02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 28 MART 2010 / SAYI 1253 ZÜLAL KALKANDELEN Kim olduğumuzu bulmak zorundayız ZUHAL AYTOLUN oğun bir stres altında yaşıyoruz. Hele de büyükşehirde yaşayanlar için bu stres kat be kat artıyor. Trafik, iş yaşamının yoğunluğu, koşturmaca, son sürat her yere ve herkese yetişebilme telaşı, sorumluluklar derken bir hızla geçiyor yaşam. Çabuk yoruluyor, çabuk sıkılıyoruz. Stres ve sıkıntılar vuruyor, insanı sıkıştırıyor. Kimi zaman da düzgün ilişki kuramamaktan, sağlıklı bir sosyal çevre edinememekten şikâyet ediyoruz. Ekol Drama Sanat Evi de tüm bunlara karşı bireysel olarak “ne yapılabilir?” sorusundan hareketle Yaşam Bilim Atölyesi’ni hayata geçiriyor. Ekol Drama’nın kurucusu Gülsen Çaltıl, gözlemledikleri ihtiyaçtan yola çıktıklarını dile getiriyor. Atölyenin ismi Yaşam Bilim. Çaltıl, yaşamı bilmek, doğru kavramak ve farkındalık geliştirmek adına bu ismi koyduklarını söyleyerek başlıyor anlatmaya. “Günümüz dünyasının giderek karmaşıklaşan yapısında bireyin kendisini tanıması ve gereksinimlerinin farkına varması gerekiyor. Bu bir kurstan ziyade birtakım farkındalıkları yaşama aktarma işi. İnsanlara düşünmeyi düşündürtebilirsek bir sonuca ulaşabiliriz. Bu atölyelere herkes gelebilir. Önemli olan hazır olmak.” Atölyeler üç başlık altında toplanmış. Ayşegül Sütçü Yıldırım’la İlişkiler Atölyesi, Nevşah Fidan’la Bilinçli Nefes Seminerleri ve Sevi Algan’la Beden Farkındalığı Atölyesi. Her bir atölye beden ve zihinle ilgili yapıyı bireysel olarak çözmeye yönelik. Peki gündelik hayatımızda ne kadar farkındayız bedenimizin bize verdiği mesajların? Ya da ruh halimizin yansımalarının? Çaltıl yanıtlıyor: “Sorunlar artık su yüzüne çıktı. Çabuk yorulmalarımızın, düzgün ilişki kuramayışlarımızın bireysel nedenleri var. Ağrılarımız, sıkıntılarımız, mutsuzluklarımız yüzümüze vuruyor artık.” G Geriye gidiş... F ransa’dan sonra İngiltere de son günlerde yoğun bir seçim atmosferine girdi. Yasaya göre 3 Haziran’a kadar yapılması gereken genel seçimler için partiler çeşitli stratejiler geliştiriyor. Bunlardan en önemlisi ise kadınlara yönelik. Çünkü İngiltere’de hemen herkes, seçimlerin kaderini kadın oylarının belirleyeceğini kabul ediyor. İnternet bazlı kamuoyu yoklamaları yapan YouGov’un açıkladığı son araştırma, hem iktidardaki İşçi Partisi’ni hem de Tory’ler olarak bilinen muhalefetteki Muhafazakâr Parti’yi harekete geçirdi. Bu araştırmaya göre , İngiltere’deki kadın seçmenlerin % 29’u İşçi Partisi’ni, % 37’si Tory’leri destekliyor. İngiltere’de kadınların ağırlıklı olarak muhafazakâr eğilimli olduğu biliniyor; ama 1997 seçimlerinde Tony Blair bu seçmen grubuna hitap etmeyi başarmıştı. İşçi Partisi, zaten ekonomik sıkıntıların ve son yerel seçimde uğradığı bozgunun da etkisiyle, 13 yıla yaklaşan iktidarında iyice yıpranmış olduğundan, kadın oylarını kaybetme lüksü yok. Muhafazakâr Parti ise, lehine gelişen bu durumu korumaya çalışıyor. *** Her iki parti de, öncelikle “cybermums” denilen kadın grubuna ulaşmaya çalışıyor. Amerika’da “soccer moms” olarak adlandırılan kadınlara karşılık gelen bir terim bu. Orta sınıftan, eğitimli ama çalışmayıp çocuklarını büyüten ve internet üzerinde annelere yönelik sitelerde aktif olan genç kadınlar bunlar. İşçi Partisi Başkanı ve Başbakan Gordon Brown’ın, bu gruba verdiği mesaj şu: Eğer Tory’ler kazanır ve harcamalarda kısıntıya giderlerse, bundan en çok etkilenecek olanlar sizsiniz... David Cameron ise, kadınları siyasete çekmek ve partisinde daha dengeli bir temsil sağlamak için bazı öneriler sunuyor. Partisinde daha önce yaşanan bazı olayları hatırlatarak, parlamenter adayları belirlenirken kadınların adaylıktan çekilmeye zorlanması halinde, seçime sadece kadınlardan oluşan listeyle gidilmesini istiyor. Kadın adayların erkeklere göre çok daha yüksek bir çıtayı aşmak zorunda olduğunu söylüyor Cameron. “Kapıyı açıp ‘Hoş geldiniz’ desek bile, partiye geldiklerinde karşılarında yine bir salon dolusu erkeği buluyorlar” diyor. Bu konuda partisinden gelen itirazlar olsa da, değişikliğe kararlı gözüküyor Tory’lerin lideri. Bütün bu tartışmalar medyada da etkili oluyor. BBC, tamamen kadın katılımcılardan oluşan “Question Time” adlı bir politik tartışma programı başlattı. Kadın erkek eşitliğinin önündeki engellerin kaldırılması için çalışan sivil toplum örgütleri ise, bu konuda siyasi partileri zorlayan kampanyalar yürütüyor. Sonuç olarak İngiltere, genel seçime kadınların siyasi ve toplumsal alandaki rolünü genişletici politikaları tartışarak hazırlanıyor. Üstelik bunu onların sınıfsal konumunu öne çıkararak yapıyor. *** Ben bu gelişmeleri ilgiyle ve imrenerek izliyorum... 21. yüzyılda Türkiye, siyasi partilerin kadınları hâlâ giyimleri üzerinden tartıştığı bir ülke... Çarşafın, türbanın, kadınlar için özgürlük olarak gösterilmeye çalışıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Erkek egemen kültürde, kadını sınıfsal kökeninden ayırıp cinsel bir obje haline getiren anlayış var ülkemizde... Oysa TEKEL işçilerinin grevinde görüldüğü gibi, sınıfsal perspektiften bakıldığında, türbanlı kadının da, başı açık kadının da ortak sorunları ve endişeleri var. Çağdaş bir sol partinin yapması gereken, o sorun ve endişeleri giderecek çözümler üretmektir. Erkeklerin dayattığı ve kadını çağ gerisine iten çarşafı özgürlük adına savunmak aldatmacadır... İngiltere örneği, bana bir kez daha kadın hakları konusunda ne kadar geriye gittiğimizi hatırlattı... G www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Y Soldan sağa: Ayşegül Sütçü Yıldırım, Sevi Algan, Gülsen Çaltıl. Fotoğraf: Vedat Arık BU KOŞUŞTURMA İÇİNDE BEDENİMİZİ DE TÜKETİYORUZ KALIP İLİŞKİLERE KOŞUYORUZ yşegül Sütçü Yıldırım’la İlişkiler Atölyesi ise öncelikle kadın erkek ilişkisine odaklanıyor. Dr. Yıldırım, ihtiyaçtan hareketle böyle bir atölye çalışması için yola çıktıklarını dile getirerek önce nedenlerini anlatıyor. “İnsan ırkının devamı için ikili ilişki kurabilmemiz şart. Bu dürtüler yaşamımızın temel gerçeklerinden” diyor. Günümüzde en çok şikâyet edilen düzgün bir ilişki kuramıyor olmak, ilişkileri sağlıklı yürütememek. Yıldırım, bu konuda öncelikle ihtiyaçları değerlendirmek gerektiğini söylüyor. “En doğal ve farkında olmadan yaptığımız şey ilişki kurmakken en çok şikâyetçi olduğumuz konu ilişki kuramamak ve ondan tatmin olamamak oluyor. Çağımız öyle hızlı ki, ruhlarımız bizi yakalayamıyor artık. Kalıp ilişkilere koşmak kolay geliyor. Hemen ona A bürünmek istiyoruz. Bu da iç duygumuza, ihtiyacımıza, genetik kodlarımıza, bedenimize, ilişki kurma tarzımıza uymuyor.” Yıldırım, en çok da kendi ihtiyaçlarımızı fark etmeden bir ilişki ihtiyacı içine girdiğimizi dile getiriyor. Hal böyle olunca da çatışma başlıyor. Önce kendini tanımaktan ve bir ilişkiden ne beklendiğinden yola çıkmak gerekiyor. Böylece daha az hayal kırıklığı yaşanabilir. “Çok içine kapanık ve kırılgan bir toplumuz zaten. Böyle olunca da savunmalarla gidiyoruz ilişkilere. Aslında kendimiz olmayı da çok geç, hatta çok nadir tadabiliyoruz. O yüzden duygu, düşünce ve bedenimle dışarıya sunduğum davranışım ve toplum içinde kendimi konumlandırışımla kimim ben, sorusuna yanıt bulmalıyız. Bunu bilmeden, ben olmadan, biz olmak çok zor.” G Aşkı öldüren evlilik değil sizsiniz SİNEM DÖNMEZ sikolog Çağatay Öztürk, Kod Adı: İnsan’ın ardından Kod Adı: Aşk ve Aldatmak adında bir kitap yazdı. Kitabında ilişkilere psikolog gözüyle bakarak neyi yanlış neyi doğru yaptığımızı irdeliyor. Bir yandan da insanları psikoterapistlere gitmek konusunda bir adım atmaya çağırıyor. Terapi hikâyelerinden örnekler sunuyor, kimsenin yaşadığı şeyde tek başına olmadığını kanıtlıyor. Öztürk, Kod Adı kitaplarına kıskançlık, para gibi konuları da ekleyerek rehber niteliğinde bir başvuru serisi hazırlamayı planlıyor. Bu kitabı yazmaya Öztürk’ü iten şey evlilikle ilgili son yıllarda yaşanan değişim olmuş. “Bu şekilde giderse 2030 yılında nikâh P memurları işsiz kalacak. Çünkü evlilik kavramı yok olmaya yüz tuttu, aşınıyor. Evliliğe saygısı kalmadı insanların. İnsanlar ilişkilerini yaşarken belli şeyleri tanımlayamıyor, anlamlandıramıyor. En büyük boşanma nedenlerinden biri de aldatmak. Aldatmanın artışı aldatmayı aşktan ayrı tutmamam gerektiğini düşündürttü bana” diye açıklıyor. Öztürk, danışanlarının ilişkileri sürdürmeye giderek isteksizleştiklerini vurgularken insanların her şeyden çok kolay vazgeçtiklerini ancak bazı şeylerin de onarılabilir olduğunu hatırlatmak istediğini anlatıyor: “Son yıllarda bana danışanlar hep anlaşamazsak bitiririz diyorlar. Tabii ki kötü bir evlilik ille de sürsün demiyorum. Ama bazı Çağatay Öztürk kitabında aşkı ve aldatmayı irdeliyor. Sağlıklı bir ilişkinin ipuçlarını verirken yaşadığımız olaylarda yalnız olmadığımızı gösteriyor. şeylerin de onarılabilir olduğunu hatırlatmak istiyorum. Sevmediğimiz yemeği çöpe atmak gibi ilişki bitirmek artık.” Psikoterapiste gitme olgusunun henüz Türkiye’de tam olarak yerleşemediğinden de şikâyetçi Öztürk. Yaşadıklarımızı geride bırakırken bunlardan bize kalanları atlatamayabileceğimizi anlatırken bunun için çözümün psikoterapiste gitmek olduğunu söylüyor: “Her ilişkiye kendimize ait yüklerle başlıyoruz. O yükü boşaltmazsak bir başka yükü alma konusunda tereddüt edebiliyoruz. Ama belki almaya tereddüt ettiğimiz yük arayıp da bulamadığımız biri. Yükünüzü boşaltmazsanız, bazı olaylara gereğinden büyük tepki verirsiniz.” Günümüzde aşkı algılayış biçiminin de değiştiğini söylüyor Öztürk. “Kişi kendini ait hissetmek için dokunmak istiyor. Bununla tatmin oluyor. Mesela izdivaç programları. İnsanlar özgürce ne istediklerini söylüyor. Eskiden mutlu olacağım birini arıyorum derlerdi, yuva kurmaktı amaç. Şimdi evi olsun, şu kadar geliri olsun diyorlar. Evlilik manevi değerlerimizi korur. O kadar basit bir şey değil” diyerek rahatsızlığını dile getiriyor. Bir ilişkinin sağlıklı olabilmesi için zihinsel, ruhsal ve fiziksel iletişimin dengeli olması gerektiğini söylüyor Öztürk. “Aslında evlilik öldürmüyor aşkı, siz öldürüyorsunuz demek istedim. Bakmadığınız şey ölür” diyor. G C M Y B C MY B ent yaşamında çoğumuz kapalı yerlerde çalışıyoruz. İş yaşamı, koşuşturma, derken yoğun bir stres de sarıyor etrafımızı. Tüm bunlar biz farkına varmadan hayatımızı etkiliyor ve bu duruma alışıyoruz. Sevi Algan’la Beden Farkındalığı Atölyesi, kalıpların dışına çıkarak bedenin farkındalığı üzerine gidiyor. Nasıl bir çocuk emeklemeden yürümeye başladığında bedensel evrimini tam olarak tamamlayamıyor ve sonrasında sorunlar yaşıyorsa, gençlerde ve yetişkinlerde de duruş bozuklukları ve bedenin verdiği mesajları alamama sorunlara neden oluyor. Algan, bedenin doğalının bilinmesinin yaşama olumlu etkilerinden söz ediyor. Beden bir gösterge aslında. Sıklıkla da mesaj veriyor. Algan anlatıyor: “Öğrenilmiş davranış biçimleri var. Mükemmel bir duruştan söz etmek mümkün değil. Çünkü herkesin duruşu kendine hastır. Yaşamın içinde nasıl bir denge bulabilirim konusu önemli.” Sırt ağrıları, enerji eksikliği, duruş bozuklukları ve kimi zaman yanlış imaj veren beden dili gibi konulardaki farkındalık ile bedeni doğru kullanarak ve tüm hücrelere oksijen göndererek tazelenmek mümkün aslında. Atölye çalışmasının amacı ezberletmek değil, durup toparlanmadan yaşadığımız hayatımızda öfkeyi, stresi, yükselttiğimiz duvarları fark etmek, bu anlamda bedene rehberlik etmek. Algan, “Bunlar, kişisel ifademizi bulmak açısından önemli. Makine gibi bir hayat sürüyoruz. Bu arada bedenimizi de tüketiyoruz” diyor. Nevşah Fidan’la Bilinçli Nefes Seminerleri de bu çalışmayı pekiştirecek niteliğe sahip. Zihindeki olumsuzlukları olumluya çevirmek, enerjik ve dengeli olabilmek için doğru nefes almayı da bilmek gerekiyor. Şehir hayatında çoğumuz göğüs nefesiyle yaşıyoruz. Sürekli yorgun hissetmemizin bir nedeni de bu. Bu anlamda Fidan’ın çalışmaları da bedende tüm hücrelere oksijen göndermeyi sağlıyor. Bu da hem bireysel hem de toplumsal ilişkilere etki ediyor. G K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle