Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TUTUKLU GAZETE 1 EYLÜL 2012 CUMARTES İ 11 “Hapishane kapıları şarkılara açılsın” ya da Sezen Aksu tutuklansın! hapishanelerde zorlu işlerden biri. Hele de, radyosu kıt bir bölgede, “Allah’ın çölünde ya da dağında” yapılmış bir hapishanedeyseniz, izleyebildiğiniz tv kanalı sayısı sınırlıysa... Ancak gıpta ederek okursunuz, mesela Özgür Radyo’dan dinlenen güF Tipi Cezaevi zel şarkılara ya da EDİRNE istek programlarına dair övgüleri, “görülmüştür” damgalı mektuplardan… Dinlediğinizde zevk yerine acı veren şarkılar çalan, işkencehanelerin değişmez fon müzik kaynağı kimi tv kanallarını ve cızırtısıyla sizi pişman eden radyoları saymazsak, ruhumuzu kendi seslerimiz ve acemi işi çalgılarımızla besleyebiliyoruz ancak, o da bir yere kadar! Peki neden? Neden insanlar istedikleri müzikleri CD ya da MP3 çalardan dinleyemiyor? Çünkü, “Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik” diye bir yasaklar malzemesi var. Ve orada deniliyor ki, “her hükümlü kurum kantininden satın almak kaydıyla bir adet kulaklıklı el radyosu bulundurabilir” (Madde 9) Antidemokratik ve zindancı bir zihniyetin ürünü olan 2005 tarihli bu yönetmelik gerekçe gösterilerek içeriye, “kantinden alınmak kaydıyla” 37 ekran tv ve işe yaramaz, çakma marka küçük el radyosundan başka bir şey verilmiyor. Gerçi bu haliyle bile, basit bir Bakanlık talimatıyla, yönetmeliğe MP3, DVD, CD çalar gibi kişiye istediği müziği dinleme imkânı veren araçlar eklenebilir. Bunun ne güvenlik ne de başka bir engeli var! Ama olmuyor! Daha önce, Adalet Bakanlığı’na yolladığımız çeşitli talepler arasında bu başlık özel olarak vurgulanmıştı. Sonrasında, arada kaynamasın diye, sadece bu konuya dikkati çeken dilekçeler de vermiştik. Ne yazık ki, uhun gıdası” R kabul edilen müziği dinlemek “ Bayram NAMAZ kibirli “bay mevzuat”, “Nuh” dedi, “Peygamber” demedi, hâl böyle olunca fantastik diyaloglar normalleşti buralarda: Sezen Aksu tutuklansın! Haydaa! Sırf “ben sende tutuklu kaldım”ı dinlemek için söylenecek şey mi bu allasen? Hem hangi gerekçeyle tutuklanacakmış? Geçen yıl “ne asker ne gerilla ölsün” mealinde şeyler söylemedi mi? Al sana KCK! Öyle olsa bile buraya getirmezler ki, kadın bölümü yok burada! O zaman Ali Asker’i tutuklasınlar! Bir çuval bıyığı var. Solcu. “Sevgilim eylem güzelim benim” deyip halkı isyana teşvik ediyor. Bir örgüt bağlantısı kurup tutuklasınlar, sonra da Edirne’ye getirsinler. İyi de bunun da garantisi yok ki! Kandıra’ya, Tekirdağ’a götürebilirler. Olsun oradakiler dinler. Peki, Edip Akbayram’a ne dersin? “Hey gönül darda mısın” diye diye ortalığı inletse? Üstelik sesi de gür, diğer bloklara götürseler bile duyarız. Hiç sanmam, O’nu kesin Ergenekon’a bağlayıp Silivri’ye götürürler. Cumhuriyet’te fazla görünüyor. Sahi, Olgun Şimşek’in de sesi güzel. Üstelik neşe kaynağı. Yan taraf boş, hemen oraya alırız, hem söyler hem güleriz. Peki gerekçe? Ondan kolay ne var? Şu “Yalan Dünya”daki Selahattin Çakalcı tipi için kıymetli vekilim Sırrı Süreyya Önder’den şive dersi almadı mı? Al sana açık bir KCK bağlantısı! “Tiz Olgun Şimşek tutuklansın, Edirne F’ye götürülsün” diyecek bir savcı bulduk mu tamam! Sen ciddi misin? İyi ki, “Kardeş Türküler kalabalık cümbür cemaat alınsınlar, bize de birileri düşer” demiyorsun. Hay aklınla bin yaşa! Cemaatçi bir badem bıyıklı halledebilir o işi! La havle! Şevval’e ne dersin? Zaten akıl ve vicdan yoksunu yobazlar yüzünden bir sürü konseri iptal edilmiş. İple çektiğimiz TRT programları da yayından kaldırılmıştır büyük ihtimalle. Hem O tutuklanırsa Leman abla gelir ziyarete. Arada “İlla” der ve yüreklerimizi kanatlandırır. Öyle de, hâlâ kadın bölümü yok burada? Kesin Bakırköy’e götürürler O’nu. Gündemden çıkartmak için tahliye ettikleri Büşra hocanın yerine koyarlar. Düşünsene Aynur’u alıyorlar? Nasıl olsa Kürt, bir örgüt bağlantısı kurabilirler. Allaah! Bakıyorum da ikna olmaya başladın “Ehmedo”yu anımsayınca... Onu da bize getirmezler, getirmezler! Anla artık bunu... Gebze’deki kadın arkadaşlar “buraya getirilsin” diye dilekçeleri sıralarlar kesin. İkna edici olmak için de kapıları döverler artık. O ses için değer ama yine bize gelen olmadı! Tarkan’a ne dersin? “Asla vazgeçmem senden asla” gibi güzel anıları çağrıştıran şarkılarını dinleriz. Zaten Hasankeyf için klip çekmişti. Kesin “KCK’den talimat almıştır” diyecek bir savcı çıkar. Hem Tarkan buraya gelirse, Ergene’yi de iyice gündemleştirebiliriz. Onun turneleri var. Gençlerin tepkisini çekmek ve herkesi bu denli politize etmek istemezler. Yıllar oldu sesini duymadığımız İlkay için gerekçe bulmakta hiç zorlanmazlar bence. Kayıplar eyleminde taşıdığı Hasan Ocak fotoğrafı ile MLKP’ye bağlayabilirler. Ya da ben ona mektup yazarım “Sevgili İlkay Yoldaş” diye başlayan... İşkenceci Sedat Selim Ay “bağlantı buldum, bağlantı buldum” diye zıplasa, olmaz mı? Olmaz! Olmaaaaz! Sırf sen özlediğin sesleri duyasın diye herkesi içeri mi attıracaksın? Bir de tekrar hatırlatayım, burada kadın bölümü yok! Yorum’un, Vardiya’nın, Munzur’un, Agire Jiyan’ın bir ayakları zaten hapishanelerde ya da kapılarında olduğu için onları çağırmıyorum. Her koşulda sesleri ulaşıyor bize nasıl olsa... Hele şükür! O zaman Adalet Bakanlığı’na dilekçe yazıp diyelim ki; “1) Ya özlediğimiz/sevdiğimiz müzikleri dinleme imkanı veren CDDVD ya da MP3 çalar gibi araçların içeri verilmesini sağlayın; 2) Ya da Edirne F tipinde bir kadın bölümü açın!” Nasıl oldu mu? Üstelik resimde, şiirde, müzikte, tiyatroda “terör propagandası” yapıldığını “şıp” diye anlayan “bir adet” İNŞ var malum yerin başında. Alayını tutuklatabilir saydıklarımın! Tamam, tamam anlaşıldı. Senin ruhunun gıda alası gelmiş, gel ben sana biraz saz çalayım... ### Evet, durum aşağı yukarı böyle... Yaşadığımız bunca ağır sorun arasında belki lafı bile olmaz bu tür şeylerin ama sonuçta mühim bir ihtiyaçtan söz ediyoruz. Mavi düşleri çoğaltıp, umutları büyüttüğümüz bu tecrit mekânlarda istediğimiz türden müziklerin bize yoldaş olmasına kimsenin itirazı olmaz herhalde. Bunun için “dışarıdaki” müzisyenlerin, söz yazarlarının, sanat insanlarının yapabilecekleri bir dizi şey olduğuna inanıyorum. Tamam, ne Sezen ne de bir başka sanatçı dostumuz tutuklanmasın, tek bir dakika bile o güzel sesleri ve ezgileriyle yüreklerimize eşlik etseler yeter. Ne ki, zindancı zihniyetler buna engel. Tam da bu nedenle, malum “yönetmeliğin iptal edilmesi”, “MP3, CDDVD çalar aletlerin içeri verilmesinin önündeki engellerin kaldırılması” gibi taleplerin, bizzat ezgilerin sahiplerince de dillendirilmesi gerektiği açık değil mi? Kuşkusuz gönüllerden geçen, özlediğimiz sesleri konser alanlarında, özgürce sokaklarda dinleyebilmek, muhteşem halk korolarına eşlik edebilmektir. Ne var ki, “sol anahtarı” gibi bedensel özgürlüğümüz de prangalı. Biz yine de, aklımızla, yüreğimizle özgür olmaya, mavi düşler görmeye devam ediyoruz. Yüreklerimizi kanatlandıran ezgiler bu süreçte bizlere yoldaş olsun istiyoruz. “Hapishane kapıları şarkılara açılsın” diyerek ezgilerini tutsaklığımıza yoldaş eyleyen tüm güzel insanlara, sesini sesimize katanlara selam olsun. ### Sezen’e söyleyin, çok ciddiyim! Tamam, tamam gel, “Komşu”nun radyosunda klasik müzik konseri var! Saz kesmedi seni belli... ... Umuda koşmak GS’nin, gazetemizin üçüncü T sayısına dair gönderdiği mektubu aldığımda barış dolu aydınlık Hatice DUMAN sabahları düşlüyordum. Düşlerimle birlikte yüzüme konan tebessüm, mazgaldan gelen sesle yarım kaldı. Mazgalı açtım mecburen. Elime tutuşturulan zarfı aldığımda geçirdiğim sarsıntıyı tarif edemem. Zarf, Yargıtay 9. Dairesi’nden geliyordu ve duruşma günümü bildiriyordu. Bekliyordum bunu... Ama duruşma günü için 12 Eylül’ün seçilmesi trajikti. Elimde zarfla bütün çocukluğumu, 12 Eylül’ün bize yaşattıklarıGebze Kadın Kapalı nı düşündüm. Aklımda kalan kareCezaevi ler, bir film şeridi gibi hızla aktı zihA8 Koğuşu nimden. Neydi bu şimdi? 32 yıldır KOCAELİ darbe hukukuyla yönetilen bir ülkenin benim gibi sosyalist bir gazeteciye yeni bir armağanı mı? Asker postallarının tüm sokakları esir aldığı yılları hayal meyal hatırlıyorum. Ancak bazı kareler adeta beynime ve yüreğime kazınmış. Bazen unutmak ve yok saymak istediğim zamanlar... Evimizi polis basmıştı. Ağabeyimle benim dışımdakilerin hepsi gözaltına alınmıştı. Bu baskından bir süre sonra evi bizden biraz uzakta olan büyük ağabeyimin evinde bombalar patlamıştı. Şehrin sessizliği, bu patlayan bombalarla bozuluyordu. Gece ve gündüz yer değiştirmiş gibiydi. Günler sonra neredeyse benimle yaşıt olan yeğenlerim bütün vücutları sargılı olarak eve getirilmişlerdi. 12 Eylül faşist darbesinin, küçücük çocukların bedeninde nasıl tarifsiz bir acıya dönüştüğünü görmüştüm o gün… Annemin çığlıkları, kurşun ve şarapnel parçalarıyla yaralanmış çocuklar, işkence travmaları, bilinci ve geleceği çalınmış kuşaklar. Bunların hepsi yüreğimde suskun bir yumruğa dönüşmüştü. Ama büyüdüm ve 12 Eylül’ün kodlarını çözdükçe ülkemdeki milyonlarca sese kattım sesimi... 12 Eylül başlı başına bir travmaydı ve bunu atlatmanın tek yolu hakikate varmaktı. Elbette bu kolay olmayacaktı. Bugün 12 Eylül’ün tüm kurumsal ve faşist yapılanmasını AKP’nin devraldığı aşikâr. AKP hükümeti, ilk yıllarında “değişimci”, “demokrat” söylemleriyle adeta üç maymunu oy nadı. Ancak iktidarını sağlam kazığa bağladığını düşünen AKP, artık bu oyuna gerek duymuyor. Aksine her geçen gün daha da saldırganlaşıyor. Saldırılarının merkezinde Kürtler, sosyalistler ve ilericiler var. “Kadın da olsa, çocuk da olsa fark etmez” sözlerinin sahibi, bizzat Başbakan’dır. Ve bu sözlerden sonra Amed sokaklarında çocuklar, kadınlar katledildi. Yani 12 Eylül; devlet şiddetiyle, sömürgeci savaş politikalarıyla, faşist yasa ve kurumlarıyla hâlâ çocukların düşlerini çalmaya devam ediyor. Dahası binlerce Kürt, sosyalist siyasetçi, gazeteci, öğrenci, işçi hapishanelerde... Bu saldırılardan fazlasıyla nasibini almış biri olarak 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde müebbet hapis cezası aldım. Bu sisteme karşı; özgürlüğü, adaleti ve sömürüsüz bir dünyayı düşlememin bedeli buydu. Uyduruk bir iddianame ile hukuk gösterisine dahi gerek duymayan bir yargılama sürecinin önemli bir aşaması böyle sona erdi. Dahası beni yargılayan heyet, açıktan devletin savunucusu olduğunu gösterdi. Yargının, faşist devletin sürekliliğini esas alarak kararlar verdiğini çok iyi biliyoruz. AKP iktidarı döneminde de bu durum değişmediği gibi ağırlaşarak devam ediyor. Yargılandığım bu davada, tutukluluğumun 10’uncu yılındayım. 30 Aralık 2010’da yürürlüğe giren tutukluluk süresiyle ilgili uygulamadan yararlanmamızı önlemek için aynı dosyada yargılandığımız ve karar duruşmasında hazır bulunmayan Sami Özbil’in dosyasını ayırdılar ve aynı duruşmada müebbet hapis cezası verdiler. Yangından mal kaçırırcasına müebbet hapis cezaları yağdıran ağır ceza mahkemelerinin kararı, 12 Eylül günü Yargıtay’da görülecek duruşmada karara bağlanacak. Bu duruşmanın, halklarımızı asker postalları, tank paletleri altında ezen 12 Eylül faşist darbesinin yıldönümüne denk gelmesi oldukça anlamlı. Ve bir şey daha... İlk defa gözaltında karşılaştığım, on yıldır tutsaklığı paylaştığım ve birlikte yargılandığımız işçi arkadaşımı yazmazsam hem bu yazı eksik kalır hem de bir şeyler içimde kalır. Gülüzar Erman... TV’lerde yargı katliamını işleyen parodileri izlemenize gerek yok. Eğer tiyatrocular böyle bir parodi için malzeme arayışındalarsa dava dosyasını vermeye hazırız. Gülüzar’ın bu dosyaya nasıl monte edildiğini okuyan herkes isyan eder. Ama ne hikmetse 9 yıl boyunca devam eden duruşmalarda mahkeme heyeti, polis fezlekesi ve bu fezlekeyi aynen dikte eden savcının maddi kanıttan yoksun iddiaları dışında çıplak gerçekleri görmek istemedi. Yaşadığımız bu adaletsizliğe isyan etsek de... AKP hükümeti, mahkemelerin tabelalarını değiştirerek demokrasi ve özgürlük dağıttığını iddia ediyor. Ama biz inanıyoruz ki, bir gün mutlaka bu topraklarda da özgürlük ve adalet hayat bulacaktır. Ve hiç kimse unutmasın ki, adalet ve özgürlük herkese lazım. Pınar Selek’in dediği gibi, “delirtmeye” çalışıyorlar bizi. Hayır! Bize yaşatılan ve bir ömür boyu süren bu kâbusun içinde boğulmayacağız. 12 Eylül’ün her gün önümüze diktiği korku duvarlarına teslim olmayacağız. AKP iktidarı, 12 Eylül askeri faşist darbesini yargıladığını iddia ediyor. Oysa 12 Eylül günü Yargıtay’da görülecek duruşmamızda olduğu gibi, gerçekte 12 Eylül faşizmine karşı mücadele edenler yargılanıyor. Duruşmamızın sonunda ne çıkarsa çıksın, barışı ve yaşamı ısrarla savunacağız. Zemheri ayazının yüreğinden doğduk. Elbette baharlara da varacağız. Hepinizi bu duygularla selamlıyor, başarılar diliyorum. C MY B C MY B