Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
nbul'un 'Prens Adalan'n Zengini yoksulu, yaşlısı genci, hastası esenı, MüslOmanı Hıristiyanı, Musevisi, yerlisi yabancısı, herkes payına düştüğü kadarıyla Adalar'ımızın bol oksijenli havasından nasıpleniyor... nsefa çeleri Necatl Güngör kşam oluyordu. Gece mavisi, tülden bir örtü gibi kaplamıştı gökyüzünü. Beyaz bir gemi, yorgunluğunu sulara bırakarak geçiyordu akşamın içinden. Gece mavisi rengindeki örlünün tam ortasında gümüşi bir akşam hilali, uçuk sarı bir kavun dilimi gibi belirmiştı Heybeli'nin üzerinde. Bu kentte nicedir mehtap duygusunu yitirmiş insanların üstUnde, öyle mahzun, öyle buğulu, eski günlerin hayaliyle yanar gibiydi. Şimdi nerelerdeydi o her gece mehtaba cıkan, sandalları neşe dolan insanlar? Ne yakamozların oynaştığı sularda aheste çekilen küreklerin hışırtısı ne de kiraz dudaklı, japone kollu, balıketinde hanımlann hep bir ağızdan söyledikleri o nihavent şarkılar... Ne, "Sakın geç kalma erken gel!" tembihini unutmuş Ahmet Rasim Bey ne Bahriyeli Meklebi'nde edebıyat muallımı Yahya Kemal Bey ne de "patpat bahri" ile Babıâli'ye romanlar, hikâyeler taşıyan beyaz eldivenlı Hüseyin Rahmi Bey geçiyordu artık bu sahillerden... Akşam oluyordu, evet. Nazh bir Şehir Hatları vapuru, yorgun hayalini kararan sularda sürükleyerek geçiyordu Heybeli'den Büyükada'ya... Eskilcrin "Bey Adası" dediği, çok daha eskilerde "Prens Adası" adıyla anılan Büyükada'nın şimdiki gizemli güzelliğinin ardında, gözden duşmüş nice Bizans imparator ve imparatoriçelerinin, prenslerinin trajik öyküleri saklıydı. Nereden bileceksiniz? O devirlerde tstanbul adaları sayfıye yeri değil, birer sürgün yatağıydı! Üstat Reşad Ekrem'in diliyle söylersek; Adalar'ın bugunkü hali, bir cinayetin kurbanı olmuş bir bahtsızın naaşı üstüne örtülmüş altın nakışlı bir şala benzer. Adalar, pitoresk bir doğa yapısıyla zengin tarihi anılara sahiptir. Hemen her adımda birkaç yüzyıllık bir tarihin izlerine rastlanır. Çam ormanlarıyla örtülü tepeleri, türlü kır çiçekleriyle bezeli vadileri, Marmara dalgalarının çırpındığı kıyıları, bir zamanlar buralarda taç ve tahtından yoksun kalmış ımparatorların işkenceler, mahrumiyetler ve korkunç bir sefalet içinde inleye inİeye yok oluşlarının anılarını saklamaktadırlar. Osmanlı, lstanbul'u ele geçırmeden bir buçuk ay önce Buyukada Kalesi'nı zaptetmişti. Zaptetmiş, ama bir daha buraya dönüp de bakmamıştı. 19. yUzyüa kadar Adalar, A