Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö Y K Ü Roald Dahl Dilek Ç Gerilim ve korku öyküleriyle tanınan ve bugün kitapları 15 dilde yayımlanarak "en çok satanlar" listesinde yer alan Roald Dahl, Norveç kökenli bir ailenin çocuğu olarak 1916 yılında İngiltere'de cjünyaya geldi. İngiltere'de öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre Kanada'nın batı kıyılarında seyyah olarak bulunan Dahl, Kuzey Afrika ve Arabistan'da bir İngiliz petrol şi/keti adına da çalıştı. İkinçi Dünya Savaşı'na İngiliz Hava Kuvvetleri'nde pilot olarak katılan Dahl, Yunanistan ve Suriye'de görev yaptı. 1942'de kısa öykülehni kaleme almaya başladığında, Washington 'da askeri ataşe idi. Bir süre İngiliz istihbarat servislerinde de çalışan Dahl'ın sav'aş anılarına dayanan ilk kısa öyküleri, yazarı üne kavuşturarak birçok dile çevrildi. Amerikalı sinema oyuncusu Patricia Neal ile uzun bir evlilik yaşayan ve bu evlilikten üç kız, bir erkek çocuğu olan Roald Dahl'ın çocuk edebiyatı alanında da yapıtları var. Yazarın "Switch Bitch" adlı kitabı yakında ülkemizde de yayımlanacak. ocuğun eline eski bir yaranın kabuğu gelmişti, dizinde. Daha yakından incelemek için eğildi. Yara kabuğu, büyüleyici bir şeydi canım, asla karşı duramadığı özel bir sınav getirirdi hep yedeğinde. Evet, diyc düşündü, kabuğu koparacağım, daha koparılmaya hazır olmasa da, ortası yaraya yapışsa da, canım kötü yansa da. Parmağıyla kabuğun kenarlarını dikkatle yoklamaya başladı. Tirnağım alta soktu ve daha dokunur dokunmaz hemen koptu kabıık, o kahverengi, sert kabukolduğu gibi çıktı bir dokunuşta, pürüzsüz, pembe, ilgi çekici küçücük bir yuvarlak kaldı deride. Güzel. Çok güzel gerçekten. Yuvarlağı oğuşturdu, canı yanmadı. Kabuğu yerden aldı, bacağına koydu, parmağıyla bir fiske attt hafifçe, kabuk, çocuğun şu anda oturduğu basamaklardan başlayarak ta ötedeki sokak kapısına kadar bütün sofayı boydan boya kaplayan kırmızıh, siyahlı, sarıh İcoskocaman halının kıyısına indi. Koskoca bir halı. Terıis kortundan bile büyük. Çok daha büyük. Halıyı ciddi ciddi gözden geçirdi hoşnutlukla. Daha önce gözüne hiç çarpmamıştı, ama şimdi, bir . denbire hahnın renkleri gizemli bir biçimde ışımaya, gittikçe parlayıp üstüne gelmeye, gözünü almaya başlamıştı. Bak, dedi kendi kendine, ne olduğunu anladını. Hahnın kırmızı bölümleri kıpkırmızı korlar. Yapmam gereken şu: ta sokak kapısına kadar onlara basmadan yürUmeliyim, kırmızılara basarsam yanarım. Ashnda yanıp kül olurum demek daha doğru. Hahnın kara bölümlerine gelince... evet, kara bölüınlerin hepsi yılan, zehirli yılanlar, çoğu engerek, bazıları kobra, karınlan ağaç gövdesi gibi kapkalın, onlardan birine değersem, beni sokacak ve ben çay saatine kalmadan öleceğim. Ama yanmadan ve sokulmadan öte yana geçebilirsem, yarın doğumgünümde bir yavru köpek armağan edecekler bana. Ayağa kalktı, merdivenleri biraz daha çıkarak bu engin renk ve ölüm dokusuna daha geniş bir açıdan bakmayı denedi. Başarabilir miydi acaba? Yeterince sarı var mıydı? Üstüne basabileceği tek renk sarıydı, bir ona izin vardı. Yapılabilir miydi acaba? Bu yolculuğu hafife almak olmazdı; azımsanmayacak tehlikelerle doluydu. Çocuğun yüzu sapsarı saçlar, iki iri mavi göz, küçük, sivri biı çene trabzandan aşağıya bakıyordu kaygıyla. Sarı, yer yer inceliyordu; biriki tane de oldukça geniş uçurum vardı arada, yine de öbür uca kadar kesintisiz uzanıyordu galiba. Daha dün, tuğla döşeli yolu boydan boya aşıp, ahırlardan ta yazlık eve kadar, bir tek çatlağa basmadan başarıyla yürüyen biri için bu halı büyük bir güçlük sayılamazdı. Yılanları saymazsak tabii. Yılanları düşündüğü anda korkudan baldırlarına iğneler saplanıyordu, tabanları yanıyordu. Yavaşça merdivenlerden indi, halının kıyısına yürüdü. Sandaletli, ufacık ayağını uzatarak dikkatle sarı bir bölmeye yerleştirdi. Sonra öbür ayağını, zaten iki ayağı yan yana zarzor sığıyordu daracık şerite. Tamam! tlk adımı atmıştı işte! Işıl ışıl incecik yüzü nedense çok gergindi, dikkat kesilmişti, eskiye oranla biraz daha solgundu belki, kollarını iki yana açmış, denge tutturmaya çalışıyordu. Bir adım daha attı, ayağını siyah bölüınün iyice üstünden aşırtarak, başparmağıyla ötedeki daracık sarı şeridi kollayarak. lkinci adımdaıı soıııa durup dinlendi, dimdik, kıpiıdamadan. Dar sarı şerit en azından beş metre kesintisiz uzanıyordu önünde, sakınarak yol aldı şeritte, ağır ağır, ipte yürürcesine. Sarı neden sonra yana kıvrıldığında, yine uzun bir adım atması ge rekti, bu kere kötülük saçan bir siyah ve kırmızı alaşımının üstünden aşıp. Tanı yarı yolda dengesi bozuldu. Kollannı yeldeğirmeninin kanatları gibi çılgınca döndürerek dengesini bulmaya çalıştı ve korktuğuna uğraınadan karşıya güvenle geçti yine, dinlendi bir süre. Artık soluk soluğaydı, öyle gergindi ki, parmaklarının ucunda duruyordu hep, kolları iki yana açılmış, yumrukları kenetli. Şimdi kocaman, güvenli bir sarı adadaydı. Bol bol yer vardı bu adada, yuvarlanması söz konıısu değildi, orada bir süre mola verdi, bocalayarak, bekleyerek, sonsuza kadar bu kocaman, güvenli sarı adasında kalmayı dileyerck. Ne var ki, yavru köpeğe kavuşamama korkusu baskın geldi. Adım adım, çaktırmadan ilcrledi, iki adım arasında duralayıp ayağını tam nereye basacağını kararlaştırarak. Bir keresinde yol seçnıesi gerekti, ya sola gidecekti ya saga, o sola giden yolu seçti, çünkü daha zor bir yol olmasına karşın siyahı fazla değildi. Siyah gördü mü, eli ayağına dolaşıyordu. Omuzundan arkaya bir bakış atıp ne kadar yol aldığını anlamaya çalıştı. Nerdeyse yarı yolu bulmuştu. Artık dönmek olamazdı. Tam ortadaydı, geri dönemezdi, yana da sıçrayamazdı. Çünkü halının ucu ta ötedeydi, önünde uzanan bütün kırmızılarla siyahlara bakınca, o iç bulandırıcı bildik korkunun göğsünii yine sıkıştırdığını duydu, geçen Paskalya'daki gibi, Piper's Ormanı'nın en karanlık yöresinde tek başına kaldığı, yolunu yitirdiği o ikindi duyduğu ürkü. Bir adım daha attı, ulaşabileceği uzaklıktaki en yakın küçük sarı dilime ayağını özenle basarak; ama bu kere bir parmağı, siyah bölgenin bir santim içine girdi. Siyaha değmiyordu, değmediğini görüyordu, sandaletinin ucunu siyah bölmeden ayıran küçük sarı çizgiyi de görebiliyordu ayrıca; ama yılan, kendisine yaklaşıldığını sezmiş gibi kıpırdadı, başını kaldırdı, parlak boncuk gözleriyle yanıbaşındaki ayağı süzdü, değecek mi diye. "Sana değmiyorum! Bcni sokmamalısın! Biliyorsun değmediğimi!" Derken, ikinci bir yılan çıt çıkarmadan süzüldü birincinin yanına, başını kaldırdı, şimdi iki kafaydılar, ayağı süzen, cıplak etin göründüğü yere, sandalet kayışının azıcık altına gözlerini diken iki çift göz. Çocuk, parmakuçlarında yukseldi, korkudan kaskatı kesilip ycrinde kalakaldı. Kıpırdayacak yürekliliği göstermeden öncc dakikalarca. Şu adımı çok uzun atması gerekiyordu. Halıyı enlemesine kcsen derin, kımıl kımıl o siyah ırmağı vardı bir kere, ve şimdiki konumunda ırmağı en geniş yerinden aşması gerekiyordu. Öncc atlamayı düşündü ama karşıdaki daracık sarı şerite kılıkılına ineceğine güvenebilir miydi? Bir soluk aldı, bir ayağını kaldırdı, milim milim öne uzattı, öteye, daha da öteye, sonra indirdi, indirdi, hiç değilse sandaletinin ucu saıı şeritin güvencesindeydi şimdi. Eğildi, gövdesinin ağırlığım önde duran ayağına aktardı. Sonra öteki ayağını çekmeye çalıştı. Vargücüyle çabaladı, silkindi, toparlanmaya çalıştı, ama bacaklan birbiıinden çok ayrıktı. Beceremedi. Eski konumuna dönmeyi denedi. O da olmuyordu. Elinden geleni yapıyordu ama saplanmıştı işte. Aşağıya baktı, o derin kımıl kımıl siyah ırmağı gördü altında. Yer yer kımıldıyor, boğumları açılıyor, kayıyor, korkunç, yağlı bir ışıltıyla parlamaya başhyordu. Yalpaladı, kollarını deli gibi sallayıp dengesini bulmaya çalıştı, ama işler büsbütün sarpa sarıyordu galiba. Yuvarlanmasına ramak kalmıştı. Sağa doğru, yavaş yavaş, sonra daha hızh, daha da hızlı son anda içgüdülerine uyarak, düşüşü önlemek için elini uzattı. Işıldayan, kocaman bir siyah kitlenin tam ortasına dalan çıplak elini gördü birden, değerken tüyler ürpertici bir çığlık attı. Dışarda güneş ışığında, evin arkalarında bir yerde, anne, oğlunu arıyordu. ü Türkçesi: Tomris Uyar 21