerine yemin eder misin?” Kadında bir şaşkınlık ve suskunluk... miaya; büyük bir hukuk eseri (Hukuk Hâkim soruyu tekrarlıyor; kadın kekeEdebiyatı) bir de ‘hukuk haysiyeti’ diye bir kavramı kazandırmış Salih Mirzabeyoğlu. leyerek cevap veriyor: “Yaptığım işi biliyorsunuz hâkim bey. Bu denli önemli bir eseri ve bu kadar B Nasıl namus üzerine? Çarpılırım sonra.” Bu sahnenin şu veya bu şekilde, ‘Müslüman’ bir toplumda yaşandığını ilave edin. ‘Şeref ’ ve ‘namus’ kavramının içeriğini tartışın demiyorum tabii... Mirzabeyoğlu’nun bu misali verdikten sonra yaptığı yoruma daha da dikkat edilmesi gerekiyor... Hatırladığım kadarıyla mealen şöyleydi: “Bu kadın kendisine bu tabloyu yaşatanlardan daha namusludur.” O kadın ‘çarpılmasa’ da hukukun ‘çarpıldığı’ bir gerçek. İşte dün hukuku, kendisi gibi düşünmeyenlerin üzerinden tank gibi geçiren 28 Şubat darbecileri, bugün içeride... Fakat ‘çarpılma’ya bakın ki, onların emir ve talimatlarıyla ceza alanlar da içeride... Peki hukuk nerede? Hukukun ‘adaleti sağlamak’ adına değil, gücü eline geçirenin düşman bellediklerini hizaya sokmak için ‘sopa’ gibi kullanıldığı bir sistemde, ‘adalet’ bir türlü gerçekleşmez ama ‘sopa’ her an el değiştirebilir... Hukuka son bir misal de; Türkiye’de ‘ileri demokrasi’ arttıkça içerideki gazeteci sayısının çoğalması oluyor. ‘Hukuk haysiyeti’ gibi bir derdi olana ise şimdiye kadar pek rastlanmadı. Bundan sonra rastlanır mı, onu da bilemeyiz…. insan haklarından söz edilemez. Hiçbir engelle karşılaşmadan özgürce düşünebilmenin, düşünceleri değişik yollarla, türlü araçlar kullanarak anlatabilmenin, duyguları dile getirebilmenin özgür olmadığı yerde, yaşamın hiçbir alanında gelişme sağlanamaz. Basının özgür olmadığı yerlerde, hiçbir kötülük önlenemez. Hükümetlerin, yönetenlerin baskılarına karşı, yönetilenlerin gözü, kulağı olabilen basının özgür olması gerekmektedir. İnsanlık tarihi, özgürlükler tarihidir. Basın özgürlüğü tarihi, insanlık tarihinin en önemli parçalarından biridir. Bugüne değin, bu özgürlük, bu topraklarda gereği gibi yaşanamadı. Kimsenin düşüncelerinden dolayı, düşüncelerini açıklamaya, yaymaya çalışması nedeniyle suçlanmadığı, tüm özgürlükleri kullanılabildiği günlerin özlemiyle… Şükrü Sak, AKP için ‘turnusol kağıdı’dır Fazıl DUYGUN azeteciyazar ve gönüldaşım, İBDA iktidar G ve medeniyet hareketine bağlı bir Müslüman olan Şükrü Sak, 28 Şubat’a direndiği için, 28 Şubat muhalifi olduğunu iddia eden AKP iktidarında, hem de 13 yıl sonra cezaevine kondu. Sözde 28 Şubat’a karşı ama onun sayesinde iktidara gelmiş olan AKP iktidarı, kendi çıkarı için ‘masumiyeti’ kullanırken, kendini eleştiren AKP destekçisi yazarlara bile tahammül edemiyor. Bugün sadece ve sadece düşüncesini yazdığı için yüzlerce insan mahpushanelere gönderilmiştir. Sadece ve sadece ‘fikrinden’ dolayı ‘idama mahkum edilen’ fikir ve aksiyon adamı Salih Mirzabeyoğlu ve gazeteci Şükrü Sak’ın cezaevinde bulunmaları bile AKP için bir ‘turnusol kâğıdı’dır. Askerileşen AKP, Kürt sorununda çözüm gücü olamaz ugün 1 Eylül Dünya BaB rış Günü! Dünyamız, demokratik onurlu barışını olsa gerek. Mesela; “Komşularla sıfır sorun” diyerek el attığı Kıbrıs, Erararken, yangın yerine dönümenistan, AB ile ilgili politikalarşen Ortadoğu ve Türkiye, buda geriye gitmelerini bir yana bıgün her zamankinden daha rakın, sorunlu olmadığımız bir çok barışa muhtaç. komşu ülke kaldı mı acaba? Peki Türkiye barışının mihenk Neden mi? taşı olan Kürt sorununda doğru bir Ortadoğu’da “Arap Bahaadım atıldı mı? Biliyoruz ki, iç sorı”, “Halkların Baharı” ve runları çözemeyen bir hükümet, son olarak “Kürt Baharı” bidış politikada da sorun çözemez. çiminde değişik adlandırmalar olsa da gerçek olan şu ki, D Tipi Kapalı Cezaevi Bunun bir sonucu olarak, dün C16 Koğuşu Esad’la ‘kanka’ görüntüleri verildi, 19’uncu yüzyıla dayalı oluşDİYARBAKIR bugün ise savaş pozisyonuna gelinturulan coğrafi ve siyasi yapıdi. Bütün dünyaya “Esad despottur, lanmalar yıkılmaktadır, sürdürülememektedir. Kapitalistemperya diktatördür, Suriye halkları özgürlük istilist sistemin, bölge işbirlikçilerini de ya yor” diye vicdan çağrısı yapıldı. Ama iş Sunına alarak, ‘Yeni Dünya Düzeni’ni Orta riye’nin en temel halkı olan Kürtlerin özdoğu’da hâkim kılma girişiminin karşı gürlüğüne geldi mi, “ulusal güvenlik” desında, halkların kendi özgür, demokratik, nildi, tankların namluları sınıra çevrildi ve onurlu barışını kurmanın arayış ve müca ‘tatbikat’ adı altında Kürtlere gözdağı verildelesi de bütün hızıyla devam etmektedir. meye çalışıldı. AKP iktidarının, Kürtlere dönük ikiBu noktada ‘Yeni Dünya Düzeni’nin Ortadoğu’daki temsilciliğine soyunan yüzlü politikası, tam da bu noktada tamaAKP, gerek kendi iç sorunlarına dönük ve men ayyuka çıkmıştır. Öyle ki, ABD dışişgerekse Ortadoğu’da cereyan eden olayla leri sözcüsünü bile “Türkiye’nin güvenlik ra yönelik politikalarla, Türkiye’yi olduk kaygısını anlıyoruz ama bu kadar askerileşmesini anlayamıyoruz” minvalinde bir ça tehlikeli bir sınıra taşımıştır. Dönüp geriye baktığımızda; AKP, ken açıklama yapmaya zorlamıştır. “Demokratik açılım” vb. söylemleri didisini iktidara taşıyan temel politikalarından fersah fersah uzaklaşmıştır. AKP, linden düşürmese de AKP’nin Kürt sorukendi iktidarını her alanda perçinleyip he nuna dönük yaklaşımı askeri çözümün gemonik bir seviyeye taşıdıktan sonra, ötesine geçmemiştir. Sadece 20112012 birkaç teğet yaklaşım dışında tüm sorun kışı boyunca sürdürdüğü askeri operasyonlar ve bunun getirdiği böbürlenmesiları sürüncemede bırakmıştır. Sorunlar hatırlatıldığında ya oyalamış ne bakıldığında bu askeri mantık netçe ya ulusal güvenlik öne sürülerek milliyet okunabilir. Öyle ki, askerileşmede hızını çi duyguları kaşımış, gerginlik politikası alamayan Başbakan, Diyarbakır’da cezaeüretip, kendi hanesine oy devşirmeye de vi yapma vaadinde bulundu. Bu politikasının bir sonucu olarak hâlâ failleri bulunvam etmiştir. Bugün dönüp AKP politikalarını irdele mayan Roboski katliamı oldu. Siyasal soykırım olarak Kürtlerin bellediğimizde, her fırsatta eleştirdiği ittihatçılara benzemesi bir yana, ittihatçılara kü ğine kazınan KCK operasyonları toplulahı ters giydirecek kadar ustalaştığını mun tüm kesimlerine yayılarak devam etsöylersek abartı olmayacaktır. Sayın Baş tirilmektedir. Hükümetpolisyargı üçgebakan’ın ‘ustalaşma dönemi’ dediği bu ninde geliştirilen tasfiye politikasıyla ce Demokrasi gelecek ama... Özcan YAMAN u ülkeye demokrasi gelecek ama bir türB lü gelemiyor. Her önüne gelen demokrasiden bahsediyor. Kimi “yetmez ama evet” di Ahmet BİRSİN Tutuklu gazeteci yoktur, tutsak hükümet vardır Ender İMREK aşbakan metro açılışında gazetelere ve gazetecilere verip veriştiriyor. Köprü, B viyadük temelleri atılırken, karada, havada, ülke içinde, ülke dışında... her yerde gazetelere ve gazetecilere atıp tutuyor. Gazeteciler tehdit ediliyor, işten atılıyor, ev baskınına, işyeri baskınına maruz bırakılıyor, içeri atılıyor. Başbakan, beğenmediği gazetecilerin, yazarların neden hâlâ gazetede çalışıyor olduğunu patronlara seslenerek “soruyor!” Onca medya teslim alındı... yanı yandaşı çoğaldı. Bölük bölük önünden geçen bir tabur medya yarattı; onca gazeteciyi hanesinden sayar duruma geldi. Ama yine de rahat değil. Bir de bildiği yoldan sapmayan, inandığı davadan, gerçeklere sadakatten ayrılmayan gazeteler, televizyonlar, bilcümle medya var. Durduğu yerde duran gazeteciler yazarlar var bu ülkede. Özgürlüğü içeride ya da dışarıda olmakla değil, insanlıkla, onurla tartan, gerçekte ısrar eden gazeteciler, yazarlar... İçeride dışarıda, tüm özgür gazetecileri selamlıyoruz. zaevleri tıklım tıklım dolduruldu. BDP’ye yönelik tam saha pres uygulandı. Neredeyse her mitingi, her adımı kriminalize edildi, terörize edildi. Milletvekillerinin ayağı defalarca kırılarak Kürtlere gözdağı verildi. Yapılmayan, uygulanmayan askeripolisiye yöntem ne kaldı? Açıkça dillendirilmese de Kürtlerin teslim olması istendi. Böylesi acımasız, çirkin politikalar karşısında Kürtlere kalan, direnmek dışında bir şey olabilir mi? Belki de en önemlisi, Kürt sorununda tüm çevrelerce en etkili aktör olarak kabul gören Öcalan’a dönük bir yılı aşan tecrit ve izolasyon politikasının sürdürülmesidir. AKP, bu politikası ile Kürt sorununun çözümünde en makul önerileri sunan Öcalan’ı devre dışı bırakarak Kürt sorununu erteleyebileceğini sandı. Oysa ertelenen Kürt sorunu değil, Türkiye’nin geleceği ve barışçıl çözümüydü! Bugün çatışmasız bir gün kaldı mı? Her ne kadar merkez basın, Şemdinli’de on günlerdir süren çatışmaları görmeyip, AKP politikalarına rıza üretmeye devam etse de, Türkiye barışının tehlikede olduğunu kim inkâr edebilir? Askerileşen AKP, Kürt sorununda çözüm gücü olamaz. Askerileşen AKP’nin Kürt sorununu çözmek için ne barışçıl bir projesi oldu ne de projesi olanların önünü açtı. Aksine Kürt sorununu çözmeye dair projesi olanların önünü kesti. Askeri yöntemi tek meşru yol olarak topluma sundu. AKP’nin derdi, Türkiye’nin barışı değil, var olan siyasal hegemonyasını askeri hegemonya ile tamamlamaydı. Bunu da Kürtler üzerinden başlatarak tüm devrimci, demokratik muhalefete yaymaktadır. Bu nedenle 1 Eylül’de bir güne sığdırılmış barış için alanları doldurmayalım. Türkiye’nin demokratik onurlu barışı için, inadına AKP’nin askeri çözüm politikalarına karşı her günü barış mücadelesine dönüştürelim. Sevgiyle kalın, barışla kalın... yor, kimi “ileri demokrasi” diyor. Hele şu tasmalı gazetecilerin (!) burnu bir sürtülsün, hele şu öğrencilerin sesleri bir kısılsın, hele şu zavallı milletvekilleri (!) meclis dışına atılsın, hele kentsel dönüşümün rantları bir paylaşılsın, hele HES’ler Termikler, bir bir bacalarından zehirleri özgürce savursun, yetmezse turizm alanına çevrilerek sermayeye devredilsin, yeter mi? Yetmez tabii yola devam. Sermaye medyasının karşısında bir avuç muhalif medya susturulup, çok renkli çok çeşitli medya daha bir azgınlaşsın. Milyonlarca para harcanan plaza medyalarının karşısında milyonların medyası olan muhalif medya pes etsin o vakit siz görün demokrasinin hasını. Anlayacağınız daha demokrasinin demindeyiz. Çay yapar gibi suyu koy bırak demlensin. Aman ha demlensin diye unutursak acır bu çay. Bu acıyı tatmamak içindir ki bu mücadele... Barışın güvencesi basın olmalı Cüneyt GÖKSU – Serpil YILDIZ ir ülkenin elindeki dördüncü kuvvettir basın. Bu yüzden önemlidir üstlendiği B rol: Savaşların, ırkçılığın, intikam duyguları nın karşısında dimdik ayakta durmaktır. Vietnam Savaşı’nı durduran böyle bir basındı. Ülkelerde ve dünyada barış içinde yaşamanın yolu, savaşa sebep olabilecek bütün parametrelerin ortadan kalkmasıysa, bunu sağlayabilecek en önemli itici güç özgür basın ve özgür gazetecilerdir. Savaş, bir aygıt olarak, kendi çıkarları uğruna basını şekillendirdiğinde, kendini destekleyen kitleyi yaratmaya soyunduğunda, taraflı basının karşısında, Barış yandaşlarının en büyük gereksinimi ‘özgür basın’ ve ‘cesur gazeteci’ olacaktır. Özgür basın, doğru ve tarafsız haber alabilmenin, olan bitenin doğru algılanmasının ve tartışılabilmesinin yegâne koşuludur. Aksi halde, “basın” denen olgu yönlü bir “baskı” aracı olmaktan kurtulamaz. C MY B C MY B