22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

"Ögrendyken bu satonda bir sergi açnuştık. Ahıtıcl Haşim kız okulıında hocaydı. Bir gün Haşim, kız ögrencileri almış, buraya gelmişti. Sergiyi gczerken resimlerin önündc duruyor ve kız ögrencilere baştan aşağıya bizim aleyhimizde bilgi vehyordu. Yani tablular hakkında aleyhte konuşuyordu. Ben de o /.aman üğrenci temsilcisiyim. Hemen arkadaşlara durumu anlatlım. Şeref (Akdik), Nurullah (Berk), Cemal (Tollu)'yla, bizi balırıyor, kovalım dedik. Nasıl kovarsın yahu, koskocamun hoca. Ya çıkmazsa dedim. Bi/ biliriz yapacagımızı dediler. Ahmel Haşim'in yanına gittim. Tam da benim resmimin unündeydi. Beyefendi, liitfen salonu lerketmenizi rica ediyoruz, dedim. Anlamadım dedi, şaşırdı. Buradan lülfen çıkınız dedim. Cıkma/sam ne olacak demeye kalktı, karga tulumba çıkartmak zorunda kalırız dedim. Bir dakika diycrek kızlara, Nazmi Ziya'nın odasına çıktı. Biz de oraya gittik, kulagımızı kapıya verdik. Ama bir şey işikmiyoru/. Sonra odadan çıktı. Kı/ları urada bırakarak merdivenlerden hiddetle inip gitti. Sonradan Maarif Vekâleli'ne bir istida verdigini işittik. Beni kastederek ya o ögrenci, ya ben diye. Nezarellen tahkikat yapmak iizere buraya kâğıt yazılıyor. Nazmi Ziya tahkikat yapıyor. Ziya'nın bu tavn takdire şayandır. Cevap yazıyor: Yapılan tahkikal neticesinde bu ögrencinin suhu taksirinin olmadıgı beyan edilmiştit diye. O /.aman Haşim, istifa etmck zorunda kaldı." mış olacam ki, kısaca birkaç kere öksürdü. Rafet Paşa, Ankara temsilcisi olarak, Osmanlı imparatorlugu'nu teslim almaya gelmişti. Bu resim o giin çekildi." :O Alacakaranlıkta Yuruyordu. Yol kavşağında trafik ışıkları kırmızıda: Hava kar yağışlı. Yumuşak... Gök, gitgide griden kurşuni renge dönüşüyor. Sokak lambaları yandı. Ortalığın alacakaranlığını sildi. Kar bastıracağa benziyor. 'Böyle giderse her yer beyazlaşacak. Sabaha kalmaz tutar' diye düşündu. Sokaklar, daha kalabalık değil. Biraz sonra akşamın gitgeli başlayacak. Yollar, caddeler, nıeyhaneler dolar. Cîece kuşanır güzelliğini.. Kar yağdıkça hava kirini atar. Derin bir soluk alası gelir insanın... Iki kadeh de parlattın mı? Günüıı yorgunluğu gider. Yeni yıkanmışa döner beden. Silinir çöken akşamın sıkıntısı. Çiçekler açar yüreğin bir köşesinde... Mutluluğun ortaklaşa paylaşıldığı, kiınliği acık seçik belli, bir başka yaşanmış gece gelir, yerini alır güncel akışın icinde. Bir tomurcuk olur dalın ucunda, güzellikler açar: "Yıldızlar ne kadar parlak!" "Çok gü/el bir gece..." "Serinlik çıktı." "İstersen içeriye girelim." "Vapıırun açık, üst güvertesinde oturalıın, derken gündüzün sıcağına aldandım!" "Ceketinıi vereyim, üşürne..." "Yok, istemem. Siz üşürsünüz sonra. Terlisiniz!.." "Bana serin gelmiyor hava. Gerçekten vereyim ceketimi." "Öyleyse kolunuzu koyun sırtıma, yeter..." Kolunu buğulu bir sıcaklık tüten sırtına koyunca, ipek bluzunun altında teninin kıpır kıpır canlılığını duydu. Yeşil yandı yürüdü. Kırnıızı yandı, durdu. Yerler yavaş yavaş kar tutmaya başlaınıştı. Sıra sıradizili arabalann ardındaki lambadan fersiz ışıklar yansıyor yola. Yağan kar, çizgi çizgi bölüyor ön camda güruntüyü. Rcnkli ışıklar, titreşimli cümbuş içinde. Uzayıpgidiyor yol boyunca... Yürüyen çift sıralı, kesintili aydınlık çizgide, kimi kırmızılar yanıp sönüyor. Tekerleklerin savurduğu kar, ince tül indiriyor ışıklara, sonra yavaş yavaş kalkıyor. Frene basıldıkca arka lambalar bir yanıp bir sönüyor. Ön camın ustünde silecekler, bölUnmüş iki yarım yuvarlakta acele gidip gcliyor. Yan yana düşcn kar cama dcğincc, kıicük havayi fişeği görüntüsünde önce patlıyor, sonra yayılıyor. Üstünden silecekler geçince de eriyip son buluyor yaşamı. Bir varmış, bir yokmuş anlamında... Sileceklerin sıııırı dışına düşen kar taneleri üst üste kalınlaşıp sertleşiyor, büyüyor. Gitgide kayganlaşıyor yol. Her sokak lambasıyla kcsişildiği yerde farlann ctkisi azalıyor. Geçilince derinlemesine ıızuyor beyazlıkta... Gelir geçmişin am olmuş guzelliğinden bir kesit daha, günün yaşamı içine karışır... Sırtına koyduğu kolunu oynatmaktan çekiniyordur. Bir iletişim işlevi gorıiyor sanki o duruşu. tç bayıltan sıcaklıkla oradaıı geçen bir ürperti, tüm bedenine dağılıyor. "Kolunuz uyuştu mu? Isterseniz çekin artık." "Yok yok, bir şey olmadı." "Dogru mu?" "Hiç kuşkusuz... Yarın ne yapıyorsun?" "Evdeyim. Pazar..." "Akşam üstü?.." "Boşum." "Buluşalım, bir yerlere gideriz." "Olur..." Ertesi gün akşamüstüne dek /aman durur. Bitmez gece. Yarın gelmez olur bir türlü... Oysa sonra, nasıl geçıniştiı günler, geceler, aylar!.. Şitndi çok u/aklarda kaldı geçmeyen zaman, gelmeyen yarınlar... Karın kalınlığı katmerleşiyor. Arabanın içi ısındı. Yavaştan caınların buğusu dağılıyor. öndeki arabalar savuruyor ince ince karı. Yolda uzayıp giden dar lastik izlcri genişleyerck derinleşti. Parlak beyaz rengi kirlendi. Yolun deminki kayganlığında şimdi, kül bir ağırlık var. Önde giden arabalann, uzaktan görüncn arka arkaya sıralanmış ışıkları, akpak bir gerdan Ustünde, dcğcrli taşlarla süslü kolyeye benziyor. Yoldan sapmalarda ateşböceklerini anımsatan, yanıp sönen, küçük sarı işaretler, kimi yerlerde ışık takısını koparıyor. Bir başkası onun yerini duldurunca dizide oluşan boşluk doluyor. Yeşil yandı, geçti... D J Bir zamanlar Sanayii Neflse Mektebi olan Bülbül Tevflk Pafa Konağı, şimdl Kız Meslek Lisesi olarak kullanıiıyordu. tkl üstat, yıllar sonra kapının önünde böyle poı verdller. En yaşlımızdı ama Bu arada Mahmut Cuda etrafı dolaşıyor, bir yandan da okulun değişen şekli ve bölmelcr hakkında bilgi veriyordu. "Burası koridordu, fakat biz aynı zamanda lıeykel de calışırdık. Şu kısımda yalnız yaglıboya model calışılırdı." Peki hocam, kaç kişi öğrenim görürdüııü/ bu atölyelerde? "4050 kişiyi geçme/di sanırım" dcdi Cuda. Bııgün isimlerini bildiğimiz hangi ressanılar çalıştı bu atölyelerde? "Aklıma gelenleri hemen sayayım; Ali Çelebi, Zeki Kocamemi, Ralip Aşir, Refik Kpikman, Şorek Akdik, ben, Klif Naci". Pcki efendim, Eşref Üren yok muydu aranı/da? "Kşref yoklıı. O aslında en yaşlımı/dı. Naci'den de yaşlıydı. Ama herkeslen kıdemsizdir. Yaşına bakıp en kıdemli sayılır, degildir. Hamil Görele de ftyle..." O ara, duvarda asılı birkaç yaglıboya tabloyu göstererek sordum. Bu resimler sizin zamanınızda var ınıydı? Kimindir acaba, biliyor mıısunuz? "Doktor Hikmet Bey'imdlr. Buradaki bütün resimler onundur. Çogu, pentiir kalitesi olan resimlerdir. Müze müdürüydii zaten kendisi." Sarı saçlı mavi gözlü bir hanım Naci beyin anlattıklarının ardından Mahmut Cuda süzü bürdüruyor: "Cumhuriyet hükümeti Avrupa'ya ilk bu okuldan ögrenci gönderdi. Miisahakalar bu okulda yapılırdı. Kız okulu ayrı, crkek okulu ayrıydı. Müsabakalar nedeniyle kızlar da gelip bıırada calışırlardı." Buranın dı>ında bir de ki7İarının okulu olacaktı. Inas Sanayii Nefise Mcktebi'ydi eski adı galiba. Onun yeri neredeydi biliyor rnuMinu/? "Beyazıt'ın arka taraflarında, Soganaga Mahallısi'nin oralardaydı" diyor Cuda. Ardından Elif Naci ekliyor, "Mamat'ih ben yerini pek bilmem, vünkü kı/ları köşe başında beklerdik". Devanı ediyor: "Bakın si/e bir hikâye anlalayım". Mekke komutaııı Fevzi Paşa vardı. Paşa'nın torunu lclâl Hanım isminde bir hanımdı. Bu hanımla biz bir gün Pcyanıi Safa'ya gideceğiz. Safa, Çengelköy'de oturuyor. Bu okulda, ben seni bekleyeceğim dedim İclâl'e. Buranın arka bahçesi vardır, bekliyorum kendisini. O zaman bahçede dut ağaclan var. O gelmeden önce ben eyepce dut yedim, üstüne de su içtim. Muthiş bir ishal başladı bende. Ana nasıl, tutulacak gibi değil. Devamlı tuvalete taşınıyorum. O sırada Iclâl kalktı geldi. Bana, hadi gidelim dedi. Anlamadım!... Hami Peyami Safa'ya gidecektik diyor. Yok efendim öyle şey. Çünkü gitmeme imkân yok. Zavallı kız, müthiş bir şekilde hayal kırıklığına uğradı. Küskün küskün geri döndü. Ve Peyami Safa'ya gidemedik. Efendim, şayanı hayret bir şey, Iclâl bundan bir hafta sonra, Beyazıt'taki Türk Ocağı'nın 8. katından kendini aşağıya attı, kemikleri kırılmış. Hastaneye kaldırılmıştı. Ressam Refik Epikman'la birlikte kalktık gittik. Fevzi Paşa'nın torunu Iclâl Hanımı aradığımızı, görmek istediğimizi söyledik. Iki gün oldu öleli denildi. Iclâl Hanım ölmüştü. tşte efendim, bu okula yıllar sonra gelmemiz, bu hazin anının bir kere daha hatırlanılmasına sebep olmuştuı." Eski anıları anlatırken bir yandan da iki usta kendi aralarında birbirlerine takılnıaktan geri kalmıyorlardı. Mahmut Cuda, Klif Naci'ye dönerek "Naci bu dtinyada bir iz bırakmadın, ama ben hıraktım" dcmesine karşın Elif Naci, oralı olmadı. Arkasından ne geleceğini biliyordu. Cuda bize dönerek de.am etti. "Kvvelki sene evin oııııne helon dukülmiiştü. Ben de üstüne basınca, ayakkabıların izi kaldı...". Elif Naci, "Ne yapalım kardesim, bi/im evin önii Arnavul kaldırımı" dedi. i J Bülbül Tevflk Paşa'nın Konagı Gezimizin ikinci durağı, demin de belirttiğimiz gibi bugün Kız Meslek Lisesi olarak kullanılan Bülbül Tevfik Paşa'ııın konağıydı. 1866 tarihinde Sadaret Müsteşarlarından Tevfik Paşa tarafından yaptırılan konak, Cağaloğlu'nun arka sokaklarında, işyerlerinin urasında son donem Osmanlı Mimarlığı'nın lipik özclliklerini yansuan bakımlı bir binaydı. Daha önce Elif Naci'yle konuşmamızda, bu okulun bahçesinde o günlerde çckilcn bir fotoğrafı getireceğini soylemişti. 88 yaşına rağnıen belleği çoğu /aman insanı >aşırtacak ölçüde kuvveılidir [ilit Naci'nin. Nitekim fotoğrafı unutmadı, getirdi. Okulun bahvesinde ı;antasındaıı vıkardı, anlatmaya başladı: "Bu resim, bu bahçede çekildi. Ve cekildiği giın bellidir. Rafel Pa^a'nın İstanbul'a geldiği gündü. (, ünkıı Pa^a Akademi'ye /iyarete geldi. Ben talebe temsilcisi oldugıım için kunu^mam gerekiyurdu. Ben konuştıım. Ve konu^mamda, biraz fazla lafı ıı/at Deserv Kokoschka 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle