Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 28 MART 2010 / SAYI 1253 Zincirlerinden kurtulmuş bir PAMELA Pamela’nın dördüncü albümü Stil Zengini aynı zamanda tüm müzik geçmişinin harmanlanması. Elektroniğe yakın bir sound ama içinde birçok farklı türü barındırıyor. Albümün yapımcılığını kendisinin üstlenmesi Pamela’ya özgürlük sağlamış. O da bu DENİZ ÜLKÜTEKİN fırsatı hem zengin müzikal geçmişini bir araya getirerek hem de İngilizce şarkı söyleme isteğini gerçekleştirerek değerlendirmiş. albümde yine kuvvetli beatler, punk ve rock tınıları var. Eskiden beri çok geniş yelpazede müzik yapma imkânı buldum. Bu albümde de birçok tür birleşti. Neden dört yıl beklediniz? Önceki albümüm Cehennet’e çok paldır küldür başlamıştım. Şehir Rehberi patlamıştı ve daha ikinci klibi çekmişken plak şirketi “hadi yeni albüm” diye baskı yapmaya başladı. Dolayısıyla çok içime sinmedi. Sonra bir ara vermek istedim. Mutlu değildim, plak şirketimle bağlarımı koparttım, kendi stüdyomu kurdum, prodüksiyon denemelerim oldu. Sonunda adamımı buldum. Veyasin’le daha önce hiç tanışmamıştım. Hiphop camiasında ismini duyurmuştu ama ben o tarz bir albüm yapmak istemiyordum. Bazı deneysel işlerini dinledim ve “anlaşır mıyız” diye düşünmeden onunla çalışmak istediğime karar verdim. O da çok sıcak baktı ve ortaya değişik bir iş çıktı. Dokuz şarkının sözleri size ait. Yedisi de Türkçe. Batı müziğine Türkçe söz yazmak gerçekten denildiği kadar zor mu? Evet. İngilizce yazmak daha kolay. Türkçede devamlı prozodi hatası yapmak var. Gerçi İstiklal Marşı bile prozodi hatalarıyla dolu. O kabul görüyor ama başka şarkılar kabul görmüyor. İngilizcede “bir kelime şurada bölünmez” gibi kısıtlamalar yok. Dört de İngilizce şarkı var. Neden İngilizce şarkı söylemeye karar verdiniz? Yapımcım öyle istedi. Yapımcı da benim zaten! Aslında yıllardır istediğim bir şeydi. İlk albümde bile Türkçe için ikna olmam zor oldu. O güne kadar hep İngilizce şarkı söylüyordum. Bir de pop furyası başlamıştı. Onun içinde olmak istemiyordum. Plak şirketleri İngilizce’nin tutacağına hiç ikna olmadı. Dolayısıyla içimde hep ukde olarak kaldı. Sözlerin hareketli şarkılara göre çok komplike olduğu endişesine kapıldınız mı? Evet, çok basit yazmaya çalıştım. Herkes az İngilizceyle bile anlayabilsin istedim. Türkçe sözler de biraz daha anlamlı olsun istedim. “Ben Ölmeden Önce”yi niye albüme koydunuz? Gerçekten çok sevdiğim bir şarkı. Şarkının çıktığı dönemi gayet iyi hatırlıyorum. İşte bu “eller havaya” döneminde. İnanılmaz taze bir sound ve inanılmaz bir beste. Hayatımda ilk kez Türkçe bir şarkıya bayılmıştım. Albüm çıkarken Fatih Erdemci’yle irtibata geçtik, o da sıcak baktı. Öyle ilginç oldu ki. İki grup daha aramış. Sonra aracılar girdi. “Sen albüme almayacaksan, bizim gruplar için Fatih’le konuşsana” gibi şeyler oldu. G S til Zengini dinleyenlere “bu kim” sorusunu sordurttu. Yanıt “Pamela” olunca birçokları inanamadı. Pamela’nın kendimi “geri çektim” demesi de bu yüzden. Dört yıllık bir ayrılık plak şirketleri ve ticari baskıların oluşturduğu zincirlerden kurtulmasını, doğru insanları bulmasını sağlamış. Ve ortaya Pamela’nın tüm müzik geçmişini harmanlayan Stil Zengini çıkmış. Giderek elektronik müziğe kayan bir “sound”ınız var sanki? Aslında ilk albümüm de elektronikti. Bu kez bayağı bir elektronik. Çok akustiğe gittim de elektroniğe döndüm diyemem. Hatta ilk albümüm o zaman Türkiye için erken bir adımdı. Türk müziğinde daha oralara kimse gitmemişti. Bu Pazar Keyfi’ni sundum pişman değilim Bu ülkede beğenmemek için uğraşılıyor Stil Zengini’nin bir iki ay içinde piyasaya çıkacak dans albümleri içinde kaynayıp gitme olasılığı sizi korkutuyor mu? Stil Zengini dans albümü ama kendimi yaz şarkıları icra eden insanlarla yarışır hale koymadım. O bana çok uzak bir şey. Belki bu albümle de insanların alışkanlıkları değişir. Peki şarkılarınızdan birinin Bodrum ya da Marmaris’te bir diskoda çok kötü bir ses tesisatı eşliğinde sadece bas sesler duyulacak şekilde çalındığını görseniz ne hissedersiniz? Çok üzülürüm herhalde. Hiç beni dinlememiş birisi ilk öyle dinlese kendimi ağlamamak için zor tutarım herhalde. Orada üç dört tekila lazım. Türkiye’deki eğlence kültürü içinde sizin tarzınıza yer olduğunu düşünüyor musunuz? İnanmak istiyorum. Şebnem Ferah ya da Özlem Tekin de inanılmaz kitlelere hitap etmiyorlardı. Ancak zamanla rock müzik öyle bir aldı yürüdü ki, şimdi ucuzlar hale geldi. Umuyorum ki bu da bir başlangıç olur. Benim albümümü bile tesadüfen dinleyenler “çok güzel, kim bu” diye sorup “Pamela” cevabını alınca eleştirme ve bir hata bulma çabasına girdiler. Bu ülkede her işe negatif yaklaşım var. G Sizi devamlı birilerine benzetiyorlar. Pamela ve Lady Gaga, Pamela ve Gwen Stefani, Pamela ve Madonna. O zaman bu insanlar da birbirine benziyor. Ortak noktaları hep sarışın olmaları. Müziğimin bunlara benzer hiçbir yanı yok. “Türkiye’nin Pink’i olmak istiyorum” diye bir açıklamanız oldu mu? Hayır işte, onu bir gazeteci nereden yazdı bilmiyorum, üstüme yapıştı kaldı. O kadar ilginç ki, Pink’in ilk çıkışında benim de saçlarım kısa ve sarı. Arkadaşlarım bana “biri çıkmış aynı sana benziyor” dediler. Şans işte. Müzik dışında yaptığınız için pişman olduğunuz işler var mı? Mesela bir keresinde Pazar Keyfi sunmuşsunuz. Şehir Rehberi’nden sonraydı. Ancak pişman değilim, şundan dolayı; prompter tam karşımda, oradan okuyorum. Arkasında bir masa, üstünde sucuklar, rakılar falan, garsonlar gelip gidiyor ve masada benimle tanışmaya gelen insanlar programı sunarken bana kadeh kaldırıyorlar. Bir de küçücük stüdyoda upuzun bir masa, nasıl kalabalık. Aralarda ben de gidip oturuyorum, inanamazsın! Tam bir hayat tecrübesiydi. O yüzden hiç pişman değilim. G Politik bir kimlik ve aşk şarkıları ŞİRİN GÜVEN eridun Düzağaç yedinci albümü “FD7”yi geçen hafta yayımladı. Aşkın türlü ruh hallerine odaklanıyor albüm. Yalnız o, böyle bir dönemde bir aşk şarkıları albümü yapmaktan, onun deyimiyle her taşın altından çıkıp aşk ve meşkten bahsetmekten de muzdarip aslında. Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu çalkantılı dönemin farkında. Hatta “Benim kişisel hikâyelerim, yaralarım, heyecanlarım özellikle bugünün Türkiyesi’nde birçok insana dokunmazsa bunu çok iyi anlarım. Ben de bunları çok keyifli olduğumuz bir süreçte anlatmak isterdim. Sanat insanların keyfi ve morali içindir. Hiç şahit olmadığım bir dönem gözlüyorum bugün ve buna çok üzülüyorum” diyecek kadar. Öfke ve gerilimden uzak olduğu sürece doğru her adımın yanında olduğunu söylemekten, taraf olduğunu açıklamaktan da geri durmuyor Düzağaç ve soruyor: “Aşk şarkıları yazan bir adamın politik bir kimliği olamaz mı”? Aşk üzerine yazılmış bir albümle karşımızdasınız yine. Sizi aşk gurusu sananlar oluyor mu? Özlemi duyulan bir sevgili olmadım kimse için. Küçük çapta bir ömür geçmesine rağmen evliliğimi yürütememiş olmanın vicdani sızısını hâlâ taşıyorum. Sürekli kadınlarla kısa süreli ilişkiler yaşayan biri olduğum sanılıyor ama öyle bir durumum yok. Kadınlarla ilişki yaşamak konusunda çok hevesli ve cüretkâr bir adam değilim. Aksine çok ihtiyatlıyımdır. Dışarıdan bakıldığında bu adam böyledir, hayatı böyle yaşıyordur durumu beni günlük hayatta güldürüyor. Ben aynaya bakınca ünlü bir adam görmüyorum, hayatı öyle yaşamıyorum. Bu bir tercih. Benim için şöhret dediğimiz şey çok içi boş bir şey. Bugünün dünyasında vefa, dayanışma ve romantizm gibi içi boşaltılmış bir şey. Bu bir virüs bana kalırsa. Şarkı yaparken sizi neler besliyor peki? F Bir keresinde eski sevgilim tarafından çok ciddi şekilde suçlanmıştım. Yazmak için yaşıyorsun gibi sert bir suçlamaydı. Oysa öyle bir durumum yok. Ama bu albüm yaşanmış bir ilişkinin türlü ruh halleriyle yazılmış şarkılarından oluştu. Bu şarkılar benim dokunduğum, öpüp, kokladığım bir kadına yazıldı ama herkes dinleyince kendi hayatının kahramanını bulacak bu şarkılarda. Sizi en çok acıtan insanı hatırlatacak mesela. Hatırlatmayacaksa zaten şarkı olmuyor bu demek. Sadece bir adamın özel hayatına kafa yormak oluyor. Benim böyle bir eşiğim var şarkı yazarken. Başkalarının hayatlarına da dokunabiliyor olmalı şarkılarım. Bir şarkı diğeriyle çelişir. Çelişmelidir de zaten çünkü insan kendiyle de çelişir. Ruh hallerinin belirli sınırları, köşeleri yoktur. Şarkı yazan biri olarak duymaktan en çok korktuğum şey tekrar ediyor olmaktır. Bu benim en büyük fobim. Fobisi bu olan bir adam olarak bunları duymamak için yeteri kadar çabalıyorum, bu bilinmeli. Böyle eleştiriler geliyor mu ki size? Bir esnaf mantığım yok. “Tutmuş bir damar var ve onu işliyor” duyabileceğim en sevimsiz eleştiri. Sanıldığının aksine eleştirilmeye çok açık biriyim. İnternet sitemi kapattığım için ve medyayla ilgili seçici bir tavrım olduğu için burnu kalkık, küstah bir adam olarak algılayanlar ve bu anlamda yanlış eleştiri yapanlar oluyor. Eleştiriyi kimin yaptığını çok önemserim. Yetmiş küsür şarkımı bilen biri “Tekrar ediyor” derse durup düşünürüm. Ama albümlerin tamamını dinlemek şöyle dursun, video kliplerin bile birçoğunu bilmeden eleştiri yapılıyor. Ben buna linç kültürü diyorum. Bizde birilerini karalamaya ve o sayede bir popülerlik elde etmeye çok sık rastlanıyor değil mi? Evet. En çok saygı duyduğum hak, bir başkasının beni sevmeme hakkı. Ayrıca dünya hiçbir zaman benim albümümün ekseni etrafında dönmüyor. Bunların farkındayım. Benim kişisel Feridun Düzağaç, yedinci albümüyle aşkın türlü ruh hallerini anlatıyor. Amacı şarkılarıyla insanların hayatlarına dokunabilmek. Yine de Türkiye'nin içinde bulunduğu dönemde aşktan bahsetmekten pek mutlu değil. hikâyelerim, yaralarım, heyecanlarım özellikle bugünün Türkiyesi’nde birçok insana dokunmazsa bunu çok iyi anlarım. Çünkü ben de bunları çok keyifli olduğumuz bir süreçte anlatmak isterdim. Sanat insanların keyfi ve morali içindir. Hiç şahit olmadığım bir dönem gözlüyorum bugün ve buna çok üzülüyorum. Hatta bunu internet sitemde de söylemiştim: “Albüm çıktığı zaman onu medyada tanıtmak adettendir. Bunca sıkıntının, sorunun ve gerilimin arasında her taşın altından çıkıp aşk, meşk diyeceğim. Kusura bakmayın lütfen”. 42 yaşıma gireceğim. Bu ülkeyi hiç bu kadar bölünmüş, kamplaşmış görmedim. Rejim, din, ordu, siyaset, medya, sokaktaki kadının açık ya da kapalı saçı üzerinden bile kamplaştırılmış durumdayız. Bu ülkede darbe değil, karşıdevrim oluyor, başkalaştırılıyor bu ülke. Ben de bunu görünce üzülüyorum. Bugünkü cepheleştirilme operasyonlarından da çok korkuyorum açıkçası. Susturulmam an meselesi. Bugün susturulan, susturulduğu sanılan bir sürü insan var. Bu ülkenin aydınları, demokratları, sivil inisiyatifi yönlendirme yetisine sahip güçlü insanları çok hain bir zekâyla yaftalandılar. Mustafa Balbay, Sabih Kanadoğlu ve Tuncay Özkan gibi... Böyle bir ortamda bu albümü anlatıyor olmak benim şansızlığım. Bu konuda taraf algılanmaktan, taraf olmaktan da hiçbir çekincem yok. Aşk şarkıları yazan bir adamın politik bir kimliği olamaz mı? Olmasın mı? Taraf algılanmaktan çekinmiyorum diyorsunuz. Peki sizi rahatsız eden konularda bir şeyler yapmak istemiyor musunuz? Bu tabloyu öfkeyle izliyorum. Bugüne kadar ciddi bir şekilde bunun şarkısını, edebiyatını yapmak ya da bununla ilgili bir algı yaratmak adına cesaretimin önünde set oluşturan şey bu öfke. Çünkü öfke ve gerilime karşı ciddi çekincesi olan biriyim. Öfke ve gerilim konusunda sanırım tedaviye muhtaç bir korkum var. O yüzden bir adım atamıyorum. Ama doğru adım atanların yanında olmaktan, sözümü söylemekten de hiç çekinmedim. Ben hiç bir zaman “Aman etliye sütlüye bulaşmayayım” demedim. Hissettiklerimi öfke ve gerilim olmaksızın anlatabileceğim her platformda varım. G sirin.guven@gmail.com C M Y B C MY B