Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R AZARIN PENCERESİNDEN Selçuk Erez Sabiha Tansuğ'un koleksiyonu Müzesini bekleyen giysiler yere kolayca oturamıyor, iskemleyi yeğliyor... Bu farkı köylüler hemen anhyorlar. Sabiha Hanım'dan bu açıdan farklı olmasına rağmen, Haluk Beyi de severler, "Bizim için bizim yolumuza düşmüş" diye saygı duyarlarmış. Sabiha Hanım çocukluğunu, koleksiyonunu nasıl oluşturduğunu şöyle anlattı: Humeli köylerinde geçti çocukluğum. Giimülcine, Meşe, Ortaçalı... Gözümü açınca kendimi köyde bulmuştum. Camdan gördüğüm çiğdem çiçekleri bugün bile gözlerimin önündedir... Ağaçlar, çitle çevrilmiş küçucük çiçek bahçeleri birer resim gibiydi. O günleri duşününce belleğimde o köyler canlanıyor. Kabak reçellerinin, annemin yaptığı patlıcan reçellerinin tadı dilimin ucunda oluşuveriyor. öküz arabalarıyla denize gittiğimizi, ağır ağır yol alan kağnıdan kendimi yere atarak denize koştuğumu, lngilizlerin bıraktığı söylenen şamandıraya yüzüp tırmandığımı hatırlıyorum. Düğün durdu; kadınların giyinip kuşandıkları güzel giysileri, cirit oyunlarını, yarışmaları günlerce unutamazdım. Nuhçalı, Ortakışla. Derken 1941'de Türkiye'ye, Akhisar'a göçtük... Tütün işçiliği yaptık köy köy gezip. Her mevsim başka bir köyde kalır, çalışırdık. Her kaldığım köyde bir güzellik gördüm. Sonra tzmir'e yerleştik. Bir süre bebek elbiseleri dikip geçindik. Göztepe Kız Akşam Sanat Okulu'na devam ettim. Şapka dikmesini öğrendim. On sekiz yaşımda bir atelye açıp aileme yardım ettim. 1953'te ağabeyim orada okuduğundan Istanbul'a gittim. Bu yıllarda Nuri lyem'in atelyesinde resme başladım. Karma sergilere katıldım. Yaptığım hep köy ve köylü resimleriydi. Demek ki şehre yerleşince bende köy özlemi ağır basmağa başlamıştı. 1964'te Eyüp'te Piyer Loti Kahvesi'ni restore edip işletmeye başladım. O zaman res pysiler, insanı çevresel, sosyal ve tek •nolojik bilgilere ulaştıran anahtarllardır. (îiysilerin incelenmesi, araştırıcıyı bazen başka yollarla varılamayacak gi/.li kalmış bilgilere kavuşturur. Mesela, Turkiye'deki Sefardi loplumlannın bu açıdan incelenmesi, Sinagog tekstillerinin çoğunun evlerde eskiden giysi, yalak örlüsü, yastık yüzü olarak kullanılan nesnelerden oluşttıruldugunu ortaya vıkarmıştır." Unlu etnograf l)r. Rivka Gonen, "Sephardi Jews in the Ottoman Empire"(Kudus Israel Müzesi Yayını Ed. Esther Juhasz, 1989) başlıklı esere yazdığı önsözde böyle demiş. Osmanlı Imparatorluğu topraklannda yaşayan Sefarad Yahudilerini konu edinen bu önemli eserde gösterilen kaynaklardan biri de Sabiha Tansuğ'dur. Sabiha Tansuğ'un Mecidiyeköy'deki evinde yaşanıı boyunca biriktirdiği paha biçilmez etnografik eserleri gözden geçirirken bu sözlere hak vermemenin imkânsız olduğunu düşünüyorum! 100 komple takım elbise, 300 kadar elbise parçası, takılar, kahve ve hamam takımları ve çok sayıda işlemeden oluşan bu koleksiyonu göslerirken Sabiha Hanım birçok önemli bulgusunu da anlatıyor. Mesela, bugün Anadolu'nun bazı yörelerinde bakır su kaplarına verilen "satıl" ya da "sitil" adının Frigyalıların bir çeşit su kabına verdikleri "situla" adından geldiğini söylüyor. Sabiha Hanım sadece etnografik eşya toplamakla kalmamış, bu nesneleri derlediği köylerde, bu malzemenin üretimi, kullamlışı konusunda notlar tutarak incelemeler de yapmış. Hemen hemen her objenin dosyası var ve zamanla eline yeni bilgi ulaştığında dosyasına bunları ekliyor. Bu bilgileri nasıl derlediğini bir örnekle naklediyor: "Bergama yöresindeyim. Yağcıbedir halısı dokuyan dokuz köyden birinde, Demirli'deyim. Bu köyde su testisi taşımaya özgii bir kilim gördüm. Sahibi Hatice'ye sordum. Bu nedir? Ne hoşsun Sabiha Hanım, sen sırtında testiyle hiç su taşımadın mı? Ama sen şeherlisin. Ne bilicen bizim nasıl yaşadığımızı! İşte biz çeşmeye, sırtımızda lesti, su doldurmaya giderkene gordiigiın arkılıç kilimi sırtımıza atarız. Testiyi onun üzerinde laşırız." O köye gitmeden, köylülerle konuşmadan, bu ufak, tek yaprak kilimin sırtta testi taşınırken kullanılmak üzere üretildiğini, insanların o kilimi sırtlarına nasıl tutturduklannı bilmenize, anlamanıza imkân yoktur. Sabiha Harum'ın aslında köylu olması, çucukluğumı köy öğretmeni olan babasının görev görduğü Batı Trakya köylerinde geçirmiş olması, onun köylülerle kolay anlaşmasına, çabuk kaynaşmasına yol açıyor. Köyden gelmesi köylü olması bu niteliklere sahip olmayanlardan farklı olarak bilgiye ve malzemeye çabuk ve kolay ulaşmasına ve yorumunu daha kolay yapmasına neden oluyor. Eşi HaIflk Bey bütun çahşmalarına, araştırmalanna, seferlerine severek katılrruş... Köy köy gezmişler, uzak kasabalarda kalmışlar... Ama Haluk Bey kent kökenli; Sabiha Hanım gibi "G; "D torasyon denen şey pek yoktu. Ekrem Koçunun, Siiheyl Ünver'in yol göstericiliğinde Nasip lyem'in doğal boyalar konusunda yardımıyla eski saray ustalarını bulup onarttım bu kahveyi. Kenan özbel Hoca'yı da bu ara tanıdım; koleksiyonlarını gördüm. Birden köyü, köylüyü daha çok sevmeğe başladım. Halk sanatının büyüklüğünü, dehşetini kavradım. Nezihe Araz benden Meydan Dergisi için turizm yazılan istemişti. Eşimle yeni tanışmıştık. Nezihe Hanım'ın islediği yazılan hazırIamak için Bodrum'a gittik. Yolda Milas'ta durduğumuzda, çocukluğumda gördüğum "Egribaş geceleri"ni hatırladım: "Eskiden düğiinlerde 'egribaş geceleri' yapılırdı" diyecek oldum. Biz artık cazbaz'la düğün yapıyoruz! dediler. Egribaşlar ne oldu? Sandıklarda kaldı... Birden gözümde canlandı: Yedi yaşındaydım. Bir düğUnde annem başıma böyle bir egribaş başlıgı oturtmuştu. Herhalde Rumelili sarı kafam, Milaslı esmerlerin arasında değişik durmuş olacak ki hoşlarına gitmiş, yüksekçe bir yere oturtup seyretmişlerdi. Annemin sonradan, 'Keşke bir resmini çekseydik' diye hayıflandığını hatırlarım. O gün Milas'ta bir egribaş bulduk. Kafama taktım. Eşim bir resmimi çekti, anama yolladım. Sonra Bodrum'un köylerinde gezip yedi tane başlık bulmuştuk. Koleksiyona böyle başladım. Bir süre sonra zelzele olunca Varto'ya gittiğimde, Batı'da sandığa düşmüş başlıkların orada herkesin başında olduğunu gördüm... Oradan da çok başhk topladım. 1967'de Viyana'da bir Türk Haftası düzenlendi. O haftaya 28 başlık, dört köylü giyimi ve iki beylik kıyafeti (lsfandiyaroğlu ve Germiyanoğlu) ile katıldım. Sonra 1970' de Japonyadaki Expo'ya, 1971 de Paris'te Hotel de Sens'daki sergiye da katıldım. Hasan Esat lşık Bey Büyükclçiydi. Çok yardım etti. Sergiyi Levy Strauss gibi ünlü etnologlar, Musee l'Art et Traditione Populaire'in kurucusu George Henri Riviere gib^ önemli kimseler gezip takdirlerini bildirmişlerdi. Rochildler sergiyi olduğu gibi satın almak istediler... Aynı yıl Belçika Kiiltür Bakanlığı'nın davetlisi olarak Briiksel'de Belçika Kraliyet Müzesi'nde büyük bir sergi daha açtım. 1975'te birçok Belçika kentinde sergiler açtım ve Binche'de açılan Maskeler Müzesi'nde Anadolu Maskeleri köşesini kurdum. Seyirlik oyunlarda kullanılan maskelerdir bunlar. Bu müzenin kurulması sayesinde o küçük kasabaya turist akmaktadır. 1975'te Rotterdamda Volkunkunde'dc, 1976'da Strassburg'da, 198O'de Roma Üniversitesi'nde, 1985'te Köln^ de sergiler açtım. 1988'de Düsseldorf'da, Dresdner Bankta da sergiledim bazı parçalarımı." I urdumuza gelen kimselere tarihi eserler dışında gösterebileceğimiz, halkımızın ince zevkini yansıtan bu tür etnografik eserler ne Ankara'daki Etnografya MUzesi'nde ne Topkapı Sarayı'ndaki küçük koleksiyonda ne Konya'da ne de herhangi bir başka kentimiz de var... "Bir bina bulsanız da bu eserleri sürekli olarak sergilesenizü' dedim... Sabiha Tansuğ, böyle bir imkân aradığını belirtti. Kamuya ya da bir kimseye ait 1500 metrekarelik bir bina sağlandığında binlerce parça eser hazır Türkie'nin en önemli müzelerinden bıri oluşturulmuş olacak. Ortak Pazar'a da yeryüzünün gelişmiş diğer topluluklarına da bizi ulaştıracak yol kültüre, uygarlığa yaptığımız yatırım olacaktır. öyleyse daha ne bekhyoruz? Sabiha"Tansu§Iufı Paris'te fflfie açtığı sergide (soldaki fotoğraf), soldan sağa doğru, Haluk Tansuğ, dönemın Parıs Buyukelçısı Hasan Esat Işık, Fransa'nın Başbakan Yardımcısı Sabiha Tansuğ Ve Sabiha Tansuğ'un koleksıyonundan, aynı sergide yer alan bırtakım Anadolu gıysısı (üstte). 12