Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HAFTADAN HAFTAYA Mehmed Kemal Bir sabah damda uyanmak Bizi içeri aldıklarında "ceza münferidi" dedikleri yeri gördük. Bir . koridorun üstünde tek tek odalardan oluşan yere deniyordu. Üçümüzü bir odaya koymuşlardı. Oysa isteseler tek tek odalara da yerleştirirlerdi. Tek odalı !<E~ ceza münferidinin tepesinde küçük bir pencere var ışık geliyor. Helası da içerde. Hela çukurunun üstüne bir tahta koymuşlardı. Eğer onu komasalar geceleri fareler çıkarmış. Gençliğimize verdiler bizim demek ki. Enver Gökçe, Şevkl AksH ben yatıyordum. Akşam üstü, tutuklanmamıza nöbetçi mahkeme karar vermişti. Saçlarımızı kesıp, aşıladıktan sonra hava kararmış, akşam olmuştu. İçimize bir gariplik çökmedi desem yalan olur Evı, çoluk çocuğu düşünmeye koyuldum. Geciktiğimiz ıçin yatak, yorgan gelmemiş, betonda kalmıştık. Demek orda yatacaktık. Sonradan öğrendik, yatak yorgan gönderilmişti ama, geç kalındığı için içeri alınmamıştı. Artık yarına. Şevki, güzel türkü soylerdi. Yavaştan yavaştan tutturdu. O yıllarda Ruhi'nin üniversite korosunda öğrettiği türküleri bilirdik. Bir de radyoda 'Bir Türkü Öğrenelim' diye bir saat vardı, orda öğrendiklerimizi soylerdik. 'Sen de çico, ben de cico' gibi bir şeyier. Şevki, önce yavaştan başladı. Sonra durun, soylemeyin falan diyen olmadığı için, sesinin tonunu arttırdı. Mapusane Içinde üç ağaç Inclr Elimde kelepçe, boynumda zlncir Atma bu taşlan kolarım Inclr Bir idamlığı anlatıyor gibi gelirdi türkü. Suçumuz idamlık değildi, ne gereği vardı böyle idamlık türkülerinl İçeri düşmüş soylüyorduk, iştel Tifo, tifüs, bir şey daha üç aşıyı birden vurmuşlardı. Vakit geçtikçe etkesi görülmeye başlandı. Ateş yaptı, ter basıyor, bir titreme geliyordu. Zehirlediler mi bizi diye kuruntulara düştük. Niye zehirlesinlerdi? Suçumuz zehirlik değildi ki!.. Bir dernek kurmuştuk, orda kültürel çalışmalar yapıyorduk. Bırer gizlı solcuyduk. Sorariarsa solcu olduğumuzu bilmezden geliyorduk. Onlar solculuğumuzu kanıtlamaya çalışıyoriardı, bız gızlemeye.. O zamanlar öyleydi solculuk. Gızli sıtma gıbı, gızli solculuk... Devrimciyim de demiyortardı kendilerine, solcu da. Peki ne diyoriardı? Kızanlar Bolşevik diyoriardı. Hapisanede, 'Bunlar mı ha, bunlar Bolşevlkl.." deniyordu. Daha nazik soyleyenter slyasl' diyoriardı. O dönemde siyasetten yalmzca solcular yatıyordu. Karşılarındakiler için daha hapisliği ıcat etmemişlerdi Atatürk dönemindeki istiklal mahkemeli, sürgünlü siyaset kapanmış, İsmet Paşa döneminde tavsamıştı. Kulaklarından tutulup tutulup içeri atılan solcular vardı. Ona da solcu demiyortardı. Bizde solcu ne zamandan beri soyieniyor araştırılmalı. Hapisanede ses seda kesilmişti. Varsa da biz duymuyorduk. Bizim türküler de bitmişti. Söyleyebileceğimiz kadar türküyü zaten söylemiştik. Aşının ve türkünün yorgunluğu üstümüze çokmüştü. Hücrede tahtakuruları, pireler vardı. Yatak yorgan yoktu ki bit olsun! Bitler bir yerlere sinmişlerdi, çıkacakları zamanı gözlüyorlardı. Her yer sessizdi. Arada bir çok uzaklardan tren sesi geliyordu kulaklarımıza... Tren yoluna yakındık. Cebeci istasyonu birkaç yüz metre önümüzdeydi. Aile Bahçesini geçtikten sonra, Konservatuvar, sonra Cebeci istasyonu... Bu trenler nereden gelip nereye gidiyorlardı acaba? Mamaktan geçip Gar'a mı geliyoriardı, yoksa Gar'dan çıkıp Mamak'a, Kayaş'a doğru Doğu'ya mı? Nereden gelip nereye gttseler tren sesleri birer teselliydi. Yalmzca ve soğuk gecenin içinde bize yakın bir sesti tren düdükleri. Cahit Srtkı'nın dizelerini anımsıyordum. Nereye bu gece vaktl Garlp tren, güzel tren Gldişin pek acı geldi Hatıra bir seyler g«tlr»n Tren sesleri ile oyalanırken uyuyup kalmışım. Arkadaşlar da uyuyordu. Kendimizden geçmiştik. Tren sesleri yitip gitmişti. Tepeden bir güneş ışıgı geliyor, içerdeki körieşen sarı lambanın partrtısını yiyordu. Sabahın ilk güneşi doğmuştu. Bizi ceza münferidinde buluyordu. Belli sabah oluyordu ama saat kaçtı. Saatlerimizi de mi almışlardı. Acaba saatimiz yok muydu? Gürültü ile tekmeleyerek kapılar açıldı. Dış kapıydı. Sonra bizimkiler açıldı. "Çorba..." Uzattığı taslan aldık. Kızılay o yıllarda hapislere yemek verirdi. "Bu kadar mısınız?" "Evet." "Geçmlş olsun, Allah kurtarsın!" D SAİRLER SİİRLER Vardığımız yer Vardığımız yer gecenin içinde elikolu bağlı kör bir hüzündür Ve durmadan kar yağar Kar yağıyor hüzüne İçimde sevgiye dair bir selvi sallanıyor amansızca Eşktyanın biri tüfeğini bırakmış kor kor yanan ateşin yanına Sürül şimdi ey şair akpınar gibi karatopraktan Vardığımız yer allı basmalı, çiçekli dallı, avşar kilimleri renginde Ezgisinde dağların uğultusunu taşıyan türkülerdir Işte bu yüzdendir ak bir güvercin düşlemesi insanın Ş. RUHİ SALİH Şiirin umudu Şiirin yaşamımız içindeki yeri nedir? Ya da gerçekten yaşamımızda şiirin bir yeri var mıdır? Bu pek bilinen soruların yanıtını Amerikalı şair ve eleştirmen Randall Jarrell şöyle veriyor: "insan yaşamı şilr olmaksızın insan yaşamı deglldlr." Jarrell, ardından şiirin çağımızda bircok elverişsizlikler altında bulunduğunu da belirtmeden edemıyor. "Böylece" diyor Jarrell, "Onu başka çağda okuyan, başka çağda yazıldığım sanan okuyucu topluluğundan kopmuştur. Şalr gazetelerin, magazinlerln, radyo Istasyonlarının, televizyon Istasyonlarının, halkta gerçek şlirl, gerçek sanatın herhangi bir türünü anlama sığasını yok ettlği bir dünyada yaşar." Jarrell buna karşın yine de umutsuz değildir. Çünkü bütün olumsuzluklara karşın dünyamız hâlâ şairler ve şiir için de olanak dışı değildir. En başta şairler, tüm elverişsizliklere katlanırlar ve katlanmak zorundadırlar. Hâlâ iyi ve güzel, gerçek ve has şiirlerin yazılması bunun bir kanıtı sayılamaz mı? D Yağmur Ihlamur ağacındaki bir tutam rüzgâr Dokunur usulca yalnızlığıma Yağmur kaybolmuş bir anı kucaklar Iner fısıltıyla ıssızlığıma AYTEN MUTLU CARL FREDRİK HİLL Balkondan görünen Gece, bütün kötülüklerin Anasıdır derler. Oysa gece sessiz Gece masum ve güzel... HAYAL KOCAMIŞ Kuşluktaki ölü Yüreğini rüzgâra astılar Ve yüzünü bulutlara , Türküsü biter mi ki ölünce Geceden sabaha Sabahtan geceye Işır sesi Bilincin kuşluğunda SÜLEYMAN BEKTAŞ Motifler Sancılı akşamlara karışır ayrılığın şarkısı... Hırçın bir deniz kıyısından sonsuzluğa yükselip, rengi umut, çıçeği coşku, sesi kuşlarla uçan, gözleri sevinçlenir ve çılgın bir aşk birikir yüreğine., Ve çağlayıp akar gider duygular... O huysuz dalgalarla sürüklenip, en katıksız sevgilerle yoğrulan (ırtınalar, usancın öteki adını çağrıştırır... Gece sıcak, ay hilâl, kumlar suskun bir uykudadır.. Acı karanlığa durmadan göz kırpar yıldızlar. Issız liman, loş iskele ve genç balıkçılar. Sancılar akşamında çalınır yalnızlığın şarkısı... ÇETİN BOÛA Gece şiiri Gün olur belki sarılmak gelir içinden yıldızlara sarılır gibi saf ve arkadaşçasına çekinme hiç yıldızlar serilidir canevimde. ERİM GÜRAYDIN VINCENT VAN GOGH MISRA: Kılavuzun oldu rüzgâr (Metin Altıok) 21