16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C G SPOR FUTBOL MART SALI BAKINCA Deniz ve Spor SERDAR KIZIK T Marcio, Mert oldu alatasaray’da 80’li yıllarda oynayan Fransız Didier Six’e “Dündar Siz”; yaklaşık 10 yıl önce Fenerbahçe’de forma giyen Nijeryalı Jay Jay Okocha’ya da “Muhammed Yavuz” ismini veren Türk futbolu, daha sonraki yıllarda da bu eğilimini sürdürdü. Nitekim 1980’lerde Beşiktaş’ın formasını giyen Mirsad Kovaçeviç, bir süre sonra “Mirsad Güneş” olmuştu. 3 büyüklerin dışında bu opsiyonu en iyi kullanan kulüplerden birisi de Kocaelispor’du. Yeşil Siyahlılar, 2000 sezonunda Güvenç Kurtar yönetiminde 3 büyüklere kafa tutarken, kadrosunda kaleci Detlef Müller (Metin Mert), Misco Mirkoviç (Mert Meriç) ve Roman Dobrowski’yle (Kaan Dobra) Türk vatandaşlığına geçirilmiş 3 yabancı futbolcu barındırıyordu. Tümünden de üst düzey verim almıştı Körfez ekibi. 199293 sezonunda Alman Detlef Müller, daha sonra “Metin Mert” ismini alarak Sarıyer, Trabzonspor, Kocaelispor ve Konyaspor’un kalesini korudu. 199394 sezonunda F.Bahçe’ye transfer olan Nijeryalı savunma oyuncusu Uche Alozia Okechukwu, “Deniz Uygar” ismini alıp Sarı Lacivertlilerde uzun yıllar top koşturdu; ardından İstanbulspor’un formasını giydi. Yugoslav Misko Mirkoviç de ileriki yıllarda Mert Meriç ismiyle TC vatandaşı oluyor; Kocaelispor, Fenerbahçe ve Elazığspor’un formasını giyiyordu. 199495’te ligimize katılan Polonyalı Roman Dobrowski ise daha sonra Kaan Dobra ismiyle Kocaelispor ve Beşiktaş’ta üst düzey performans sergiledi. 199596’da Samsunspor kalesini korumaya başlayan Kamerunlu Allum Buker “Ali Uyanık” ismini almış, Karadeniz temsilcisinden sonra İstanbulspor ve Konyaspor’un kalesini korumuştu. Boşnak Elvir Boliç, aynı isimle G.Saray, F.Bahçe ve İstanbulspor’da, bir başka Boşnak yıldız Elvir Baljiç ise genç yaşında Bursasporda forma giydi. Ardından F.Bahçe ve G.Saray’da top koştururken “Elvir Baliç” ismiyle TC vatandaşlığı statüsüne girdi. En son olarak da Beşiktaş’tan Brezilyalı Marcio Nobre, “Mert Nobre” oldu. Brezilyalı Marco Aurelio’nun F.Bahçe’de Türk statüsüne alınması ve hemen ardından ulusal takıma çağrılması, Türk futbolunda yeni bir döneBALIC min de başlangıcı oldu. Brezilyalı Marco, bugünün Türk Mehmet Aurelio’su olarak şimdi ulusal takımda Türkiye için ter döküyor. Günümüzün endüstriyel futbolu tam anlamıyla küresel bir sportif ve ekonomik etkinlik oldu çıktı. Bu süreçte yıldız futbolcu yetiştirmek çok da kolay değil. Bugün çoğu ülkede olduğu gibi altyapı yatırımıyla oyuncu kazanmak hem çok zaman istiyor hem de para... Bu süreçte bu futbolcuya harcanacak tutar ise en az 200 bin dolar... Bu maliyetlere katlanıyor olsak bile altyapıya gerekli bütçeleri ayırmadan bu başarıya ulaşılma şansı çok zor. Bugün bu sorunu biz ülkemizde en yakıcı şekilde yaşıyoruz. Bu alternatifin maliyetli ve zahmetli oluşu, kulüpleri ve ulusal takımları böyle bir “devşirme futbolcu” yaratma politikasına götürüyor. duralım, artık takımlarımız yabancı alırken ‘ulusal olmamış’ olmasına dikkat edecek!.. Görülüyor ki Avrupalıyla bizim aramızda gözle görülür bir devşirme farkı var. İbrahim Altınsay’ın bu konudaki tespiti hem çok çarpıcı hem de doğru bir bakış açısı veriyor bize. Altınsay’a göre Osmanlı’da devşirme sisteminde çok küçük yaştaki çocuklar aile, etnik, dinsel kökenlerinden koparılarak alınıyor ve devletin ilkeleri doğrultusunda yetiştiriliyordu. Yükseliş döneminden sonra bu sistem aksadı. Farklı etnik kökenlerden Müslüman olmayan koca adamlar din değiştirip Osmanlı uyruğuna girdiğinde ise onlara ‘dönme’ deniyordu. Şimdi TC vatandaşı olan futbolcular gibi... Dönmeliğe yol açan iki etken vardı; zor ya da çıkar... Aldıkları futbolcuyu Şampiyonlar Ligi maçında bile oynatamayan yöneticiler, sanki çok futbolcu yetiştirmişler gibi “Bakın Almanya’da siyahi oyuncu var” diyor şimdi. Diyor da asıl devşirme sistemini onların uyguladığını göremiyor. Ajax’ın yıllar önce yetenekli çocukları toplayıp kendi eğitim sistemine alarak getirdiği sistemi altyapıya yatırım yapan Avrupa takımları uyguluyor yıllardır. O gördüğünüz yabancı kökenli futbolcular ya o ülkede doğuyor ya da çok küçük yaşta aileleriyle birlikte ülkeye geliyor. Fildişi Sahili’nde, Togo’da gördüğünüz futbolcular Fransa’da ulusal olma şansları kalmayınca etnik kökenlerinin olduğu ülke takımlarını seçiyor. Tıpki bizim Muzzy İzzet’ler, Nuri Şahin’ler, Yıldıray’lar, Altıntop’lar gibi... Aurelio’ya “Bizden yetişmedi” diye karşı çıkanlar asıl burada ahlâki bir sorunla karşı karşıya. Hiç emek vermediğiniz futbolcuları nasıl ‘biz’den sayabiliyorsunuz? (İbrahim Altınsay Aklını Devşirmek, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=196558) Kişisel görüşümce de Türk Ulusal Takımı’na yabancı oyuncu alınması, yani devşirme tarzı, daha doğrusu “devşirememe”ya da “dönme yaratma politikası”, futbolumuzun önünü açacak bir gelişme olarak görünmüyor bana. Belki bu dönmeler yaratma tarzıyla kısa vadede bazı olumlu sonuçlar alabiliriz. Ama bu yöntem sadece günü kurtarmaya yarayan “palyatif bir çözüm” olmaktan öteye gitmez. Ne yazık ki biz sonuçlara odaklı bir ulusuz ve bizim için yarın yoktur. AKIL DEVŞİRMEK Biz yabancılara kalite kriterleri, örneğin ulusal olma kriteri getirilsin deyip ürkiye’nin denizlerle ilgili herhangi bir sorunu dile getirildiğinde başvurulan o klasik değerlendirmeyle yazıya başlayalım: “Üç tarafı denizlerle çevrili, göl ve akarsu gibi sayısız su kaynaklarına sahip olmasına karşın...” Bu gerçeğin altı sık sık çizilir. Çizilir de ne değişir? Denizler bize, biz onlara bakarız. Çanakkale’den İskenderun’a kadar uzanan kıyı şeridinde gemi inşa, bakım ve onarımını sağlayacak tek bir tersane yok. Zaten doğa harikası, eşsiz kıyılarımız talancıların yağmasına uğramış. Her ne kadar Başbakan’ın oğlu taşımacılığa soyunsa da ne bu alanda ne ticarette ne balıkçılıkta ne de bilimsel araştırmalarda doğru dürüst denizlerimizden yararlanamadığımız gibi sporda da benzer bir olguyla karşı karşıyayız. Konunun sportif yönüne gelince... Spor Akademisi Mezunu ve yat kaptanı Ünal Benlialper dostum bilimsel bir veriden söz etti: “Türk halkının dörtte üçü yüzme bilmiyor... Örneğin İzmir’de yaşamasına karşın 35 yıldır deniz görmeyen, vapura binmeyen insanlar var. Geçenlerde bir belediye bu insanları toplamış ve denizi göstermiş, vapurla gezdirmiş.” Bakar mısınız manzaraya? Ünal Kaptan çok haklı. Ardından da ekledi: “Avusturya denize kıyısı olmamasın karşın yüzücülerinin uluslararası yarışmalarda dereceleri var.” Örgütlenmemiz tamam. Türkiye Yüzme Federasyonu’nun yanı sıra Türkiye Yelken Federasyonu, ayrıca Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu’muz da var. Hepsi de özerk oldu!.. Sıralayalım Sualtı Federasyonu’ndaki disiplinleri: “Donanımlı dalış, cankurtarma, navigasyon, monopalet, su kayağı, serbest dalış, havuzda hedef vurma, sualtı ragbisi, sualtı hokeyi, zıpkınla balık avı ve jetski...” Diğerlerine devam edelim. Yüzme, sutopu, atlama, senkronize yüzme, yelken, kürek... Denizlerimiz ve göllerimiz yelken ve dalış sporuna; dünyaca ünlü parkurları olan akarsularımız raftinge çok uygun olmasına karşın sonuç yok. Toplumun aktif biçimde katılacağı sportif olanaklar yok, hazırlanmamış. Doğal olarak uluslararası başarılar da yok. Ne var? Denize küslük. EPosta: serdarkizik?cumhuriyet.com.tr 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle