29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 HAZİRAN 1998. SAYI 640 19 PAZARIN PENCERESİNDEN Güneş,yüzügörmcmis.çesine siit beyaz tenli, boyalı beyaz saçlarıyla hemen göze çarpanbirkadın. Fransızmış,. Gcnç kuaför, Fransızcasıyla çat pat idare ediyor. Fransızca'yı Fransız Kültür Merkezi'nde öğrenmiş.. Bu scne Fransa'yagidipmeslegikonusunda eğitim aldıktan sonra gcri dönecekmiş. Kadının saçlan için beyaz boya hazırlandı. Ve saç dipleri önce beyazaboyandı. Yıkandıktan sonra bir sorun çıktı. önce kadın saç rengini beğenSaçlar önce yıkunıyor. medi sanıldı. Çocuğun Fransızcası yetmcy ince salonda iyi Fransızca konuşan birileri aranmayabasjandı. Bulundu. Kadının ne islediği anluşıldı. Saçınagümüş renkli röfle istiyormuş. Röflc için kadının saçları bu kez tekrar yıkandı. Kısacıkkatkatkesildi. Hrsan (on çekti. Sedat kısacık kat kat kesim yaptı. Saçlara jöle sürülmek istendi. Ama Fransız müijtcrininjöleye itirazı vardı. Saç köpüğüne razı oldu. Nalan, sarıs.ın hoş. bir kuafor. Müşterilerlcarasıçokiyi. Şuandabirlngilizlenişanlıy Kesim öncesi mutlaka müşteri ile kuaförü tartı$ıyor. mış. Buyüzden Ingilizcekursunagidiyormuş. Buyazevleneceğinisöylcdi. U7un saçların kesiminde bazenusturakullanıyor. Bunu saçın kalın tcllerini inceltmek için yapıyormuş.. Bu sayede saçlar daha düzgün duruyor. Bu arada kuaförün çaycısı Ayşe de yeni gclen müşterinin isteklcrini yerine getirmek içinkosjturuyor. Nalan kadının perçemlerini kesiyor. Fakat bu ilk kesim beğenilmiyor. Ikinci kcz deneniyor. Pedikür ve manikür ise sessizce hulloluyor. Şakayla karışık,"Size ycni bir ra. Kesim, fön ve dip boyadan toplam on seimaj verclimmi?" kizmilyonliraalınıyor. "Sizde imaj danışmanları da mı var?" Fonda sürekli Batı müziği. (îünboyu hiç Nalan, kadının saçlarını yanlardan kat kat susmuyor. kesiyor. Kesimden sonra fön çekiliyor. Ve Manikür masaları, sürekli yerdeğiştiriyor. saçlartepeden kapartılarak spreyleniyor. SaSürekli birhareket. Kalabalığakarşınyerler çın tüm isji bittikten sonra arkadan ayna tutusürekli süpürülüyor. Manikürcü yeni bir luyor. Kadın mutlu... müşteriy le sohbete başlıyor. Sedat Kamaz, kadın kuaförlerine ilişkin "Aslında benim moralim bozuk. Onun için yapılandeğcrlcndirmelerekatılmıyor. geldim." "Burada kimse birbirini çekisjtirmiyor. "Neoldu, hayırdır." Öy le sanıldığı gibi dedikodu da yapılmıyor. "Es.imameliyatoldu." Ama bir sinema veya televizyon tartışılır. Dışardayağmuryağıyor. Şikâyctcdenyok. Ayşeijunuyapmış, Fatmabunuyapmış. BunHerkes dikkatini manikürünc, makyajına, larkuaförlcrüzerineuydurulmuşşeyler." kaşına gözüne, güzcl olmaya odaklamış.^ MOS'tasatlecebirfbnikibuçukmilyonli Kentten korkmak SELÇUK EREZ O Ünlii müşterilerden biri de Sezen Aksu. Ajda Pekkan sık sık uğrayanlardan... ndokuzuncu yüzyılın ortalarında Ingiltere'de, kentlerde yığılan ve ekonomik, sosyal hiçbir güvenceye sahtp olmayan ışçi sınıfının durumu çok acıklıydı. Bunu, önce edebiyatçılar yansttıp vurgulamaya başladılar: Mesela, Bn. Frances Trollope, 1840'ta yayımlanmış olan "Michael Armstrong'un Yaşamı ve Maceraları", sonra "Fabrika Çocuğu" adlı yapıtlarında Lancashire kentinin pis ve dumanlı çıkmazlarında yarı aç kediler, domuzlar ve köpeklerle beraber çöp karıştıran emekleme yaşındaki çocukları anlatır. Dickens'ın Gaskell'in bu konularda yazdıkları daha iyi bilınir. Karl Marx ile beraber "Komünist Manifesto"yu yazmış onun sınıf mücadelelerinin tarihıyle ilgili düşüncelerinin gelişimine anlamlı katkılarda bulunmuş olan Friedrich Engels'in 1844'te Manchester kenti konusunda anlattıkları Trollope'u ve bu konuda yazmış diğer edebiyatçıları doğrular: "...Bu kentte aşağı yukarı dört yüz bin insan yaşar. Kent, öyle bir şekilde gelişmiştir ki burada yaşayan ve yaşamını işi ya da keyif duyarak yapabileceği gezintilerle geçiren bir kimse, isterse yıllar boyu işçilerin yaşadıkları semtlere uğramadan hatta işçileri bile görmeden yaşayabilir. Bunun nedeni, sanki bilinçdışı bir antlaşma ve konuşulmadan varılmış bilinçli bir karar uyarınca, çahşanların yaşamakta oldukları mahalleler, orta sınıfın sokaklarından kesin olarak ayrılmış olmasıdır Manchester'in sanayi öncesi mahallelerinin eski sakinleri, daha iyi nıteliklere sahıp olan semtlerdeki yeni binalara taşınmışlar ve beğenmedikleri eski evlerini Irlandalılarla karışmış yeni gelenlere bırakmışlardır. Burası halis muhlis bir ışçi bölgesine dönüşmüştür. Dükkânlarında ve birahanelerinde bile yer alan ve ancak iki kişinin aynı anda geçemeyeceği üstü kapalı pasajlarla ulaşılabilen alanlarda göruleceklerln yanında iyi sayılır... Buralarda bulunan ve her turlü ussal planla çelişen, birbirleri üstüne düzensizce yığılmış duran konutlardaki durumu anlatmak güçtür. ... Eskiden binaların aralarında kalmış boşlukların tümü kapatılmış va işgal edilmemiş yarım metrekare yer bırakılmamıştır. .. özellikle Irk Nehri'ne açılan yollardaki açıklıklarında ömrümde gördüğüm en iğrenç konutlara rastladım. Bunlardan bırınde, girişin tam karşısında ve kapalı bir pasajın dibinde yer alan, içine ancak idrar ve dışkı birikintilerine basılarak ulaşılan kapısız bir baraka gördüm. ...Evlerin pek azında var olan tahta ya da taş zemin daima paramparçadır; pencereler ve kapılar ise pervazlara uymaz... Nereye baksanız çöp, pislik yığınları görürsünüz; Ingiltere'nin ikinci büyük, dünyanın da bir numaralı andüstri kenti sayılan bir şehirde bulunmaktadır.." Alman bir tekstilcinın oğlu olan Friedrich Engels, bunları, 1842'de Manchester'e babasının fabrikalarından birinde yetiştirilmeye yollandığında görmüştür. Gördükleri karşısında gösterdiği tepkileri, şöyle sıralamak olasıdır: Robert Ovven'in New Moral World ve Karl Marx'ın Rheinische Zeitung'una bu konularda yazılar yazmaya başlar: İşçileri daha inanca yaşam koşullarına kavuşturmanın yolları üstünde düşünmektedir. 1844'te Paris'te Karl Marx ile buluşup bir yaşam boyu sürecek işbirliğine girişirler: Marxism, bu işbirliği sonunda doğar ve gelişır. 1845'te "Ingiltere'de Çalışan Sınıfın Yaşam Koşullan" başlıklı yapıtını yayımlar; 1848'de Alman Sosyalistlerinin başarısız ayaklanmalarından sonra Ingiltere'ye dönüp fabrıkada ortak olarak çalışmayı sürdürür. Ancak Marxist görüşlerini yansıtan önemli eserleri üretmeden de geri kalmaz: Marx öldükten sonra, Das Capital'in ikinci ve üçüncü ciltlerini yayımlar... Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında Ingiltere'de yürürlükte bulunan bu olumsuz koşullar bugün birçok gelişmekte olan ülkenin bütün kentlerinde yürürlüktedir: Engels'in Manchester konusunda anlattıkları domuzlar dışında Istanbul'un, Ankara'nın, Eskişehir'in ve Izmir'in birçok kenar mahallesinde gözlenebilir. Çağımızın önde gelenlerinin, yönetıcilerinin tepkileri nedlr bu yüzkızartıcı koşullara? Muammer Kaddafi'nin, "Cehenneme Kaçış" (Escape to Hell) başlıklı bir kitabı önce Isviçre'de 1996'da basılmış (Les Editions Favre) sonra da 1998'de New York'ta Stanke tarafından yayımlanmış. Kaddafi, çağımızın kentini şöyle tanımlıyor: "Kent...bir karabasandır; öyle sanıldığı gibi mutluluk getirmez insana ...Gerçekte insanları buraya sürükleyen eglence arayışı değil geçim güçlükleridir... Kent, sosyal ilişkilerin mezarlığıdır. Buraya adımını atan herkes, onun dalgaları üstünde bir sokaktan, bir semtten başkasına, bir ışten diğerine, bir dosttan başka bir dosta kulaçatmak zorundadır. Kentin yapısı gereği, orda yaşamın amacı bencillik ve çıkarcılığı doyurmaya yönelir. Kur'an'da da "Medine'nin ("medine" Arapça'da "kent" demektir ve burada bahis konusu edilen Hicaz kentidir) halkının bir bölümü samimiyetsizlikte ısrar etmektedirler" diye yazılı değil midır? Kentte solucanlar gibi yaşayan insanlar anlamsız bir yaşam sürdürür ve anlamsız ölümle ölürler. İnsan sanki bir mezarlıkta yaşar ve ölür. Kentte huzur ve bağımsızlık yoktur, aklınız sükuna kavuşamaz. Kitaba bir önsöz yazmış olan Pierre Salinger, Kaddafi'nin kentten nefretinin derinliğini vurgulayıp orada yaşamayı, "wad"a yeni Kur'an'da, yeni doğmuş kız çocuklarının canlı gömülmelerini yansıtan kelime ile Friedrich Engels. tanımladığına dikkati çekıyor. Kent iğrençtir, ruhumuzu ve bedenimizi rezil eder; peki, çare nedir? Kaddafi, kitabıntn ikinci bölümünde yol gösterir: "Kaç, kentten, dumandan kaçl Seni boğan karbonmonoksitten ....pislikten, zehirden, sıkıntıdan kaç, kendini duvarların, yüzüne kapanan kapıların baskısından kurtar...bu solucansı yaşamdan sıyrıl ve köye git! Orada yaşamında ilk kez ay göreceksin ve ilk kez gerçek bir ınsanoğluna dönüşeceksin." Işte geçen yüzyıldan bu yana çarpık gelişen kentler ve doğurdukları sorunlara bir Batılı bir de Doğulu tepkisı: Biri, bu kentlerde çiğnenen ve ezilen insanları düze çıkarabilmek İçin yeryüzünü altüst eden bir formülü geliştirmenın yolunu tutuyor; diğeri kaçmayı öneriyor! Kendı ulkesinin değişmez lideridir ama yapılabilecek şey azdır... Inanmazsan Kuran'a bak: Kentli gaddardır, kent pistir; insanı boğar. Son yüzyılın sosyal tarihi bize, kentleri pislikten, boğuculuktan kurtaranların, kaçmayı önerenler, bunun için din kitaplarından gerekçeler arayanlar, bunu yüzyıllarca önceden be"' bir değişmez kabul edenler değil, çağda formüller peşine düşenler olduklarını göstermedi mi? Çağdaş formüllerin biri şu kadar, diğeri ise bu kadar işe yaradı ama tümü, kentlerdeki biçareleri, ışıga ve kurtuluşa, "bu pistir, bu değişmez!" diyenlerin önerilerinden daha çok ve daha çabuk yaklaştırdı.^
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle