Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Adalar'ın otantik taşıtı (ayton geçmişten günümüze kalan kendi yazgılanyla başbaşa bırakılmışlardı öyle. Buraların bir sayi'iye yeri olarak yeniden keşfedilmesi için Tanzimat döneminin başlaması beklenmişti âdeta. O dönemlerde tstanbul'da bulunan Fransızların öncüluğünde bir akın başladi Adalar'a. Türklerin kendi yönetimlerindeki topraklara ayak basmaları ve buraların değerini anlamaları, yabancıların öncülüğüyle gerçekleşmiş oluyordu. Tanzimat'la birlikte Adalar'a çıkan Osmanlı, lstanbul'dan buraya düzenli vapur seferleri koymakta gecikmedi. Kurtuluş Savaşı'nın başladığı yıllardaysa Büyükada, Uzerinde "altı metre" boyunda bir Yunan bayrağı sallanan "Küçiik Atina" durumundaydı! Büyükada'nın en yaşlı muhtarı (doksan yaşırtda) Bilal Ertiirk, gözleri yaşararak anıtnsıyordu o kara günleri. Çarşıda, arkadaşı Mustafa'nın bir Rum tarafından kafasına sandalye vurularak öldürülüşünü nasıl unutabilirdi ki? lşgal kuvvetlerine ait muhriplerin Ada önlerinde demir attıkları, Akasya Oteli'nde lngiliz subaylarının Rum bayanlarla al takke ver kulah hemhal oldukları günlerde, Büyükada'daki Türk sayısı, iki elin parmakları kadar ya var ya da yoktu. Bir iki gözden düşmuş Osmanlı paşası, konaklarda ayak işlerine bakan birkaç köylü, hepsi bu... Ne var ki Muslafa Kemal'in Samsun'a çıktığı günlerde, lstanbul'da örgütlenen millici güçler, her AUah'ın giinü sokaklarında "Zito Venizelos!" diye bağıra çağıra yürüyüşler yapılan Ada'da da gizli bir hücre kurma"yı başarmışlardı. O yıllarda henüz on sekiz yaşında olan Bilal Eıiiirk, bu gizli örgütun elemanlarından biriydi. Azınlıkta olmanın korkusuyla kendilerini açığa vuramıyor, çoğu olayları uzaktan izlemekle yetiniyorlardı. Bu gizli örgütün başında ise bir zarnanların namlı valisi Nevzat Tandogan vardı. En büyük planları, lngiliz subaylarının girip çıktığı Akasya Oteli'ni yakmaktı! Bir türlü başaramamışlardı ama bunu... Plan suyadüşmüştü... Ancak bir süre sonra kendiliğinden çıkan bir yangınla âdeta intihar edercesine çatır çatır yanmıştı otel. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla birlikte adada davullu zurnalı bir kutlama düzenlenmişti. Ancak yukarıdan gelen bir buyruk vardı: "Kimseye hakaret edilmeyecek!" Savaşın sonu belli olunca Rumların büyük bir bölümü tası tarağı toplayıp kaçmıştı bir gecede. Içlerinden bazıları yurtlarından gitmeyi göze alamamışlardı. Gitmeyenler ara en belirgin nostalji öğelerinden birı sında Aleko Mandacı da vardı! Aleko Mandacı, işgal yılları boyunca Osmanlı kalmakta inatla direnmiş biriydi. Elinde tespihi, başında fesiyle dolaşırdı ortalıkta. "Ben bu fesin altında doğduoı, bunun altında öliirüm!" diye direnmişti ötekilere karşı. Kendisine hakaret olsun diye başındaki fesi alıp yırtmışlardı! Ama Aleko'nun inadı inat, inancı inançtı. Zito Aleko! Bugün dillerin, dinlerin ve ırkların bir arada, yan yana yaşadığı bir mozaik görünümündeydi Adalar. Belediye Başkanı Recep Koç'tan aldığımız bilgiye göre Adalar'ın toplam nüfusu içinde on binden fazla bir sayıyla Museviler başı çekiyordu. On bine yakın bir nüfusla Ermeni yurttaşlarımız ikinci sırada; Rumlar ise oldukca düşük bir sayıdaydı ötekilere oranla: Bin, iki bin arasında bir nufusları vardı. Geriye kalansa, Türk ve Müslümandı! Ne kaldıysa artık... Adalar'ın nüfusu yaza ve kışa göre büyük değişiklik gösteriyordu dogal olarak. Yazları üç yüz binlere ulaşıyordu buralarda insan sayısı. Bir yıl boyunca Adalar'a gelen biletli yolcu sayısa ise yaklaşık on milyondu. Heybeliada'nın eski sakinlerinden yazar Zeyyal Sellmoglu'na göre adalar ın pitoresk dokusu bozulma sürecine girmişti çoktan... Mimari dokunun bozulmasının yanı sıra denizinin de beti bereketi kalmamıştı. Balık nesli kurumuştu. Balıkçılık can çekişiyordu. lstanbul'un içi gibi Adalar'da da beton binalar günden güne coğalmaktaydı. Sosyal Demokrat Halkçı Parti tlçe Başkanı Baki Akpolat'ın görUşü de Selimoğlu'yla aynı çizgideydi. Fosseptik çukurlarının kaldırıhp yerlerine arıtmadan yoksun kanalizasyonlann yapılması ve bu kanalizasyonların da doğrudan denize verilmesi, Adalar çevresindeki suyu büsbütün kirletmişti! Eskiden, bakınca suyun dibinde pırıl pırıl görünen çakıl taşları artık görünmez olmuştu. Şimdilerde balık, daha çok lstanbul'dan taşınıyordu Adalar'a. Yakın zamanlara kadar Adalılar dışarıdan balık almazlardı; ama bugün Adalı balıkçılar istavritten başkasını çıkaramaz olmuşlardı. Başkan Recep Koç'sa daha iyimser bir tablo çiziyordu: Adalar StT alanı olarak belirlenmişti ve toplam sayısı 1400 civarında olan çeşitli niteliklerdeki tarihsel yapılara artık dokunulmuyordu. Bunlar koruma altındaydı. Ayrıca yeşil alanları genişletmek için fidan dikimleri yapılmıştı. Gecekondu sayısı, yok denecek kadar azdı Adalar'da. Yalnızca 62 inşaata ruhsat verilmişti>geçen yıl, sonrası dondurulmuştu. Marmara'da balık neslinin kuruduğu yolundaki savJara da katılmıyordu Başkan Koç; olsa olsa bir azalma vardı, o kadar. Yapılan tahliller sonunda, Adalar çevresindeki deniz suyunda yirmi koli basili çıkmıştı ki bu da suyun temiz olduğu anlamına geliyordu. Ayrıca Adalar'daki fayton ve araba atları veteriner denetiminden geçirilmiş, sağlıklı olanlar damgalanmış, ötekilerin çalışmasına izin verilmemişti. Yalnızca atlar değil, faytoncular da kılık kıyafet olarak denetime tabi tutulmaktaydılar: Şapkalarından tıraşlarına kadar... Fayton denilince orada durmak gerekiyordu. Günümüzde, Türkiye'nin pek az yöresinde tek tük kalmış olan fayton, Büyükada'da mebzul miktardaydı. Ahşap köşkler ve çift atlı, lando modeli faytonlarıyla Adalar, özellikle de Büyükada, kadim zamanlann lstanbul peyzajlarını sergileyen bir tablo havasındaydi bugün. Büyükada'da tam 234 fayton çalışıyordu bu mevsimde. Vapurlarla, deniz otobüsleriyle işlerinden dönen beyler, beyza deler, işadamları ve dahi onların mahdumları, zevceleri, cariyeleri, kerimeleri; Eminönii Meydanı'nda mavi otobüs bekleyen gecekondu insanlarını andırır biçimde uzun kuyruklar oluşturarak kendilerini alacak faytonları bekliyordu oflaya puflaya! Adalar'a motorlu taşıt giremediği için Mercedes'lerin, Jaguar'Iarın, BMW'lerin forsu sökmüyordu burada. Akşamın mavi karanlığı usul usul çökerken hafif baygın ıhlamur kokularıyla kendini duyumsatan tatlı bir yel, faytonların anafor olduğu alanda at ve gübre kokularını da havalandırıp burnunuza kadar getiriyordu. Akşam yeliyle dalgalanıp havayı dolduran bu at kokusu bile, size doğal bir ortamı, toprakla başlayıp toprakla biten bir köy dünyasını anımsatıyordu. Evet, Tanzimat'la birlikte Türkler ayaklarını Adalar'a atmışlardı. Ama bu ayak atış daha çok bahçıvanlık, hamallık, köşk bekçiliği, inşaat ameleliği, faytonculuk, arabacılık düzeyinde gercekleşmişti. Ha, bir de Anadolu Kuliibii var, diyeceksiniz. Yerden göğe hakhsınız! Cumhuriyet tarihi boyunca ülkenin yazgısını elinde tutmuş siyaset erbabı, iktisat tüccarı, hukuk bezirgânı, ilim simsarı eski kulağı kesikler; romatizmalı, siyatikli, lumbagolu, şekerli, prostatlı, yüksek tansiyonlu, ağır işitmeli halleriyle kendilerini göstermişlerdi ve de göstermeye devam etmekteydiler. Onlar dahi, Büyükada mozayiğinin olmazsa olmaz "mütemmim cüzü"ydüler... Ne diyordu üstat Reşad Ekrem? "Adalar, en ileri snobizm düşkünleriyle dünyasına kiıskün münzevileri ve mutlak istirahata muhtaç hastalan aynı zamanda hoşnut eder!" Ne yazık ki Ada faytoncuları hallerinden pek "taoşnut" görünmüyorlardı. Türkiye'nin dört bir yanından; Edirne'den, Van'dan, Bursa'dan, Adapazan'ndan, Malatya'dan, Dahası BulgaryaOdan gelen, üç ay boyunca Ada yollarında kırbaç şaklatan, at dehdehleyen insanlar ne yiyor ne içiyor, nerelerde barınıyor, kaç kuruş kazanıyor, kaç akçe derde derman olsun diye arttırabiliyorlardı acaba? * "Faytoncular genellikle borç içindı yaşarlar" diye anlatıyordu, kendisi de yamar bir faytoncu olan Hakan Öziibek. Hakan, doğma büyüme Adalıydı. ll dışından gelenleri pek de benimsemiyordu. Ekmekleri bölünüyordu çünkü. "Atlar, kışın keseden yer. Eğer alları kışın da çalıştıracak bir iş bulamazsanız, çırt gibi yanarsınız. Borçlan gözünuz açılmaz, Arpası samanıydı, kepeği şekeriydi derkeı gırtlağınıza kadar batarsınız borcun içine Kendi yemeniz de var. Hele bir de alınız has' talandi mı, başına bir dert geldi mi, büsbü< tün zarardasınız demeklir. Kışın yazdırdığr nız borçlan kapatmak için bir yükiin daht altına girip yeni atlar almanız gerekir... Biitün bir yaz çalışıp borçlarınızı belki temiz< lersini/.. Ama yeni eelen kışa yine borç yaZ' dırarak girersiniz. İki yakanız bir araya gel' mez, sözun kısası! Dışandan gelen fayton' cular blraz daha rahattır oysa. Yazın atlarlı birlikle ahırlarda, faytonların içinde yati| kalkarak birkaç yüz bin lira denkle>tirir, öy lece donerler köylerine, kentleriııe. Gittikle ri yerlerde hayat daha ucuıdur, kira dertler olmaz, otu samanı bizim gibi palıalı almaz lar. Kışın Ada'da oturan faytoncular hiç i yapmazlar mı. Yaparlar. Günde on beş, yir mi bini doğrulturlar. Ama o kadar işte. At lara gozleri gibi bakmak zorundadırlar, has talanmasın, sakaüanmasın, yaza saglam çık sın diye..." İki at, bir faytoncu, bir de fayton, günd< OzeMıkle pazar günleri vapurlar adalara binlerce Istanbulluyu taşıyor Meybelıada'da çamlar altında yapılan pıknik tüm haftanın yorgunluğuna bıre bir gelıyor 1Î