Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
:3 :O > Korkunun İstatistiği Patlama korkunçtu. Yükselen duman bulutu mantar biçimini almış ve sanki gökyüzüne asılı kalmıştı. Atom bombası gibi. Hiroşima'yı anlatan bir film geldi aklına. Aynı şeyi Turgut'un da düşünüp düşünmediğini sormak için döndü. Turgut yerinde yoktu! tnanamadı. Patlamanın şiddettyle önünde havalanan tozu uzaklaştırmak için eliyle havayı yclpazeledi. Gözlerini kırpıştırarak baktı. Ama, Turgut yoktu işte! Az önce üzerinde durduğu toprak da yerinde dcğildi... O zaman başını eğdi. Aşağıya bakmak istemiyordu. Görebiliyordu: Turgut tanınmaz halde, koyu bir kan şeridiyle çerçevelenmiş, yatıyordu. öyle olmalıydı. Selim kendisini hep öyle düşlemişti. Ya Turgut? Hiç konuşmamışlardı. Ama mutlaka düşünmüş olmalıydı. "Çıldırıyor u m . . . " diye mınldandı; Turgut yoktu ve o aşağı bile bakmadan bunları duşünüyordu. Baktı: Turgut kırkelli metre aşağıda, başı yana eğik, sırtüstü yatıyordu. Uyuyor gibi... Boynu kınlmışolmalıydı. öylece kıpırtısız yatıyordu işte... Çığlık atmış mıydı düşerken? Kulağını, gecikmiş çığlığı duynıak istercesine dikti. Şu yeknesak "Bip bip bip" seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Birden içinden yiikselen bir çığlıkla sarsıldı. O garip, o sinsi sevinci bastırmaya çalışan bir çığlıkla... ölümden de korkunçtu bu. Düşünmek istemiyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Bu durumda ne yapması gerektiğini düşündü. Habcr vermeliydi. Kurulmuş hareketlerle telsizini çıkardı, açtı: "Koca Yayla" diye seslendi, "Koca Yayla... Yayla 19 konuşuyor..." Karşı taraftan, "Evet Yayla 19" diye ses verdi bir görevli. "Muhendis Turgut..." diye heyecansız bir tonda konuştu o zaman Selim, "Acele güvenlik ve ambulans gönderin. Yerimiz sol yaka, memba, dip savak... Harfiyat yeri. 7amara." Telsizi kapatırken ikircikli durdıı: Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyordu? O, aşağıda yatan insan onun çok yakın dostuydu. Bu dev çukurdaki tek dostu belki de. öyleyse... Duyduğu utançla başındaki kaskı bilinçsizce çıkardı. Güneşi; tepesinde sallanan ateş topunu beyninde duydu hemen. Adeta korkuyla tekrar geçirdi kaskı başına. Aşağı baktı: Turgut'un yanında birkaç kişi vardı artık. O da inmeliydi; daha fazla geciktiremezdi. Turgut en iyi dostuydu. içinden her şeye lanet okuyarak, kaygan toprağı koşar adımlarla aşağı doğru katetti. Turgut'un başında dikilen dört işçi onun geldiğini görünce saygıyla iki yana açıldılar. ötekiler kovandaki arılar gibi hiçbir şeyin farkında olmaksızın "Bip bip bip" sesleri arasında koşuşturuyorlardı. Selim ölunün başında kaskını çıİcararak durdu. Turgut bu sesleri duymuyordu artık. lnanamayan bakışlarla baktı. öyleyse arkadaşı mutlu bile sayılabilirdi. Artık ne bu korkunç sesler, ne yalnızlık, ne de ölüm korkusıı... Bu koskoca vadinin, bu dev oyuğun ortasında huzurlu bir nokta olarak yatıyordu işte. Üzüntü duyamayışının, hatta içinde kabaran şu sinsi sevincin nedeni bu muydu yoksa? tşçilerden biri elini başsaglığı dilercesine onun omuzuna koydu. Sonra ürkek, çekti. Selim dönüp baktı ona. Sonra ötekilere. Onlar gibi olabilmeyi nasıl da istiyordu. Böylesine rahat ve her şeyi kabullenmiş. Ambulans geliyordu. Silkindi. lşçiler anlamamışlardı ama ambulanstaki doktor arkadaşı... Arkasını döndü. Seslerden arabanın durduğunu, doktorun inip Turgut'un başına koştuğunu çıkardı. Az sonra karşısındaydı genç doktor. "Nasıl oldu?" diye soruyordu. Selim başı önünde, "Bilmiyorum..." diye mınldandı, "Birlikte patlamayı izliyorduk. Sonra baktım ki... yok" Doktor kısa bir süre onu süzüp " Y a " dedi kısaca, "Neyse, az sonra savcı burada olur. Ona daha ayrıntılı bir ifade verirsin artık." ı I s Selim, tedirginliği daha da artarak, öylece durdu bir an. Sonra, işçilerin şaşkın bakışları arasında hızlı adımlarla başı önünde uzaklaştı. Beton üretim merkezini geçti. Az ilerde Jumbo'lardan biri, ayaklarını yere dayamış, dev bir kayayı oyuyordu. Bu öğleden sonra vadideki çatlakları örtmek için Turgut'la birlikte beton dolgu işine başlamaları gerekiyordu. Turgut'la birlikte... Geldiği günden beri hiç aynlmamışlardı ki zaten. Geceler boyu aynı sıkıntıyı, yalnızlığı, geleceğe yönelik duşleri paylaşmamışlar mıydı hem? öyleyse neden bu kadar donuktu? Niçin içinden ağlamak gelmiyordu? Erkek olduğu için mi? Yoo, nişanlısından, Tülay'dan ayrılıp buraya gelirken bile nasıl ağlamıştı. Ucunda ölüm yokken bile. Yok muydu? Elini bunaltıyla başına götürüp saçlarını çekiştirdi. Son zamanlarda artık düş bile kuramıyorlardı... Birden kulağının dibinde patlayan bir "Bip bip b i p " sesiyle sıçradı. Şu dev 777'lerden biri geri geri üzerine geliyordu! önce yavaş yavaş geri çekilmeye başladı Selim. Kamyonıın durmadığını görünce bağırmaya başladı. Ama bu gürültude şöforün duyması olanaksızdı. Koşmaya başladı o zaman. Tepeye doğru tırmandı. Ancak az ilerde bir dozer, önUne takılmış dev bıçakla toprağı düzeltcrek yol açıyordu. Selim iki dev boyutlu aracın arasında panik içinde durdu. Giderek artan bir çaresizlikle çevreye bakarken 777'nin durup damperindeki kumu boşalttığını gördü. "Çok şükür" diye soluğunu bıraktı. 777'nin geri vitesteyken çıkardığı "Bip b i p " uyarı sinyalini son anda da duymasaydı... Tanrım, yaşam ne kadar pamuk ipliğine bağlıydı burada. Başını kaldırıp, hem kendi ekseninde hareket edeıı hem de aşağı yukarı inip çıkan dev vince baktı. Kafesinde insanlar vardı. lşçiler. "Korkusuz işçiler" derdi Turgut onlara, gülerek... Şimdi şu kafes bir kopsa... Az ilerde çelik paletleriyle bir kepce, toprağı kazıp kaldırarak bu yana doğru tırmanıyordu. Ama şoför onu görmüştü; elini kaldırarak selamladı genç mühendisi. Selim aynı tedirgin yüzle belli belirsiz karşılık verdi ona. Bu halde daha fazla dolanamazdı ortalıkta. Hem neredeyse öğle tatili olacaktı. Havai hatta ulaştığında, araç, içindeki kişiyle hareket etmek üzereydi. Yukarı tırmanırken adamların yüzlerine baktı; olayı henüz duymadıkları bclliydi. Söylemeyi düşündü, vazgeçti hemen. Şimdi sorular... Dışarı baktı. Derivasyon tuneline su verebilmek için yapılan birinci batardo çoktan bitmişti. Ana batardo, yani baraj da çok yakında şu azgın nehrin karşısına taştan bir canavar gibi dikilecekti. tnsan yiyen bir canavar gibi. Çimento, taş, demir, et, kan... Mühendis Adnan'la Vahap birinci batardo yapılırken ölmüşlerdi. öteki mühendis arkadaşları, tsmail, Mustafa, Türker ana batardo yükselirken memba tarafında; Namık da mansapta yitirmişti yaşamını. Turgut yedinciydi. Birden irkildi. "Yedi, yedi, yedi" diye tekrarladı farkında olmaksızın. "Yedi..." Beynini zorladı; neydi bu sayının sırrı? Yanıt bulmak istercesine tek rar baraja baktı. Gözleri, kızgın güneşin, nehrin sularına vuran şavkıyla kamaştı; başını çevirdi. Biri lokantaya, öteki misafirhaneye giden yol aynmında kararsız durdu. Lokantada birileri olabilirdi; o ise henüz kimseyle yüzyüze gelmeyc hazır değildi. Misafirhaneye doğru yürüdü. Turgut'la ikisi bekâr oldukları için burada, yan yana odalarda kalıyorlardı. Evli mühendisler ve yöneticiler lojmanlarda yaşıyorlar, işçiler ise ayrı bir yatakhancde yatıp kalkıyorlardı. Bu gece misafirhanede yapayalnız uyuyacaktı. Gün ortasının insanı pelteleştiren sıcağına karşın titredi birden. Odasına girip ayakkabılarıyla yatağa uzandı. Başında kaskın sertliğini hissetti o zaman. Bezgin bir yüzle çıkarıp fırlattı kaskı. Yapışık kardeş olmuşlardı onunla adeta. Bir yatmadan yatmaya... İşçiler ise hemen hiç takmazlardı. Kaç kez bağırarak uyarmıştı onları Selim, ama dinleyen kim. "Alnımıza burada ölmek yazılmışsa, bir kötü kask ne yapsın be mühendis bey?" diye biraz alaylı yanıtlarlardı onu. "Korkunun ecele faydası yok beyim " diye bilgiç bilgiç başlarını sallarlardı bazen de. Selim ilk kez acı bir alayla gülümsedi. Onlar kazanmıştı. Turgut ölürken başında kaskı vardı. Gözlerini yumdu. İyi bir şeyler düşünmeliydi. Şu kısır yaşamında onu mutlu kılan bir şeyler. Döndü, komodinin Ustünde duran fotoğrafa, TUlay'a baktı. Bu fotoğraf da olmasa yüzünü tümden unutabilirdi onun. Kimbilir ne vakit bir araya gelebileceklerdi? Evlenip onu da buraya getirmeyi dUşünmUştü kaç kez. Bu, içinde yüzlerce insanı barındıran küçük kente. Bu dünyadan kopuk, bozkırın ortasında tellerle çevrili, adına "baraj inşaatı" denen dev oyuğa.. Hep vazgeçmişti sonra. Sevdiği insana bunu yapmaya hakkı yoktu. Yalnızlığına onu da katmaya... Korkularına... Ama bir kadının sıcaklığına öylesine ihtiyacı vardı ki şimdi. Aklına, uzaktan gelen işçiler için bazı aracıların getirdiği kadınlar geldi. Hayır o yapamazdı. O mühendisti. Hem... o yapamazdı. "Tanrım neler düşünüyorum!" diye dehşetle mınldandı. Turgut ölmüştü ve o bunları... Parmaklarıyla alnını ezdi. Biraz uyuyabilseydi. Sığınabilseydi... Ama şu "Bip bip b i p " sesleri. Bir saatlik öğle tatili dışında, günün yirmi Uç saati, tüm vardiyalar boyunca süren bu uyarı sinyalleri bile insanı deli etmeye yeterdi aslında. "Gerçekten deliriyorum galiba" diye geçirdi içinden. En yakın dostunun ölümü karşısındaki duyarsızlığı yeterdi bunu kanıtlamaya. Uyarı sinyalleri giderek azalıyordu. Ve sonra tümden kesildi. Odanın içinde ve dışında yoğun bir sessizlik vardı artık. Bir süre öylece yattıktan sonra doğrulup dışarıyı dinledi. O yana doğru ayak sesleri geliyordu sanki. Turgut... Zıplayıp oturdu yatakta. Sağlıksız bakışlarla duvarlara baktı. Patlamayı anımsadı. Duvarlar kaya parçaları gibi üzerine yıkılıverecekti şimdi! Bilinçsizce eğilip kaskını aldı, başına geçirdi. Yatağın üzerinde, kollarıyla kendini sararak oturdu bir süre. Sonra kalkıp kapıya yürü dü: Kimseyle yüzyüze gelmek istemiyordu ama yalnız kalmak da sinsi bir işkenceydi. Lokantaya girdiğinde öteki üç mühendisten ikisi, Süleyman'la Ahmet masalardan birinde, başları önlerinde oturuyorlardı. önlerindeki yemeğe dokunulmamış gibiydi. Duymuş olmaîıydılar. Onları uzaktan selamlayıp her akşam Turgut'la birlikte oturdukları masaya yöneldi farkında olmaksızın. Ancak birkaç metre uzakta durdu birden. Oraya oturamazdı. Başka bir masaya çöktü. Hüzünle baktı sonra: Her gece Turgut'la, yeşil çuhanın örtüldüğü şu masada karşılıklı otıırup rakı içerek; lavla, bezik ya da satranç oynuyorlardı. ö n lerindeki oyundan başka bir şey düşünmemeye çalışarak... Bir de TV odası vardı yan tarafta ya, onlar hiç izlemezlerdi televizyonu. Kendilerinin dışındaki dünyayı görmek sanki daha çok acı verecekti onlara... Döndü, tutuk bir halde öteki iki mühendise baktı. Onlar ne düşünüyorlardı acaba? Aynı korkuyu duyuyorlar mıydı? Üstelik karıları, çocukları da vardı onların. Baktığına pişman oldu. Kalkmış ona doğru geIiyorlardı. Ya yüzünden duygularını, düşüncelerini okurlarsa? Yaklaştılar; Süleyman üzgün bir yüzle, "Başın sağolsıın Selim'cim." dedi. "Sizin d e . . . " diye yüzünü eğerek mınldandı Selim, hemen. "Nasıl olduğunu biliyor musun?" diye sordu sonra Ahmet. Selim başını sessizce iki yana salladı. "Galiba fünyeciler dinamitin dozunu fazla kaçırmışlar." dedi, o zaman beriki. "Turgut da gevşek bir şevdeymiş o sırada herhalde." diye ekledi Süleyman da. Selim, "Neyi değiştirir bunları bilmek?" diye geçirdi içinden, "Öldü işte o . . . " Sonra üçü birden ölüye saygı duruşunda bulunurcasına sustular. Sessizliği lokantaya giren ayak sesleri bozdu. Üçü birden döndüler: Bölge müdürü ile dördüncü mühendis thsan, hızlı adımlarla o yana geliyorlardı. Ihsan iki adım önlerinde durdu ve kanşmış bir yüzle, "Turgut'u şimdi duyduk" dedi, "Başınız sağolsun..!' Bölge müdürü de ellerini iki yana açarak sıkıntılı bir suskunluğu koydu önüne; sonra, "Aynı günde iki kötü haberi paylaşıyoruz arkadaşlar" dedi. Başlann kuşkuyla kendine döndüğUnü görünce, "Sağ yakadaki cebri borular yamacındaki çatlakla ilgili..." diye açıkladı hemen, "Analiz sonuçlarını aldık. Çatlağa ek beton dolgu yapılması gerekiyor..." Süleyman sıkkın bir yüzle, "Barajın açılışını ne kadar geciktirir b u ? " diye sordu. "Valla, en az bir yıl" diye yanıtladı bölge Müdürü. " İ y i . . . " dedi Ahmet o zaman acı bir gülümsemeylc, "böylece bir yıl daha işsizlik sıkıntımız olmaz." "Tabii bu durumda ihtimal hesapları da değişir..." Bölge Müdürüydü bu. Durgun bir yüzle baraja bakarak söylemişti bu sözleri. Herkes aynı durgunlukla başını öne eğdi. Bir tek Selim şok olmuşcasına Bölge Müdürüne bakıyordu. Evet, buydu işte! Sonunda bulmuştu, Turgut'un ölümünün içinde yarattığı o sinsi sevincin nedenini. İlk günü anımsadı. Buradaki görevine başladığı ilk gün bölge müdürü verdiği brifingde, öteki baraj inşaatlarının deneyimi ve sonuçlarına göre bu barajın inşaatı sırasında meydana gelmesi beklenen tahmini iş kazası ve ölüm oranından söz etmişti. Barajın bitim süresiyle çalışan işçi sayısı oranına göre bulunuyordu sonuçta kaç kişinin öleceği. Kaç işçinin, kaç mühendisin... Selim hesap adamıydı. Hemen kafasında bir hesap yapmış ve baraj bitene dek yedi mühendisin öleceğini bulmuştu sonunda. Bu hesabı yapmış ve sonra unutmuştu. Unutmayı seçmişti. "Yedi..." diye mınldandı. Turgut ölen yedinci mühendisti. Bu hesaba göre... Birden dehşetle durdu: Ne demişti müdür az önce? "Bu durumda ihtimal hesapları da değişir..." Evet, herşey değişmişti şimdi. Baraj bir yıl daha sürerse... O zaman en azından bir sekizinci. Sırtından, onu iliklerine kadar titreten bir ter boşandı. Döndü, buz gibi bir yüzle baktı meslektaşlarına ve içlerinden birinin yüzünde ölümün gölgesini aradı, umutla....