26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 MART 2010 / SAYI 1253 7 “Sadece sanatçı ya da kadın olduğum için değil, insan olarak duyarlı yönüm var” dediniz. Evet, insan olmaya çalışıyorum aslında. Çünkü her şey olabilirsiniz ama esas olan insan olmak. Sanatçılar toplumda halk için önemli bir yer tutuyorsa, onları örnek alıyor ve onlar gibi olmayı düşünüyorlarsa, o zaman doğru örnekler olmalıyız. Bu anlamda sanatçının bir sorumluluğu da olmalı. “Ben sadece perdede ya da ekranda varım. Onun dışında benim ne yaşadığım kimseyi ilgilendirmez” diye bir şey diyemem. Bu bana göre değil, çünkü sanatçı bir bütündür. Bu ülkede insanın takdirini almış, güvenini kazanmış, izlenmiş bir insansam, o zaman benim görevlerim var. Biraz da Türk sinemasından bahsedelim çünkü Türk sinemasıyla özdeş isimlerdensiniz. O yılların sinemasıyla bugünün sineması arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? O yıllardaki Türk sineması çok üreten, çok izlenen, halk için bire bir hayatın olmazsa olmazı değerinde bir olguydu. Sonra toplumsal olaylar, siyasi gidişat, anarşi, seks filmleri furyası gibi nedenlerle bir dönem seyircisini kaybetti. Ama üretenler film yapmadan yaşayamadılar ve bir çıkış yolu bulabilmek için çeşitli arayışlara girdiler. O zaman daha az bir kitlenin izlediği, daha elit ve seçkin grupların ilgi gösterdiği bir sinema haline dönüştü. Bir yandan birçok kişi sinema bölümü mezunu oldu ve yeni bir sinema seyircisi ve sinema üretmek isteyen gençler ortaya çıktı. İmece usulü emeklerini ve paralarını birleştirerek bir şeyler yaratmaya çalıştılar ve çok saygın çabalardı bunlar. Festivalllerde gösterilme imkânı buldu bu filmler ve dolayısıyla halkın haberi oldu. Türk sineması tekrar gündeme geldi ve halkla buluştu. Bugün Türk sineması tekrar üretken ve ben de bugünden memnunum. Bugünkü yönetmenleri nasıl görüyorsunuz? Nuri Bilge Ceylan’ın geçen sene Cannes’da “En İyi Yönetmen” ödülünü alması çok değerli ve anlamlıydı. Bu yıl da Semih Kaplanoğlu’nun... Onlarınki gibi eserler şekil ve anlatım dili olarak farklıdır. O tarz bir arayış içinde farklı bir şeyler yakalamaya çalışan filmler yapılmazsa sinema tek boyutlu kalır. Sadece size hoş vakit geçirtir. Oysa sirke gitseniz de hoş vakit geçirirsiniz. Bu anlamda sinemanın eğitici, entelektüel ve felsefik yönü mutlaka olmalı. Zaten tam da ona sinema diyoruz ya. Sizin çok küçük yaşlarda rol aldığınız “Susuz Yaz” filmi de Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü almıştı. Ben zaten sanatı meslek olarak seçmiş, oyuncu olmak isteyen ve bu konuda eğitim almakta olan biriydim. Ailem de destekliyordu beni ve bu anlamda önüm açıktı. Çok büyük bir şansla 15 buçuk yaşımda Susuz Yaz’a dahil oldum. Açıkcası Susuz Yaz’ın ardından, toplumsal gerçekçilik diyebileceğimiz türdeki hikâyeleri bulmam kolay olmadı. Hep peşinden koştum, yakaladığım anda zaten içinde oldum. Sinema zaten yönetmen işi. Türk sinemasını kuran Lütfü Akad, Metin Erksan, Memduh Ün, Atıf Yılmaz gibi önemli yönetmenler var. Onların en iyi hikâyelerinde, en iddialı filmlerinde oldum. Sadece şans değildi bu, çünkü ben bunu talep ettim, arzuladım. Bir anda “star” olunca bunu pekiştiren popüler filmler yapınca sıkıldım. Daha gerçek insanları, gerçek hikâyeleri anlatmak istedim. Galiba ben iyi bir oyuncu olmaya çalıştım. “Star” olmak beni kesmedi, tatmin etmedi. Biraz zorlamak ve hak etmek istedim galiba. Çünkü iyi bir oyuncu olmak ancak uğraş ve emek vererek, sabrederek oluyor. G Star olmak beni hiç kesmedi Henüz çocuk yaşta rol aldığı Susuz Yaz’daki performansıyla akıllara kazınmıştı Hülya Koçyiğit. Sonra hep toplumsal gerçekliklerden bahseden filmlerin peşinden koştu. Yıldız olmak onu tatmin etmedi, iyi bir oyuncu olmaya gayret etti. Bugün aklı hâlâ sinemada. Çağı ve bugünü anlatacak bir proje bulduğu anda kendini yeniden beyazperdeye atacak. Kim bilir, belki de bu kez yönetmen olarak! adece rol aldığı iki yüze yakın yapım, aldığı ödüller ve onun deyimiyle “star” olmak yetmemiş Hülya Koçyiğit’e. Hep daha iyi bir oyuncu olmaya çalışırken diğer yandan ‘insan’ olduğunu unutmadan bakmış hayata. Tam da bu yüzden pek çok sosyal sorumluluk projesinin içinde buluyor kendini. Koçyiğit sanatçıların topluma karşı sorumlulukları olduğuna inanıyor. En son ŞİRİN TOÇEV’in “İyi Beslenmek, İyi Gelecek” GÜVEN isimli projesinde Çağan Irmak’la beraber gönüllü olarak çalıştı. Depremin ardından da Elazığ’a koştu. Sinema ise hiç aklından çıkmıyor. Okuduğu her kitap onu “Acaba bu bir film olur mu?”, “Bu karakteri ben oynayabilir miyim?” diye düşündürtüyor. Onca filmin ardından yine bir söz söylemek ve insanları etkilemek istiyor. Yönetmenlikte de gözü var aslında. Derdi çağı, günü, bugünkü insani olayları yarına aktarmak. Zaten sinema da bu ya. TOÇEV’in “İyi Beslenmek, İyi Gelecek” isimli projesine nasıl dahil oldunuz? Kendimi bildim bileli, sadece sanatçı ya da kadın olduğum için değil, insan olarak duyarlı yönüm var. Bir başka insana el uzatmak, hatır sormak ve mümkünse en az benim kadar şanslı olmadığını bildiğim insanlara destek olabilmek isterim. Bu benim yaşam felsefem. Bu anlamda birçok defalar kendimi kampanyalarda önlerde buldum. Özellikle de eğitim, çocuk ve kadınlarla ilgili S konularda... Bu sefer iyi beslenmekten bahsediyorum. Başarılı ya da okumaya istekli ancak imkânları beslenmeye yeterli olmayan, maalesef duyduğum zamandan beri inanmıyorum ama gerçek, 5 milyon çocuk var. 5 milyon çocuk dengesiz besleniyor! En azından bu konuda bir farkındalık yaratabilmek için yola çıktık. Çağan da bu konuda, benim gibi gönüllü bir şekilde “Ben de katkıda bulunayım” diyerek çalıştı. Kampanya Sinop’tan başladı ve aşağıya doğru tüm Türkiye’ye iniyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın tespit ettiği çocuklara ve ailelerine her ay beslenme paketi gidiyor. Bunun içinde dengeli beslenmeyi sağlayacak gıdalar var. Evlerine kadar gidip beslenmenin niçin bu kadar önemli olduğunu anlatıyoruz. O evlerin coşkusunu, minnetini, o evlerden yükselen teşekkür seslerini anlatamam. Depremden sonra da Elazığ’a gittiniz... Evet. Demin evlerdeki mutluluk çığlıkları dedim ya, orada da evlerden acı çığlıklar yükseliyordu. İnsanlar ağıtlar yakıyordu, yürekleri yanıyordu. Biz oraya Beşiktaşlı kadınlar olarak gittik. Eşim Fenerbahçeli olduğu için herkes beni Fenerbahçeli zannedebilir ama aslında ben Beşiktaşlıyım ve ilk kez Beşiktaş için çalıştım. Daha önce çalışamadım çünkü Selim Bey pek oralı olmuyordu. Bu sefer anlayış gösterdi. Bir okul yaptırmak üzere gittik oraya. 12 derslikli, 300 talebenin okuyabileceği Beşiktaş İlköğretim Okulu’nu ekimde teslim edeceğiz umarım. Tek yapmak istediğim şey sinema! Sinemayla ilgili projeleriniz yok mu? Projeler, çalışmalar hep oluyor. Başkalarından da geliyor ama ben de arayış içerisindeyim. Okuduğum her kitaba “Acaba bu bir film olur mu” gözüyle bakıyorum. “Acaba bu karakteri ben oynayabilir miyim? Acaba beni kim yönetir” diye düşünüyorum devamlı, çünkü işin aslı aklım hep sinemada. Oyunculuk öyle bir şey ki, her yaşta canlandırabileceğiniz karakterler var. Dünyada da bunun örnekleri var. Zaten oyunculuk sadece gençlerin yapacağı bir iş değil. Bir insanı anlatıyorsanız, bir hayatı aktarıyorsanız tabii ki her yaşta yapılabilirsiniz. Ama biz Hollywood takipçisiyiz. Orada da oyunculara 40 yaşlarından sonra çok fazla senaryo gitmiyor. Ama benim bir avantajım yapım firmamın olması. İstediğim an istediğim projeyi devreye sokabilirim yani ama çok tecrübeli olunca, bu konuyla ilgili vaktiyle çok doğru şeyler yapınca şimdi çok daha iyisini yapmam gerektiğini düşünüyorum. Bir söz söylemeliyim ve etkilemeliyim. Dolayısıyla fazla seçiciyim. Söylediklerinizden sizi oyunculuk dışında bir alanda da görebileciğimizi sezinledim. Evet. Yönetmenlik yapmayı denemek istiyorum mesela. Yazma konusunda çok yeteneğim yok. Diyalog yazabilirim ama bir hikâyeyi kurgulamak adına o kadar cesaret edemem, yönetmek adına edebilirim. Düşündüğünüz belli bir proje var mı peki? Var tabii ama şu an paylaşabileceğim kadar net değil. Ama tabii ki çağı, günü, bugünkü insani olayları yarına bırakmak isterim. Çünkü sinema biraz da tespitler yapıyor. Nasıl önceki filmleri seyredip “O dönemki insanlar böyle miymiş” diye soruyoruz ya, onun gibi bir şey. 2000’li yıllarda da bunlar yaşanmaktaydı diye bir şeyler kalacaktır mutlaka yarına. Bu tarz işler yapmak isterim. O yılların yıldız oyuncuları olarak bir araya geliyor musunuz? Beraber projeler yapmak istiyor musunuz? Açıkcası bir araya geldiğimiz zaman bu enerjiyi nasıl doğru kullanabileceğimiz, mesleğimiz adına ne yapmamızın gerektiği ve bizden nelerin beklendiğiyle ilgili konuşmalar yapıyoruz. Belki beraber bir şeyler de yapabiliriz, çünkü içimizde yönetmenliği denemiş Türkan (Şoray) her defasında illa “Ben yöneteceğim, sen oynayacaksın” der bana. Hazırladım diye senaryolar anlatır. Fatma Girik’de de var bu özellik. Devamlı arayış içinde o da. “Şu senaryo, şöyle bir karakter, şöyle bir olay” diye heyecanla anlatır. Demek ki hâlâ aynı heyecanı yaşıyoruz, demek ki hâlâ sinemanın peşindeyiz! G Torun heyecan verici... Bir yandan torununuz var, üstelik de evli! Evet torunu evlendirdik bile. Yakında cennete gideceğim ben. Ben biraz erken evlenmiştim, tam 20 yaşımda. Kızım 18 yaşında, torunum da 21’inde evlendi. Eyvah, yaşım da ortaya çıktı görüyor musunuz? Benim için bir torunum olması çok heyecan verici bir şey tabii. Torunumun torununu görürsem hiç şaşmayın yani! G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle