08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 Pera meıarlığından Dolmabahçe (Bartlett) adın. Yanmddanın ucunda, Akropolis'm, Agora'n, hamamların, tunçtan tanrı yontularınla küçücUk bir kenttin. Kuytu lımanından hasat vermez engıne yelken açıyordu koca karınlı gemilerin. lnsanlann ağırbaşlı ve çalışkandı. Nea Roma'ydı adın. Kapıların, porfirden anıtların, Çemberlitaş'ın ve uçsuz bucaksız Hippodrum'un, Hippodrom'unda şımdi Venedik'te San Marco Alanı'nı dolduran ge/gin kaJabalıgına doğru şaha kalkan tunç yeleli atlarınla görkemlı bır Ronıa kentiydin. Gemiler mermer ve altın boşaltıyordu limanlarına. Nedım Cünel'ın htanbul'dan New York'a uzanan "Kentler" dızısını bu sayımızda yayımlamaya başlıyoruz. Gürsel, kentlerin, özellikle de tstanbul kentinin, yapıtlarında önemli ve özel bir yer tuttuğu bır yazarımız. Bu yüzden, "Kentler" dızısinde. Nedim Gürsel'in ızlenımterı ıle öykucU düşlemlen ıç ıçe geçerek özgıin bır yaklaşım oluşturuyor. Cıirsel, bu yazı dizısinı Hıir Berlın Radyosu Bölgesel Türkçe Yayını içın hazırladı. Dizi, Hür Berlin Radyosu'nda önumüzdeki sonbahar yayımlanacak. GUrsel'ın "Kentler" ^dızısını Hür Berlın Radyosu Ttirkçe reda ksıyonunun sorumlu Müduru Erkın özgüç'ün iznıyle yayımlıyoruz. lık dehlızlerı bile aydınlatıyordu ışık. O zaman da bugünku gibi, göç mcvsimiııde leylekler uçuyordu üzerınden. Göğu delen sıvrı minareler yoktu ama Mckke'yc gıden leylekler, turuncu mor bulutlar, yelkovan kuşlanyla karabataklar o zamanlar da vardı. Ve Galata Kulesi'nin gölgesi, evlerin çatılarına, Ceneviz meyhanelerinin sıralandığı dar sokaklara vuruyordu. Lodosun, poya razın ve Boğaz'dan Marmara'y akan balık surulerinle eşsizdin. Sen hep vardın Istanbul! Darı Saadet'ti adın. Ve Ayasofya'da ezan okunuyordu. Gemilerıni karadan yürüten Fatıh bir gül tutuyordu elinde. Eyüp Sultan'da güvercinler sebıllerden su içıyorlardı Adın Darul Hilâfe'ydi. Beyaz taşlar yontuluyor, koca koca kazanlarda kurşun eritıliyor, lınnların ateşinde lalelerle nar çiçeklerının açtığı, çayırlaıın göverdığı ciniler pişiyordu. Ve Mimar Sinan'ın imgelemınde Süleymaniye'nin oylumu, oranları, kubbesıyle kemerleri biçimleniyordu. Arnavut, Boşnak, Rum, Yahudi, Ermeni, Türk, Arap, Çerkez ve Gurcülerden oluşan, Ceneviz ve Venedıklılerle büyüyen bır kalabalık dolduruyordu bedestenlerını. Körler baharat kokularına göre yollarını buluyor, buğday yuklu gemiler Venedik'e, Cenova ve Marsılya'ya yelken açıyorlardı. nun onünden akıp gıdiyordu. Bır sen kalıyordun yerli yerinde Depremler oluyor, evler, camiler, minareler, ıııedreseler, köprüler yıkılıyor, taş ustünde taş kalınıyordu. Biı camınin kubbesı, bır sarayın tavanı çökunce Bizans mozaıkleri çıkıyordu günışığına. Veba, limanlarında kol geziyordu. Boğazda yalılann, konakların, ahşap evlerin çatır çatır yanıyordu. Ama tümü yenıden yapılıyor, depremde, yangında, savaşta öienİerin, vebada yakılanlarm yerını yeni doğan lar alıyordu. Yıllar, yuzyıllar gelıp geçiyordu böylece. Bır sen kalıyordun. Hep vardın çünku Üç denizin bırleştiğı yerdeydın Lygos'tu adın, Byzantıon'du. Adın Darı Saadet, Darül Hulâfe, Darı Devletı Alıyeı Osmaniye idi. Ve tstanbul'du. Yani kentti Evet, kent. Kaç yıl oldu... Kaç yıl oldu denizıne bakmayalı, insanlannı görmeyı, sokaklarında, caddelerinde yurumeyeli, alanlarından geçmeyeli. Şimdi Paris'te Figuier sokağında senden uzak senınleyim. Az önce metroda bir afiş gördüm. Ayasofya melekleriyle yelken açmıştı rüzgârda. Hazreti Muhammed'in tükürüğunden karılan harçla tutturuldu ğu söylenen kubbesıyle kanatlanmış uçuyordu. Bır başka afişte de ışıl ışıldı sular Ma S eni sevmeyi yavaş yavaş öğrendim Istanbul! Onceleri korkarak, çekinerek, sonraları coşkuyla. Yıllar geçti tadına varmam, güzelliğıni, çekicıliğini kabullenebilmem içitı. Seni yavaş yavaş tanıdım. Yabancı bir kadın gövdesini el yordamıyla keşfeder gibi. Oysa sen hep vardın. Delf kâhininin sözlerine uyan Megaralıların kıyılarına gelip körler yakasının karşısındaki yarımadaya yerleşmelerinden bu yana, hatta çok daha onceleri. Kâğıthane Deresi'nin Haliç*e aktığı yerde ılk ınsanlann yırtıcı hayvanlardan korunmak için kurdukları kamış barınaklardan bu yana sen hep vardın. Lygostu adın. Üç yanını çevreleyen su saydam, suda balıkların ışıl ışıldı. Ağaçlar uğulduyordu ormanlarında. Byzantion'du Istanbul Sen hep vardın Istanbul. öncesız ve sonrasız bir zamandaydın. Konstantinopolis'ti adın. Üç sıra aşılmaz surların, surlarındaki mazgalların, kulelerin, bayraklarınla, sarayların, denize bakan taş evlerin ve dindar halkınla, kilisderin, manastırlann, ayazmalarınla, ayazmalarındaki ikonlann, keşışlerin ve meleklerınle büyük bir imparatorluğun başkentiydin. Adın Konstantinopolis'ti. Ve Uludağ'dan bile görülen tarihin ilk kubbesi yıldızh bır gökyüzü, ters çevrilmiş derin bir uçurum gibi Ayasofya'nın tepesıne asılmıştı. Kemerli pencerelerden ıçerıye dolan ışıkta mozaikler, yeşil somaki mermerden dev sütunlar, altın haçlar, gumuş şamdanlar parlıyordu. Tüm kentin halkını ıçıne alabileceİc kadar geniş galerilerı, duvarları, sayısını ancak rahıplenn bildıği karan Saraybumu (W.HSaÛOt) Adın Darı Devleti Aliyei Osmaniye idi. Sadrazamlar, vezirler, kaptan paşalar, şeyhülislâm ve defterdarlar ağır kavukları, savrulan kaftanlarıyla huzura çıkıyorlar, yeniçeriler kazan kaldırıp baş istiyorlardı. Şehzadeler boğduruluyordu zindanlarında. Valide sultanlar, kadın efendiler, hasekiler cariyeler ve siyah ağalar Harem'de susuyorlardı. Sarayın girişinde durmadan akıyordu cellât çeşmesi. Deniz de öyle, Sarayburnuvi denizin, beyaz vapurların, kayıkların, takaların, mavnalarınla, ıstakozların, yengeçlerin ve allı pullu balıklarınla eüneşte parıldıyordun. "AYASOFYA BOĞAZtÇt OTEL VE BALIKLAR 2000 FRANK. GUNEŞ VE DENİZ BEDAVA!' Herkesın, ıkı bin frangı ve biraz vakti olan herkesin ulaşabileceği bir yerdesin şimdi. Bir ben ulaşamıyorum sana. Denizine, Haliç'in kirli, bıılanık suyuna dokunup kubbelerını, minarelerini, kulelerini okşayamıyorum. Kaç yıl oldu... Kıyı kahvelerindeoturmayalı, yuzilmü isli duvarlarına, yıkık surlarına sürmeyeli, tepelerine, burçlarına tırmanmayalı. Kaç yıl oldu çınarlarımn gölgesinde dinlenmeyeli! Şimdi Figuier sokağında, Hotel de Sens'ın avlusuna bakan bu kuytu odada beyaz kâğıtların Uzerine eğilmış seni duşünüyorum. Yavaşça bıçımleniyorsun lambanın ışığında. İşte kubbelerinle minarelerin! İşte cğri büğrü sokakların, genış caddelerın! İşte Boğaz'ın gırışı, Haliç'in kırlı suyu! Ve işte sessizlik! Okulun iç avlusunun, nıezarlıkların, sarnıçlann sessi7İiği. İşte ışık' Kapalı gökyüzünden vuran kulrengı donuk ışık. Üsküdar'ın pencerelerını tutuşturan güneş ve bir Meryem Ana ikonunun karşısında yanan mumun titrek alevı. Galatasaray Lısesı'ndeki yatakhanenin mavı ışığı ve yalni7İığım! Evet yalnızlığım! Yanı senın bağrında sensizliğim! "Ikı şey var ölumle unutulur ancak: Annemizin ve kentımmn yüzu" demiş lstanbullu bır şaır, çok ayrılıklar çok özlemler çekmış bır büyuk şaır. Yuvarlak beyaz yüzunü, çıkık elmacık kenııklerını okşuyorum uzaktan. Islak govdene dokundukça parmaklarım yanıyor. küllerimden doğuyorsun Istanbul! D ÇemberOaş (W.HJ3a4ett) Efriıp saHanndan HaHç (ABom) 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle