Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R A F F İ A N T I KA P O R T A K A L Paul Getty'den Antalya Müzesi'ne skiden beri sevdiğim Antalya, iklimiyle, insanlarıyla hoş bir şehir. llkbaharı, sonbaharı Istanbul'dan oldukça farklı. Yazın sıcağı bile iyi gelebilir insana. Ben genelde sıcak yaz aylarında Antalya Müzesi'ni gezerken bir farklılık da duyarım: Belli bir sessizlik, binanın getirdiği serinlik ve tabii bizleri değişik zaman dilimlerindeki medeniyetlere taşıyan eserler. Bizleri geçmişimize götüren ve yarınlara hazırlaması gereken eserler. Müzeden içeri girerken önce broşür olup olmadığını soruyorum. Kapıdaki görevli bana broşür kalmadığını söylüyor. Son kez 45 ay önce gelmiştim müzeye; broşür yine yoktu. Halbuki Antalya Müzesi'nin değil broşürü, çok da güzel hazırlanmış bir kataloğu dahi var! O güzel katalogdan sonra, şimdi raflar bomboş. Görevliye niçin bu kadar uzun zamandan beri broşür olmadığını soruyorum. O bana, müzenin derneğinin kapalı olduğunu söylüyor. Bu açıklamayı dinleyip broşüru alamadan müzeye girerken gözüm duvardaki bir belgeye ilişiyor. Bu belge, Antalya Muzesi'nin başarısı üzerine 1988'de verilmiş. Avrupa'da başarılı müzelere verilen bir belge. Belgeyi okuyup gururla müzeye giriyorum. Eserlerin sergilendiği kapıdan girişimizde bambaşka bir atmosfer kucaklıyor bizi. Sağda bir çocuk odası var. Ancak bu çocuk odasının işlevi başka. Burada eski eserler sergilenmiş çocuklar için. Çocukların eserlere yakınlık kurmaları için her şey hazır. Çok ince düşünülüp uygulanmış. Burası New York Metropolitan Müzesi'ni çağrıştırıyor bana. New York'ta gördüğüm ve <,ok etkilendiğim bir olayı anlatmalıyım. Kısaca şöyle: Küçük öğrenciler müzeyi geziyorlar başlannda öğretmenleriyle birlikte. Yasak savmak için değil, gezip öğrenmek için eserlerle iletişim kurmak için; bu iletişimi pekiştirmek üzere çocuklara ödevler de vermişler. örneğin bir tabloyu anlatmak gibi veya tablodaki değişik renkleri ellerindeki kâğıda aktarmak gibi. Çocuk odasını bıtırip esas galeriye çıkıyoruz. Şöyle bir etrafımıza baktığımızda ço!. düzenli ve bilinçli bir sergileme sistemi olduğunu görüyoruz. Eserler çok gü E zel sergilenmiş, ışıklandırma gayet keyifli. Eserleri tek tek ve bir bütün içinde algılayabiliyorsunuz. Ve düzgün, doğru açıklama yazıları bize eserleri tanıtıyor. Başlangıç, tabiat tarihiyle ilgili malzemenin sergilendiği kısım. Burada I. Jeolojik Zaman'dan kalan, bıyoloji kitaplarından da adlarını bildiğimiz yassısolun gaçlıları, kafadanayaklılan, mercanları v.s. görebiliyoruz. Bu ufak vitrinleri bitirip Karain mağarasındaki kazılardan çıkan 2 milyon yıl öncesine ait paleotik devir (yontmataş) bulgularını da geçip neolitik devrenin, ilk insanlığın devriminin yapıldıgı 107 bin yıl önceki bulgularını gözlüyorum. Sonra, madeni eserler, baltalar, fırça sapları ve kulak tıkaçları. Tunc çağı'ndayız. Tarih saatimiz I.Ö. 27502500. Koridor bitiyor. Sağa doğru dönüyorum. Değişik bir ışıkta Frig çagı eserler sergilenmiş. OlağanUstu güzellikte maden (herhalde gümüş olmalı) eserler. Takılar, kemerler, taslar l . ö . 800700 yıllarına tarihlenmişler. Ama bu eserler çağdaş estetiklerini sürdürüyorlar. Frig çağına ait diğer gümüş ve fildişi heykelleri de izleyip büyük mermer heykellerin sergilendiği geniş bir galeriye giriyorum. Doğrusu, Frig eserleri aklımdan kolayca silinmiyor. Kocaman Zeus, Athena, Apollon hele Afrodit heykellerine rağmen. Bu insan boyundan da büyük heykellerin çoğu kırık. özellikle başları. Kocman heykeller ayn bir görkem veriyor salona. Yapım tarihleri genelde l.S. 2. yüzyıla ait. Aklıma heykellerin süslediği eski şehirler geliyor. Bulvarları, agoraları ile. Bu heykelleri kendi mekânlarında seyretmek ne kadar keyifli olurdu diyerek geziye devam ediyorum. Karşımda lahitler: Kocaman bir lahdin bir yüzünde kırmızı bir çembere alınmış bir heykel görülüyor. Niçin kırmızı çembere alındığını altındaki açıklamalardan okuyorum: Çember içindeki heykel, zamanında oradan sökülüp ABD'deki meşhur Paul Getty Müzesi'ne gitmiş, sonra geri getirilmiş. Çok güzel. Ya geri gelmeyenler? Yeri bilinmeyeler? Lahid, Herakles'in lahdiydi, unutmadan söyleyeyim Tarihi de l.S. 2. yüzyıl. Yoluma devam ediyorum, bu arada sikkeler bölümünün Antalya Miizesi'nde, Herakles'in lahdinden sökülüp ABD'ye, Paul Getty Müzesi'ne götürülen ve daha sonra "geri dönebilen" heykel: Herakles'in lahdi, I. S. 2. yüzyıla dayanıyor. kapalı olduğunu görüyorum. Şimdi Osmanlı eserlerinin bulunduğu kısımdayım. Benim çok fazla alışık olduğum malzeme sergileniyor vitrinlerde. Daha önceki bölümlerde gözlediğim açıklayıcı yazılar hemen hemen yok bu bölümde. Gezmeye koyuluyorum. Kimin yazdığı, ne zaman yazıldığı belli olmayan Kuranı Kerimler, murakkalar, levhalar. Düşecek gibi duran ahşap bir rahle ve divitler, şamdanlar. Arkamda, beni izleyen çiniler var. Selçuklu çinileri, Osmanlı çinileri. 15. ve 16. yüzyıllara ait İznik çinileri çok keyif veriyor bana. Daha sonra güzel Çanakkale tabakları görüyorum, gemi motifli. 18. ve 19. yüzyıla ait güzel örnekler bunlar. Kırmızı camdan mamul Avrupa işi lambalar, gülebdanlar çok rastlandığı için bunlar pek ilgimi çekmiyorlar. Yine 18. ve 19. hatta 20. yüzyıl giysilerine, bohçalara, "çevre"lere fazla zaman ayırmadan çıkışa doğru ilerliyorum. Beni uğurlayan eserler arasında, yine kimin yazdığı belli olmayan el yazması var. Hilyei Şerif'ler, levhalar duvarda asılı. Bunların karşısında ise çok hoş eski Türk müzik aletleri, defler, kudümler, vs. Arkasından halı kısmı: 19. yüzyıla ait Ladik'ler, Kula'lar. Ama benim favorim, karşımdaki madalyonlu Uşak. (1819. yüzyıla ait). Müze gezimi bitirmeden önce ahşap dolap kapaklarının, ahşap tavanları önünden geçiyorum. Bunlar güzel örnekler. Hele müzelerde bulunması daha güzel. Son zamanlarda piyasada bulunması bana sanki eski binaların yıkılmasını teşvik eder gibi geliyor. Tabii dileğim, bu eserlerin yerlerinde ve sağlam durması. lmkân yok ise de korumak için saklanması, belki de sergilenmesi. Müze gezim bitti. Dışarıda hava sıcak değil çünkü yaza girdik sayılmaz. Henüz nisanın 14'u. 4 19 C U M H U R I Y E T DERGİ 28N I S A N 1 9 9 1S A Y I 2 6 8