22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 28 MART 2010 / SAYI 1253 ATAOL BEHRAMOĞLU Dostluğun tadını çıkarmak ıncal Uluç’la Haşmet Babaoğlu’nun “Sabah”taki köşelerinden birbirlerine ufaktan attıkları taşları izlerken dostluklarının tadını ne güzel çıkarıyorlar diye düşündüm... Haşmet Babaoğlu “tartışma” dese de, tatlı bir söyleşi bu. Çünkü konunun kendisi (“büyük yaşamak”, aşk kaç kişilik”vb) “tartışma” sözünün yükünü taşıyamayacağı gibi, “tartışmacı”ların bu konularda görüşleri ne kadar farklı olsa da, birbirlerine derin sevgileri her satırlarında duyumsanıyor... H *** İki dostun tartışmayla karışık sohbetlerinin bir muhatabı da ister istemez benim. Daha doğrusu iki “fukara” şiirim... (Şimdi Nebil Özgentürk’ün “fukara” sözüne itirazını görür gibiyim: Amma da yaptın Ataol Abi! Ne diye fukara olsunlar. Alçakgönüllülüğün bu kadarı da fazla!) Nebil haklı. Fakat ben de haklıyım. Çünkü şiiirler bir kez yazılıp okura ulaştıktan sonra şairin ürünü olmaktan çıkmışlardır artık. Ben “fukara” sözünü şiir için söyler gibi yaparken aslında şair (yani kendim) için kullanıyorum. Çünkü ben de o şiirlerin bir okuruyum artık. “Yaşamdan Damlalar”ın çekiminde şiirlerimi okuduğum sırada Hıncal Uluç’un inanılmaz bir dikkat ve sevgi yoğunluğuyla ışıldayan yüzü gözlerimin önünden gitmiyor. Stüdyoda çekilen programı evde izlerken, şu duygu içimde daha da güçlendi: Bir şiir, şairinden de daha çok, onu sevene aittir. Gün gelir, şair kendi şiirine yabancılaşabilir. O zaman şiirin gücü, etkisi, güzelliği azalmış olmayacak ki! *** Hıncal Uluç’la Haşmet Babaoğlu’nun dostane tartışmalarının düğümü de sanırım burada bir yerlerde... Hıncal Uluç yüreğiyle seviyor. Haşmet (belki itiraz edecek ama), hırçın duygululuğu ile; aklını işe fazla karıştırıyor. Konuya yabancı okur için biraz açıklayayım: Tartışmamsı sohbetin ya da sohbetimsi tartışmanın konusunu “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” ve “Aşk İki Kişiliktir” adlı şiirlerim oluşturuyor. Bunun, benim için büyük övünç kaynağı olması ayrı konu. Her iki değerli yazar arkadaşıma da (şiirlerin “hasbelkader” şairi olarak) teşekkür ederim. Hıncal Uluç, şiiri bence daha çok kalbiyle okuyor. Çünkü hayata bakışı da öyle... Tedirgin duygusallığıyla küçük kardeş (Uluç’la Babaoğlu’nun sevimli itişmeleri bana biraz benimle Nihat’ın çekişmelerimizi anımsattı), az önce söylediğim gibi, kendini aklının baskısından kurtaramıyor. Ve bana kalırsa, kendiyle daha az barışık... *** Tartışmanın ayrıntısına burada girmeme olanak yok. İlgilenen okur, Sabah’ın son on beş günlük koleksiyonunda bu yazıları bulup okuyabilir. Özetle söyleyecek olursam, “büyük yaşamak” belki gerçekten de (Haşmet’in değindiği gibi) 68’lilikten, Marksist olmaktan uzak bir kavram değildir. Fakat onlarla bire bir ilişkisi de söz konusu değildir. Akılsal (kavramsalöğütsel vb.) olmaktan çok, duygusal, coşkusal bir duyuştur. (Tam da Hıncal Uluç’un hissettiği gibi.) “Aşk İki Kişiliktir” ise aşkın kaç kişilik olduğuna ilişkin matematiksel bir sorunun matematiksel yanıtı değil, ağlayarak yazılmış bir yitirme şiiridir. Yitirilmiş bir aşkın ardından gelen avuntusuz yalnızlığa ağıttır... (Burada da, şiirin sadece yazarı değil okurlarından biri olarak da, kendimi Hıncal Uluç’un “yorum”una daha yakın buluyorum.) *** Haşmet Babaoğlu ben bu satırları yazmadan önce bu konudaki son yazısında “ Keşke biz köşe yazarları okuru polemiklerimizle yorgun düşürmemiş olsaydık... O zaman Hıncal Abi’yle tartışmamızı günlerce tatlı tatlı sürdürmek içimden gelebilirdi!” diye yazıyor. Bence dostluklarının tadını çıkarmayı sürdürmelerine hiçbir engel yok. Çünkü böyle yazılara da böyle dostluklara da toplumca özlem duyuyoruz... G ataolb@cumhuriyet.com.tr Bize yeni şarkılar yazıyor olabilirdi Gülten Kaya, Ahmet Kaya’nın adının sık sık kullanılmasından rahatsız. Onu “vatan haini” ilan edenlerin şimdi methiyeler düzmesinden de. Kültür Bakanı mezarını Türkiye’ye taşımak istese de Kaya bunu yapmamakta kararlı. Çünkü biliyor ki, gerçek demokrasinin olmadığı bir ülkede ruhu rahat etmeyecek. ESRA AÇIKGÖZ sla bu ülkeyi sevmiyor demesinler, Edirne’den Ardahan’a kadar bu ülkeyi çok sevdim. İşte böyle diyordu Ahmet Kaya Türkiye’den ayrı kaldığı yıllarda verdiği bir konserde. Onu bu hasrete götüren yolun taşları ağır ağır örüldü aslında. “Bir sonraki albümümde Kürtçe bir parça ve klip yapacağım” sözüyle ateşlendi fitil. Gerisi çorap söküğü gibi geldi; hedef gösteren haberler, tehditler, stüdyosunun silahla taranması... Türkiye’den ayrıldıktan bir yıl sonra Paris’te öldü Ahmet Kaya. Şimdi Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, mezarının Türkiye’ye getirilmesini istiyor. Eşi Gülten Kaya’nın bu isteğe yanıtı kesin, Türkiye’de gerçek bir demokrasi yerleşinceye kadar Ahmet Kaya’yı geri getirmek, onun ikinci kez incitilmesine izin vermek istemiyor. Gerisini Gülten Kaya anlatıyor... Artık Kürtçe yayın yapan bir televizyonumuz var. Oysa Ahmet Kaya, Kürtçe bir parça ve klip yapacağını söylediği için “bölücü”, “vatan haini” ilan edildi. Bu yüzden tehdit telefonlarına, stüdyonun silahla taranmasına maruz kaldınız. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, TRT ŞEŞ’in açılışında Ahmet Kaya’yı ima ederek bir nevi özür diledi. Mezarının Türkiye’ye taşınmasını istedi. Ertuğrul Özkök, değiştirmek istediği başlıklar arasında Ahmet Kaya’ya karşı attığı başlığı söyledi. Bütün bunlar sizin için bir şey ifade ediyor mu? Bir arada sorduğunuz bu bir kaç gelişme hem birbiriyle ilgili, hem değil. Ertuğrul Günay bizden özür dilemedi. Eğer istersek Ahmet Kaya’yı Türkiye’ye getirebileceğimizi söyledi. Sayın Bakan’a bunun son derece sembolik bir adım olacağını ve bizim bunu çok anlamlı bulmadığımızı söyledim. Zira eşim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı ve biz aile olarak, isteseydik onu daha önce de getirebilirdik. Bunun önünde yasal engel yoktu. Sürgündeki aydın ve sanatçıların buraya getirilmesinden ziyade, onlar üzerinden oluşturulan ırkçı ve ayrıştırıcı zihniyeti değiştirmenin yöntemlerini bulmanın, ülkenin gerçek bir demokrasiye kavuşturulmasının, bu ortak değerlerle ilgili kalıcı, kurumsal çalışmalar yapmanın daha değerli olacağını söyledim. A Bunlar gerçekleştiğinde onların ruhu zaten ülkelerinde olacaktır. Sorduğunuz diğer ismin “sorumlu(!) gazete yöneticiliği” ahlakını kamuoyuna ve geleceğe bırakıyorum. Mezarını Türkiye’ye getirmeyi neden istemiyorsunuz? Çünkü biz ülke olarak ayıplarımızın üzerini çok hızlı kapatıyoruz. Unutturuyor, hafızasızlaştırıyor ve bu ayıplarla yüzleşmiyoruz. Yakın tarihimizde bunun epeyce örneği var. Biz bazı tarihsel ayıplara sahipsek, bunlarla yüzleşme olgunluğuna da ermek zorundayız. Bu nedenle bu ayıp sayfalar açık kalmalı, sorgulanmalı, kabullenilmeli ve bir daha asla hiçbir sanatçımıza, aydınımıza, entelektüelimize bunun yaşatılmaması için bir zihniyet devrimi yaşanmalı. Ahmet Kaya “Ben, gerçekten bağımsız ve tam demokratik bir ülkenin dürüst bir yurttaşı olarak yaşamak istiyorum, bütün meselem budur” derdi. O’nun huzuru bizim böyle bir ülke olmamıza ve onun böyle bir ülkeye getirilmesine bağlı diye düşünüyorum. NEFRET OPERASYONU Ahmet Kaya’yı sürgüne gitmek zorunda bırakan bu süreçte etkisi olanların bile sık sık Ahmet Kaya’nın adını anar olmasının nedeni ne sizce? Bunlar, öngörüsüz, ülkesindeki ve dünyadaki gidişata aklı yetmeyen, konjönktürel davranan, toplumsal değişimin karşısında duran, inkârcı, çıkarcı ve kör bir güruhtu. Bu ülkeye ve bize çok zarar verdiler. Onların Ahmet Kaya’yı anmasının benim açımdan bir değeri yok. Sizce Ahmet Kaya, sadece Kürtçe bir parça ve klip yapacağım dediği için mi gelişti bu nefret cephesi, yoksa arkasında çok daha büyük bir nefret operasyonu var mı? Sanat, doğru kullanıldığında son derece etkili bir alandır. Eğer yeteneklerinizi doğru kullanıyorsanız ve sağlıklı bir demokrasi anlayışına sahipseniz, muhalifseniz, toplumcuysanız ve etki gücünüz de varsa, değişime direnenlerin merceği altındasınız demektir. Bu operasyonda bunun çok payı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, Ahmet Kaya repertuvarına İngilizce bir parça koyacağını açıklasaydı bu sonucu yaşamayacağımız da bir gerçek. Asıl tarihsel ayıp, ironi ve hatta ilahi komedi burada işte. Yasımı tutmaya bir ömür yetmez Önce Ahmet Kaya’yı sonra da kardeşiniz Yusuf Hayaloğlu’nu kaybettiniz. Bütün bu koşturmaca, kargaşa, kavga arasında yasınızı yaşayabildiniz mi? Aslında ben eşimi kaybetmeden sadece üç ay kadar önce büyük ağabeyimi, arkasından Ağustos depreminde eşimin ablasını ve yeğenini, derken eşimi, sonra evlat acısı yaşayan annemi, sonra diğer ağabeyimi ve en son da yine evlat acısı yaşayan kayınvalidemi, çok değerli dostum Zekoşumu kaybettim. İçimdeki kırgınlık ve kızgınlık duygusu asla değişmeyecek, çünkü hayatımın olası doğal akışı değiştirildi. Sağlığım bozuldu. Her şeye rağmen aydınlık bir akılla bu ülkede değişimi ve demokrasiyi özlüyor ve bize yaşatılanın bir daha asla hiç kimseye yaşatılmaması için payıma düşeni yapmaya çalışıyorum. Hiçbir zaman dilimi benim bunca yası tutmama yetmez artık. Ya kızlarınız? Ahmet Kaya’ya karşı yapılanlar ve onun ölümünden sonra onların yaşadıkları nedir? Kendi ülkelerinin onlara bu acıyı yaşatmasından dolayı çok üzgünüm ama kızlarımın sağlıklı aklına, gücüne ve insani erdemlerine de hayranım. Ne yazık ki onlara sunulan bu olduğu için, ne yaslarını, ne de yaşlarını yaşayabildiler. Diploma törenlerine babaları katılamasa da, onu kalplerindeki cennete alıp, okullarını bitirdiler. Ben de gücümü onların varlığından ve güzel kalplerinden ve Ahmet’i doğru algılayan milyonlarca seveninden alıyorum. Ahmet Kaya’sız geçen 10 yılda sizi en çok ne yıprattı? Yaşadığım bunca şeyin yanı sıra beni en çok yıpratan yine de haksızlık duygusu, inkar ve ikiyüzlülük. Türkiye’de olmayan demokrasi bizleri son derece kaygan, hukuksuz ve güvensiz bir zeminde tutuyor. Bu çok yıpratıcı tabii. Uygar dünyanın değerlerine gecikmeli de olsa yaklaşacağımız yerde, bundan uzaklaşıyor, ya da uzaklaştırılıyor olmamız gelişmeye ve değişime inanan benim gibi insanlar için çok yorucu olsa da, güne “Bir Gün Mutlaka” diye başlamak gerekiyor. İnsani ödev bu. G Peki sizce ilk ne zaman atıldı bu operasyonun adımı? Ahmet Kaya profesyonel müzik hayatına başladığı günden itibaren “merkezdışı”ydı ve muhalif sanat yapıyordu. Toplumda haksızlığa uğratılan tüm “ötekilerin” ve değişimin yanında yer aldı. Bu nedenle 19852000 yılları arasındaki tüm zamanlarda ona bir yerlerden tutulan bir projektör vardı zaten. Bunu hep hissettik, yaşadık. Hürriyet’in gerçek olduğunu kanıtlayamadığı fotoğrafı basması, Reha Muhtar’ın günlerce sürdürdüğü hedef gösterici yayınları, nefret dolu köşe yazıları... Durumun bu hale gelmesinde, medyanın rolü nedir? “Yönlendirilen Medya”nın rolü, daha doğrusu günahı çok büyük! Bu saydığınız ve saymadığınız isimlerin de etki alanları var ve onların şahsi keyfiyetleri dışarıdaki hayatı zehirleyebiliyor. Ülkenin en büyük gazetesi “Vay Şerefsiz” diye başlık atarsa, ülkenin çok izlenen bir ana haber sunucusu kendi ekranından son derece bilinçle yaptığı bir kurguyla, aylarca toplumun bilinçaltına yayın yaparsa, bu ülkede sizin sokaktaki can güvenliğiniz o anda bitmiş demektir. Onlar, günahlarıyla gideceklerdir bu dünyadan. Çünkü bu kıyımın telafisi yok! Sizi, o ödül gecesinde en çok şaşırtan ne ya da kim oldu? Ne hissettiniz; acıma, korku, nefret?.. Ben o gece sadece acıma hissettim. Dünyadan, çağından, ülkesinden ve ülkesinin realitelerinden bihaber, sözüm ona “seçkinler” grubunun hali trajikti gerçekten. İlk duygum şu oldu “Bu bir ırkçılık gösterisi. Yazık bu ülkeye”… Ahmet Kaya, eğer Paris’e gitmeseydi?.. Bu soru iki türlü yanıtlanabilir; hedef haline getirilmek suretiyle can güvenliği bitirilmeseydi ve yalnızlaştırılmasaydı şu anda bize yeni şarkılar yazıyor olabilirdi. Mesela, büyük orkestra için yazılacak dört CD’lik “Kurtuluş Savaşı Destanı” projesi, belki anadilini çok gecikmiş bir yaşta öğrenerek, kendi dilinden yazacağı yepyeni şarkılar, mutlaka bir sinema filmi, düşlediğimiz bir Latin Amerika gezisi… Yani onlarca proje… Diğer yandan bunlar olmadan da, her halükârda “bir zamanlar kendisi de bebek olan bir katil” marifetiyle hayatı son bulabilirdi. Çünkü, medyanın yarattığı korku, sokaktaki bazı insanlarda oluşturduğu o ırkçı, ürkütücü zihniyet, eşimin sürgün yaşadığı zaman dilimi boyunca sürdü. Mütemadiyen yalan haberler ürettiler, manipülasyon yaptılar ve yarattıkları havayı ısrarla sürdürdüler. Şimdi baktığım yerden görünen bu iki olasılıktan başka bir şey yok. Ahmet Kaya’nın eski kayıtlarını topluyordunuz. Yeni bir şeyler var mı, yakında dinleyebileceğimiz? Şarkılar kendilerini geleceğe taşıyacaktır zaten. Ben buna sadece aracılık ediyorum. Sandığımızda kalanları Ahmet Kaya adına bir sorumlulukla onu sevenlerle paylaştım, paylaşacağım. Sadece türkülerden, sadece şiirlerden oluşan albümler de yaptık, dört ciltlik “Ahmet Kaya Nota Kitaplığı” ve bir resimli biyografi kitabı da yayımladık. Hazindir, televizyonlarda halâ gizli bir ambargo var. Hazin olan bir başka gerçek de, şarkılarına kapalı bir ülkeye Ahmet Kaya’nın getirilmesi talebi. Bizim Kürtçe sadece bir şarkımız var ve şimdiye kadar hiçbir televizyon kanalında gösterilmedi. Bırakalım bu sembolik şarkıyı, Ahmet Kaya 43 yıllık ömründe tüm şarkılarını Türkçe yaptığı halde, o kültürde bile bir minik vefa kırıntısı göremiyorum. Bu durumda onu buraya getirmemiz onu incitmez mi? G esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle