Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
îh'lı, anormal yakışıklı, müthiş zeki ve nı zamanda sevimli ve kabiliyetli biri. Fat serseri... Ne yaptığı belli değil. Moda ubu arada bir bizi ziyarete geliyor. Kornç münakaşalar oluyor aramızda. Biz ları ziyarete gidiyoruz, gene korkunç mukaşalar. Onların savunduğu 1920'lerin n, biz ise gelmişiz 1940'Iara. Diz/y Gilpie, Charlie Parker ortaya çıkmış, onlar lâ eskide. Olacak şey değil. Bir gün yine yle bir tartışma sonucu epey sert havaesti ve biz ayrıldık. Aradan birkaç gün çti, kapı çaldı, bir baktım Şadan. "Ben ışündüm taşındım, bu bizimkilerin bir vden haberi yok. Ben senin grubuna gir;k istiyorum" dedi. Yani bi/im çeteye kadı. Ben ona yeni plaklar dinlettim, bazı ıklamalarda bulundum. Ondan sonra biz dan'la dehşetli anlaştık. Bir sure sonra L de bir grup kurduk, ama grupta bir tek fesli saz yok. Şadan bu konularda benn biraz daha tecrubeli. "Askerden vşiririz" dedi. Ve biz Bahriye Bandosu'ni) trompetçi Müfil Kiper'i aldık. Ondan nra orduevinden tsmeı Sıral'ı, benim jrhan Taner diye bir arkadaşım vardı, ıu; piyanoya da llham Gençer'ıaldık. Yakısaca gitarda Turhan Taner, davulda ıdan Çaylıgil, kontrbasta ben, piyanoda iam Gencer, tenorsaktsta tsmet Sıral, trom•ıte Miifit Kiper olmak üzere Türkiye'n ilk Pop Seksteti'ni kurduk. Eh! Bir araya gelseniz bugiin de orla;ın tozunu atarsınız. Benim disiplinimle dehşetli bir çaltşayagirdik. Ismet kusardı resmen. Müfit'dudaklan tutmaz olurdu. Değil konuşak, bir şey yiyemezdi. Böyle sıkı calışırk. Taksim Gazinosu'nun bir alt kısmı var. Orada bir kulüp kurulmuştu. Bir caz kubü, bir sanat kulübu, bir gençlik ılubu... Kaliteli bir şeyler olsun isteniyorı. Biz de orada çalardık. Ve Şadan, Max oach gibi davul çalardı o devirde. Amalör çalıyorsunuz değil mi? Tamamen amatör çalıyoruz. Konser •rip alkış alıyoruz, sonra da aletlerimizi ıp gidiyoruz. lşte o kadar. 1947 civarı bu ılattığım dönem. Sonra çalışama/ olduk. jnun bırinci etkeni Taksim Gazinosu'nun tpanması, ikinci etkeni ise herkesin işiyle ıcuyle meşgul olması. Ama temas halin•yi/. Bu kargaşalık içinde kolejden arkaışım Betül Mardin, bir gün kardeşi Arif ardin'i gctirdi. Bana, "Şu şımarık kar•şimi adam el, biz bununla başa çıkamıyoız" dedi. Arif, çok iyı bir ailenin çocuğu, na nasıl şımarık anlatamam. Ben bu 12 ışındaki çocuğun başına çöktünı. Şunu <uyacaksın, şunu dinleyeceksin, şu saatşunu yapacaksın filan diyorum. Sonuçbu benden korktu ve bir hayli derlenip •plandı. Ben ne doverim ne de bir şey yaırım, ama bakışlarım çok sert olduğu içın, ırşımdaki mühim bir şey yapacağımı sar. Ben bu çocuğun kısa sürede mu/iğe uthiş Lstıdadı olduğunu anladım. "Babaı ve Betül'e söyle, sana piyano dersi dırsınlar" dedim. Arif, Uemirhan Altuğ'ııı piyano dersleri almaya başladı. Kısa zaanda o kadar ilerledi ki, başladı komposyonlar yazmaya. Sonuç olarak biz Arif'lc ır şeyler yapmaya karar verdik. Yahudi jlübündeki trombonculardan bıri Arto açaturyan'dı. Arto ve kardeşi Dikran'ın ımeni Kilisesi'nde ve Pangaltı'da muzik ılışmaları yaptıklarını duyduk. Gıttik kojştuk. Bir buyuk orkestra kuımak istiyorrnıış. Eh! Bi/im de arayıp bulamadığımı/ u. Arto, Arif, ben bırleşerek dort trompet, ; trombon, beş saksal'on ve ritm section'an oluşan bir orkestra kurduk. O dönemi' basılı aranjmanlar bulduğumuz gibı, rif'in yazdıklarını da ealıyoru/. Orkestı'da Erdem ve Kaya adlı iki kardeş var. ok kabiliyetli çocuklar. Birı trombon çayor, diğeri tum saksal'on aılesinı. Ayrıca ;ne tronıbonda Nurhan Gurdikyan, tromctte Kemal diye bir çocıık, alto saksta o amanın meşhur muzisyenı Farıık Akel. daulda Rene diye bir çocıık vardı. Beber dıe bir şarkıcı vardı, yarı Frank Sinatra, yarı tilly Eckslein tarzı şarkı söylerdi. Daha aşkaları da vardı, ama isimlerini anımsa N. ota ve aletlerimize tel bulmak konusunda fazla güçlükle karşılaştığımızı söyleyemeyeceğim. Çünkü, Yüksek Kaldırım'da müziği bilip bilmediğimiz konusunda imtihana çekilmek pahasına hem nota hem de tel bulabiliyorduk. mıyorum. Bu orkestrayla epey konserler verdik. Hatta bunlar banda bile alındı. Peki, daha sonra ne yaptınız? Sonra Ismet Sıral'la bir sekstet kurduk. Caz laboratuvan dediğim benim yatak odamda prova yapardık. Bu grupta da Celal Bozsoy ve klasikten ithal ettiğimiz pıyanist Nejat Cendeli, davulda Yalçın, kontrbasta ben, trombette Zekâi Apaydın, tenor saksafonda tsmet Sıral vardı. Bu grupla radyoda da çaldık. Ne yazık ki sonradan bu grup dağıldı. Nedeni, çocuklann profesyonel olmaları. Birtakım yerlerde sabahlara kadar çalıyorlar, benim provalarıma kâfi derecede çalışmış olarak gelmiyorlar. Hatta dudakları tutmuyordu bazen. Giderek provalara bile gelmemeye başladılar. Randıman gıderek duştü. Randıman duşunce de ben ışı kesıyorum. Sevinç Tevs bile bu orkestrada şarkı söylemişti. Gider, beni anneme şıkâyet ederdi. Peki, her şeyi dinleyip plaklardan mı çıkarıyordunuz, yoksa nota bulabiliyor muydunuz? Nota bulabiliyorduk. Getirtiyordunu/ herhalde. Üç beş muzisyenin zor bir araya geldiği bir ulkede kim ticari amaçla nota getirip satar? Yo! öyle demeyin! O devirlerde Türkiye'de çok garip adamlar vardı. Mesela benim bas teli almak için gittiğim Yüksekkaldırım'da bir Papajorjiu vardı. Hâlâ var mı bilmiyorum. Şimdi yok, ama benim gençligimde de vardı. Biz de tel aldık o dükkândan. İşte, o Papajorjiu... Bir tel istersıniz, burnunuzdan getırir. "Hangi teli istediğinden haberin var mı? Çalmasını biliyor musun?" fılan... tmtihan etmeden mal vermez. "Yahıı ai paranı, ver malını." "Hayır!" Eğer ben iyi bilmiyorsam mal vermiyor adam. Bildiğime emin olduktan sonra da, artık cn ıyı teli vermek için yırtınıyor, gözleri yaşanyor. Böyle deli bir adam. Ama bu cins adamlara çok ihtiyaç var. Yine Tunel civarında nota almaya gittiğimiz bir Arnavut vardı. Kuş kafesi kadar bir dukkânda, butun yer gök nota dolu. Öyle, gözluklerirıin arkasında oturur bir ihtıyardı. Yalnız klasik müzik notası satardı. Şimdi gıt adama Alban Berg'in keman konçertosuriun notasını istiyorum de. "Alban Berg'in sen kim olduğunu biliyor musun? Ne yapmış bu adam? Neden keman konçertoMinu istiyorsun?" Eyvah! Oniki ton sisteminden imtihan oluyorsunuı >ani. Evei, inmhan! Cevaplar tamamsa, "Şuradaki bilmem kaçıncı rafı aç, ustten filanca çekmeceyi çek, onun en alltaki nolası odur" deı. Böyle biı adamdı. lşte biz böyle adamlara rastladık. Bu, ne buyuk bir şanstır, bılir misıniz? Nasıl bilmem? Bu gibı ınsanların yuzü suyu hürmetine ba/ı şeyler yurııyordu. Biz muzisyen olarak nota bulabiliyorduk, başkaları da başka şeyler. Darısı gunumıiz gençlerinin başına de>ip, ulkemi/e daha niee nice Cıineyt Scrmetler dile>ip keselim islerseniz. Tesekkurl*r Sa>ın Serme». ^. Yalçın Bey, Süleymanlar global olarak ikiye ayrılır O 3 • Bir Kanunî olanlar, bir de kanunsuz olanlar lşte bendeniz bu ikincileri temsil ediyorum Yalçın Pekştn ve Süleyman Dtmirel (Fotoğraflar: MERT ALl BAŞARIR)