02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Dikkat yumurtadan protesto çıkabilir! Bir hareketlilik hissediliyor. Tıpkı altmışlarda olduğu gibi bir şeylerin değişmesi için mücadele kampüslerden mi başlayacak? “Yok canım” diyenler de var, panikle eski söylemlere sarılanlar da. Şüphesiz öğrenciler zor günler geçirecek. Onlar devlet bekaasının karizmasını çizdiler. Ya kamusal vicdan; hâlâ onları “terörist” olarak mı görüyor yoksa gecikmeli de olsa haklarını teslim mi ediyor? Yanıt öğrenciler ve EğitimSen’den Ahmet Bekmen’den. aşbakan rektörlerle Dolmabahçe’deydi. Öğrenciler de dışarıda toplandı. YÖK’teki değişimlerde söz sahibi olmak istiyorlardı. Ancak onun yerine biber gazıyla, dayakla karşılaştılar. Bir arkadaşlarının burnu kırıldı, biri bebeğini kaybetti. İki haftadır basından, sokak sohbetlerine kadar her yerde ESRA süren yumurta muhabbeti de böyle AÇIKGÖZ başladı. Burhan Kuzu’ya Ankara Üniversitesi’nde yumurta atıldığını hatırlatmaya gerek yok. Birkaç gün önce, Akdeniz Üniversitesi’nde konferans veren Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı İdil Yiğitbaşı’na bir kız öğrencinin yumurta atarak, “Üniversitemizde sermaye değil, bilim istiyoruz” diye bağırmasını yeniden söylemek de yersiz. Başbakan’ın ve hükümetin bu DENİZ öğrencileri “terörist”miş gibi sunması, ÜLKÜTEKİN yumurtanın yerini yakında molotofkokteyllerinin alacağı uyarılarını da tabii. Türkiye’deki durgun toplumsal muhalefet için bu hareketlilik bir nefes alma şansı yaratsa da, öğrenciler için savcılık ve YÖK soruşturma başlattı bile. Görünen o ki, iktidar çizilen “karizma”sının rövanşını en sert şekilde alacak. Baskıya gireceğimiz sırada bu kez yıllar öncesinde öğrenci hareketlerinin merkezi olan bir üniversiteden, ÖDTÜ’den geldi protesto haberleri. Başbakan’ın üniversiteye gelişini protesto etmek isteyen öğrenciler yine polisle karşı karşıya gelmiş, yine coplar B çekilmişti. Bunun üzerine kampüste artan kalabalık günü polis kalkanları önünde uzun eşek oynayarak, bir anlamda gövde gösterisiyle tamamladı. Oysa Avrupa’da da gündemi öğrenciler dolduruyor. Üstelik çok daha hareketli eylemleriyle. Fransa’da hükümetin emeklilik yaşını yukarı çekmesine karşı grev ve gösteriler gerçekleştiriliyor. İtalya’da 300 bin öğrenci hükümetin eğitim politikasını protesto etti, üniversiteler işgal edildi. Tren istasyonları, köprüler, devlet televizyonu da göstericilerin hedefiydi. İngiltere’de üniversite harçları üç katına çıkartılacağı için 50 bin öğrenci Londra sokaklarına döküldü. Yunanistan’da, hükümetin eğitimde yapmayı planladığı kesintiler nedeniyle binlerce öğrenci başkent Atina sokaklarındaydı. Eski bir bakan göstericilerin öfkesinden nasibini aldı. Bunlar akıllara yeniden 68’i getiriyor. Biz de öğrenci eylemlerini muhataplarıyla konuştuk. Söz önce, EğitimSen İstanbul Üniversiteler Şubesi Yönetim Kurulu üyesi, araştırma görevlisi Ahmet Bekmen’de. Sendikadaki göreviniz dolayısıyla, üniversiteleri hem öğretim üyeleri, hem öğrenciler tarafından görebiliyorsunuz. Bu anlamda son süreçteki öğrenci eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? onun içine kişiler ve simgeler yerleştiriliyor. Bu açıdan öğrenci arkadaşlar şu anda çok zor bir şeyi göğüslüyorlar. Hükümetin tahammülsüzlüğüne gelince... Türkiye yakın tarihine dikkatli bakan herkesin rahatlıkla görebileceği bir sendrom bu; Demokrat Parti sendromu. İktidar partisinin elde ettiklerine, buna ilk karşı çıkanlara bakarsanız, 60’lara giden süreçte de çığırından çıkmış bir iktidar ve ona karşı ayaklanmış gençlik hareketi vardı. Türkiye’de sağ iktidarların ilginç bir psikolojisi var. İktidarları pekiştikçe daha ceberutlaşıyorlar. Neyse ki Türkiye’de askeri darbe riski azaldı... Toplumsal muhalefetin düşük olduğu şu zamanda, bu ceberut iktidarla nasıl baş edilebileceği önemli bir soru. Öğrenciler durgun havayı biraz hareketlendirdi, şu anda iyi bir sınav veriyorlar, diğer toplumsal muhalefet odaklarına da iyi bir örnek ve laboratuvar oluyorlar. Ancak çok yalnız bırakılıyorlar. Sol siyasi çizgide olduğunu söyleyenler bile yumurta atmak çok da yanlış bir şeymiş gibi konuşuyor. Hep bir “ama” ile devam ediyorlar cümlelerine... Türkiye’de özellikle 80’den sonra iyice kastlaşmış bir devletli anlayışı var. Bu resmi makamlarda oturanların kendilerini dokunulmaz görmeleriyle alakalı. Kuzu konuşturulmasa ama yumurta atılmasaydı, muhtemelen iş bu kadar büyümeyecekti. Karşı karşıya olduğumuz cenah ne Burhan Kuzu, Ankara Üniversitesi’ndeki yumurtalı protestodan şemsiyelerle korunmaya çalışıldı, ama... Çağdaş Ersoy / Ankara S.B.F. Elbisesi kirlendiyse kusura bakmasın Artan öğrenci hareketlerini nasıl yorumluyorsunuz? Başbakan’ın İstanbul ve Ankara’daki olaylara “tezgâh” yorumu yapmasını nasıl karşıladınız? AKP’nin her kesimde kendinden olmayanı tasfiye etme projesini takip ediyoruz. YÖK Başkanı’nın değiştirilmesi ve rektör, dekan atamalarıyla üniversitelerin yönetimini ele geçirdi. Son operasyon olarak da üniversitenin bütününü gözüne kestiren AKP beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Öğrenci hareketinin yükselişinde artık eğitim masraflarını karşılayamaz duruma gelmeleri, gerici örgütlenmelerin yaygınlaşması ve ses çıkartıldığında soruşturma, hapis, cop ve biber gazıyla susturulma gibi konulara birikmiş tepki etkili. Gerek AKP’nin gerek CHP ve MHP’nin tavrı öğrenci hareketini anlamaktan uzak. Başbakan, “tezgâh” nitelemesiyle sıkıştığı için iftira atıyor. İstanbul’a demokratik bir eylem yapmaya gittik, polisin saldırısına maruz kaldık, ardından tepkimizi Kuzu’ya gösterdik. Eylem günü olanları anlatabilir misiniz? Sabahtan Kuzu’nun gelişini bekliyorduk. Sadece protesto değil, bir şenlik olsun diye düşündük. Konfetiler aldık, pankartlar hazırladık. Burnu kırılan arkadaşımızın fotoğrafını çoğaltıp dağıttık. Salondaki 500 kişi de çağrımız üzerine geldi. Eylemden sonra polis üniversiteye biber gazıyla girdi. Ülkücü ve cemaatçilerden sürekli tehditler geliyor. Yumurtayla protesto yapmaya nasıl karar verdiniz? Yumurta meselesi biraz taleplerimizin önüne geçti. Yumurtalı eylemleri uzun süredir yapıyoruz. İsrail Büyükelçisi’ne Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde yumurta atılmıştı ve bu kadar büyük bir karşı propagandaya maruz kalmamıştık. Hatta mahkeme yumurtalı eylemi “demokratik tepki” olarak değerlendirmiş, beraat vermişti. AKP sözümüzü söylememize bile tahammül edemiyor. Talebimizi dinlemeyip saldırılara devam eden bir hükümet, bize savaş açmış demektir. Biz saldırıya karşı kendimizi savunduk. Kalkıp söz etmeye kalksak korumalar üzerimize çullanacaktı, onlar çullanmadan yumurtalarımızı attık sadece. Burnu kırılan arkadaşımızdan bir hükümet yetkilisi özür dilemiyorsa, kimse kusura bakmasın, yumurta atıp Burhan Kuzu’nun takım elbisesini birazcık kirletmemize laf edilmesi komik. SBF’de olay nasıl karşılandı? SBF öğrencileri bizi destekliyor. Hatta eylemden sonra Öğrenci Kolektifleri’ne katılmak isteyen üniversiteliler oldu. Rektörlük ve Dekanlık direkt bizi desteklemiyor ama AKP’nin istifalarını istemeleri yüzünden aynı kutupta yer alacağız. Şu anda hakkınızda açılmış bir soruşturma var mı? YÖK’ün üniversiteye verdiği talimatla açılan soruşturmalar ve savcılığın soruşturması devam ediyor, henüz ifade için çağrılmadık. AKP’nin karalama kampanyasıyla karşı karşıyayız ama üniversite öğrencisi arkamızda. Bize daha fazla saldırmaları yalnızca insanların AKP’ye karşı öfkesini büyütecek. Çok meşru taleplerimiz var, ya yumurtayı “suç aleti” ya da “parasız eğitim” talebini gayri meşru ilan edecekler ki bizi suçlayabilsinler. İkisi de saçma. O yüzden içimiz rahat. G ÖDTÜ’lü öğrenciler karşısında polisin işlevi “uzun eşek”teki yastık olmaktan öteye gidemedi... Türkiye’de yumurta protestosu konuşuladursun, Yunanistan’da öğrenciler şehir sokaklarını zapt etti bile... Ahmet Bekmen. Fotoğraf: VEDAT ARIK Şaşkınlıkla... 92’den beri İstanbul Üniversitesi'ndeyim. Eskiden öğrenci hareketindeydim, şimdi sendikal hareketteyim. Bu meselenin o kadar ses getirmesine inanın öğrenci arkadaşlar da şaşırdı. Öğrenci hareketini 15 gün önce tartışsak çok farklı konuşurduk. Çok da yükselen, büyümüş, kitleselleşmiş bir öğrenci hareketi yok ne yazık ki. Peki neden varmış gibi bir hava yaratıldı? Hem de öyle bir hava ki bu, öğrenciler “terörist”miş; yumurtanın bir sonraki aşaması molotofkokteyli atmakmış gibi sunuldu... Öğrenci protestolarına bu kadar sert yaklaşan hükümetin tahammül sınırının giderek düştüğünü söylemek yanlış olmaz herhalde? Bu biraz, Türkiye’nin siyasi konvektörüyle ilgili. Artık ne yapsanız, Ergenekon’a, Sarıkız’a bağlanıyor... Aslında tam bir 1984 durumu yaşıyoruz. İktidar her şeyi istediği gibi kodluyor, kadar Türkiye’de demokrasi havarisi olarak gösterilse de özünde Türkiye sağının bütün arazlarını taşıyor. Türkiye sağı iktidarın cilasının çizilmesine tahammülü olmayan bir siyasal gelenek. O yüzden sembolik etkisi onları çok rahatsız etti... Bir insanda, ülkede bir miktar demokrasi kültürü varsa yumurta atmanın aslında son derece doğal, olağan bir eylem olduğu görülebilir. Bu konuda Danıştay ve AİHM kararları da var. Özellikle siyasi iktidardakiler bu tür eylemlere karşı daha az korunaklıdır. Demokrasi kültürü böyle bir şey. Ancak Erdoğan’ın karikatürcülere açtığı davalardan da biliyoruz ki, iktidar böyle bir demokrasi kültürünü içselleştirmiş değil. CHP’lilerin de bunu başardığından kuşkuluyum. Dünyada öğrenci hareketleri büyük bir dalgalanma gösteriyor aslında. Fransa’da, İngiltere’de, İrlanda’da, İtalya’da ve tabii ki Yunanistan’da on binlerce öğrenci sokaklara dökülüyor. Herkes yeniden 68’i hatırlamaya başladı... Şu an olayları yaşadığımız için çok büyük tahliller yapamıyorum açıkçası. Ancak tarihte ikinci defa tekrarlanan her şey komedi olarak kalıyor. O yüzden bu yaşanan bir 68 olmayacaktır. Artık başka bir kuşak, başka ihtiyaçlar var. 68’deki gençlerin okul bitince iyi gelir getiren iş bulabilme imkânı vardı. Avrupa’da özellikle genç kuşak istihdamı yarı zamanlı, güvencesiz işlere kayıyor. Yunanistan’da “500 Avro kuşağı” deniliyor bu gençlere. O yüzden tekrar bir gençlik muhalefeti çıkarsa daha “proleter” olacak... Üstelik bugünün öğrencilerinin 68'deki gibi tam zamanlı öğrenci olma lüksü de yok. Öğrenci oldukları andan itibaren yarı zamanlı işlere girmek zorunda kalıyor ya da kariyerini düşünmeye başlıyor. Peki bu özelliklerdeki bir öğrenci hareketinin patlaması 68’deki rüzgârdan daha sarsıcı, derin mi olur? İşsizlik, güvencesiz çalışma kurallaşırsa, anlık patlayıp sönen hareketlenme yerine, sürece yayılmış, her an patlamaya hazır bir kitle ihtimali daha büyüyecek gibi. Yunanistan'da iki senedir gençlik hareketlenmesi dinmiyor, hep kaynıyor. Ya Türkiye? Bu yumurta eylemleri yeniden öğrenci hareketlerinin konuşulmasını sağladı. Daha kalıcı bir dalgalanmayı da getirir mi? Toplumsal muhalefetin sıkıştığı durumlarda öğrenci muhalefeti açıcı işlev görebiliyor. Taktik ve stratejiler akıllı olursa bu yoldan ilerleme, kanal açma imkânları var. Bunun için zemin de var, öğrencilerin çoğu ciddi ekonomik sıkıntıda. Sansasyon tonu yüksek işlerden ziyade okulda tutunabilmeyi, bu öğrencilerle ittifak kurabilmeyi başarırlarsa dalgalanma kalıcı olabilir. Yoksa özel güvenlik, idare, polis üçgeninde yine yalnızlaşacaklar. G Yumurtayı değil satırları sorun Diğer yandan, gözler hep öğrencilere ve yumurtalara çevrildiği için, polisin Dolmabahçe’de uyguladığı şiddet gözden kaçmaya başladı. Polisin üniversitelere yaklaşımı daha da sertleşti mi? Ahmet Bekmen: Aslında polis sertliğinden ziyade gündelik yaşamdaki baskılarda artış oldu. Bizim zamanımızda polisler için kadrolu MHP’li diyorduk, şimdi çoğu kadrolu AKP’li oldu, o kadar... Ama Türkiye’deki toplumsal muhalefet artık polis şiddetini daha da doğallaştırdı. Bunu politik olarak sorunsallaştırmalıyız... Polis şiddeti daha görünür olsa da, öğrenciler için şiddet polisle sınırlı değil. Üniversitenin gündelik hayatında özel güvenlikçiler çok daha fazla şikâyet edilen bir konu. Okulda iktidar gibi davranıyor, şiddet kullanıyorlar. Üniversitelerin her yanı kameralarla dolu. En ufak bir şey hemen soruşturmaya yol açıyor. Soruşturma açılan öğrenci de ihtiyati tedbir nedeniyle uzaklaştırılıyor. Suçsuz bulunsa da bir dönem okuldan uzak kalmış, sınavlara girememiş oluyor. Artık öğrenciler çok daha sıkıştırılmış durumda yani... Evet, benim dönemime göre sayısal olarak azlaşmış oldukları halde çok daha baskı altında tutulan, sıkıştırılmış bir öğrenci kitlesi var. Bu öğrenciler üzerindeki faşist saldırılarda cabası. İki sene önce okulda yapılan bir eylem, hareket olmadığı halde faşistler gelip satırla saldırdı. Ciddi yaralananlar oldu. Başbakan “Bu yumurtalar fakülteye nasıl sokuluyor” diye soruyor, peki satırlar okula nasıl sokuldu, bunu kimse sormadı, sormuyor. Hükümetin üniversite idarisine yönelik tavrı da ilginçti. İlköğretimde polis muhbiri öğretmenler konuşuluyor, oysa üniversitelerde rektörler üzerindeki baskılarla bu çok daha önceden yaratıldı... Aslında, genç arkadaşların ne yapmaya çalıştıklarını gözden kaçırıyoruz. Arkadaşların niyeti, iki hafta üst üste rektörleri ilkokul çocuğu gibi toplayıp, brifing veren hükümetin komedisini ortaya çıkarmaktı. Toplantıda rektörler YÖK’ü konuşmaya çalışınca, Başbakan “YÖK’ü konuşmayalım, zaten 2011 sonrasında değiştireceğiz” diyor. Fikir alma ihtiyacı bile hissetmiyor. 2011 seçimlerinden sonra ilk ele alacakları, külli değişiklik yapacakları mesele YÖK. Asıl bunu konuşmamız gerekiyor. G Şafak Yayla / İ.Ü. Hukuk Fakültesi YÖK bugüne kadar cuntasıyla yaşadı Yaşanan olayları ve hükümetin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Eylemlerin şekli, tarzı bizim için tartışılır. Ancak asıl tartışılması gereken iktidarın yaklaşımı. Bu yaklaşımı anlamak için devlet yetkililerinin açıklamalarına bakmak bile yeterli. Ülke nüfusunun çoğu genç ve bu güç harekete geçerse, egemenler için tehlikeli olur. Gençliğin “potansiyel suçlu” muamelesi görmesinin temeli de bu korku. Tüm iktidarlar, gerek polisiye, gerekse de kültürel, eğitsel araçlarını kullanarak gençliğe yükleniyor, gençliğin cesaret ve coşkusunu törpülemeye, kendine yedeklemeye çalışıyor. Gençlik, 12 Eylül cuntasının ilk hedefiydi, çünkü geniş halk kitlelerinin bilinçlenmesinde rol oynuyordu. Gençlikte örgüt fobisi yaratılmaya çalışıldı. YÖK bu amaçla kuruldu ve bugüne kadar cuntası, sivil iktidarlarıyla yaşatıldı. Toplumsal çıkarlar için örgütlenmeyi, mücadele etmeyi aptallık veya terorizm olarak tanımladılar. Siz hangi olaylarda yer aldınız, kolluk kuvvetleriyle nasıl bir temasınız oldu? 14 Mart’taki “Roman Çalıştayı”nda, Tayyip Erdoğan konuşurken “Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız” yazılı pankart açtıkları için hukuksuz şekilde tutuklanan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için 17 30 Mayıs arasında Ankara’ya yürüdük. Yol boyunca polisin ve jandarmanın tacizlerine uğradık. Ankara’ya vardığımızda topladığımız imzaları meclise götürmek için yürüyüş düzenledik, fakat Mavi Marmara saldırısı bahane edilerek önümüz kesildi, biber gazı ve coplu saldırıya uğradık. Üç arkadaşımız hastaneye kaldırıldı. Biri beyin travması geçirdi. Birinin parmağı kırıldı. O gece oturma eylemi yaparak bekledik. Ertesi gün yolu açmak zorunda kaldılar ama saldırının sonucu 12 arkadaşımız soruşturma kapsamına alındı. Henüz buna ilişkin açılan dava yok. Öğretim üyelerinin eylemlerinize tepkisi ne? Eylemlerimize okul yönetimince sert önlemler alınmaya çalışılıyor. İstanbul Üniversitesi’nin rektörü Başbakan’ın aile hekimi. Yani hükümetin üniversite yönetimine baskı yapmasına gerek yok, zaten orayı kendi seçtikleriyle doldurmuş. İlkokulundan üniversitesine kadar tüm okullarda idare polis gibi, polis de idare gibi çalışıyor. Polis ve idare işbirliği, 12 Eylül’den beri üniversitelerin karakteristik özelliklerinden biri. İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri için öğrencilere “Eylemlere katıldın mı? Katılanların isimlerini ver yoksa okuldan atarız” tehdidinde bulunmak, normal hale geldi. Devlet tüm birimleriyle gençliği kuşatmaya çalışıyor, hak taleplerine pervasızca saldırıyor. Biz çözümün gençliğin akademik, demokratik talepleri etrafında örgütlenmesinde olduğunu düşünüyoruz. Gençlik Federasyonu da DevGenç’ten aldığı mirasla bu mücadelesini sürdürüyor. G Uzun ve onurlu bir tarih Dünden bugüne birkaç öğrenci eylemi iz insanların kafasına yumurta atmanın demokratikliğini tartışaduralım, birçok kültürde bu ritüel yıllar önce yerini aldı. İngiltere'de 18. yüzyılda seçim konuşması yapan yerel adaylara bir şey fırlatmak normal karşılanıyordu. Öyle ki edebiyatta bile yerini aldı bu gelenek. İngiliz yazar George Eliot Middlemarch kitabında 19. yüzyılda seçim konuşması yapan Mr. Brooks’un omzunu batıran yumurtaya rol vermekte sakınca görmedi. Bu gelenek politikacılar tarafından da kabul görüyor. Muhafazakâr Parti’den Sir Malcolm Rifkind “Politikacılara yumurta atmanın uzun ve onurlu bir tarihi vardır” diyerek yumurtaya hak ettiği saygıyı gösteriyor. Tarihte ilk yumurta cezasına çarptırılanlarsa ortaçağda yine İngiltere'de küçük suçlar işleyenlerdi. Bu suçlular halkın karşısına çıkarak yumurtalara ve domateslere hedef oluyordu. Akdeniz ülkelerindeyse yumurta ve domates fırlatmanın daha festivalimsi bir anlamı var. İspanya’da Valenica’nın Bunol köyünde düzenlenen domates festivali buna en iyi örnek. Bu protestolar illa yumurta ya da domatesle sınırlı değil, bu neyin bol yetiştiğine göre çeşitlilik gösteriyor. Mesela Romalıların bir keresinde İmparator Vespasian Agustus’u şalgam yağmuruna tutmakta çekinmediği anlatılıyor. Ancak ileride yumurtanın demokrasi geleneğindeki yeri sarsılabilir. Son yıllarda özellikle Britanyalı politikacılar yumurta dışında pek çok gıda maddesiyle haşır neşir oldu. Clare Short’a kremalı turta, Nick Brown’aysa çikolatalı ekler layık görüldü. Yine de geçen hafta prens Charles ve eşi arabalarında sıkı bir yumurta banyosu yaptı. G B 1944: “Faşizme ve vurgunculuğa karşı” İstanbul Üniversitesi'nde İlerici Gençler Birliği kuruldu. Kısa süre sonra, Süleymaniye Camisi'nin iki minaresi arasına astıkları “Başbakan Saraçoğlu FaşisttirVurgunculuk ve Faşizme Karşı Savaş Cephesi” imzalı bir flama gerekçesiyle devletin cezalandırma politikasından kurtulamadılar. 28 Nisan 1960: Demokrat Parti'nin baskıcı uygulamalarından dolayı Ankara’da üniversite gençlerinin eylemleri başladı. 21 Nisan 1966: İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ellerinde “Milli petrol ne oldu?”, “Bu vatan bizim”, “Cop var mı?” pankartları taşıyan öğrenciler Başbakan Süleyman Demirel’i yuhaladı. Demirel’i destekleyen Adalet Partili grupla aralarında çatışma başladı. Olaylara müdahale eden toplum polisinin yarattığı görüntüler Dolmabahçe’de yaşananları aratmıyordu. 6 Ocak 1969: ABD Büyükelçisi Robert Kommer’in makam arabası Ortadoğu Teknik Üniversitesi bahçesinde öğrenciler tarafından yakıldı. 1996’daki hukuk fakültesi işgalinden... Kommer’in arabası ODTÜ’de yakılmıştı (1969). Aziz Güler / Y.T.Ü Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler 4 Aralık milat olabilir Dolmabahçe’de yaşananları anlatabilir misiniz? GençSen olarak Başbakan’ın YÖK Başkanı ve rektörlerle yaptığı toplantıya temsilcilerimizi göndermek istiyorduk. Fakat polis bize “dağılın” uyarısı yapmadan biber gazı ve kalkanlarla saldırdı. Birçok arkadaşımız yaralandı. Gözaltına alınan 14 GençSen’liden 11’i karakolda serbest bırakıldı, üçü nöbetçi mahkemece serbest bırakıldı. Öğrenci hareketleri temelde hangi noktalarda birleşiyor? Öğrenci hareketinin temel gündemi bu süreçte söz hakkını elde etmek, parasız eğitim talebini yükseltmek ve YÖK’ü kaldırmak. Artık öğrenciler konuyu daha bütünlüklü ele alacaktır. Üniversitede çalışan işçiden öğretim üyelerine, öğrencilere kadar süreci değerlendirmek, “Nasıl bir üniversite istiyoruz”un cevabını vermek zorundayız. Bu olaylardan üniversitelerde öğrenci hareketlerinin yeniden canlandığı sonucunu çıkarabilir miyiz? Yaşananlar öğrenci hareketi açısından dönüm noktası oldu. 1980 sonrası depolitisazyon çabaları büyük oranda başarılı olmuştu ancak artık “4 Aralık’tan önce ve sonra” diye bir milat oluşturabiliriz. Öğrenci hareketi toplumsal mücadeleler tarihine bir not düştü ve “ben de varım” dedi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bütün karalama kampanyalarına, talepleri olayları kriminalize etmek suretiyle gölgeleme politikalarına verecek cevapsa net: Biz özerk, demokratik üniversite istiyoruz, elimizde ciddi çalışmalarımız var, siz ne diyorsunuz? Korkunuz yoksa açık açık tartışalım. Kim haklı, kim haksız, insanlar karar versin! G 1971: ODTÜ’de devrimci öğrenciler, Kennedy anıtını havaya uçurma sebebi olarak ABD’nin Laos’a saldırmasını gösterdi. 16 Mart 1978: İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin üzerine bomba atıp ardından silahlarla tarayan MHP sempatizanı ülkücüler yedi genci öldürdü, 100’den fazla öğrenciyi yaraladı. 14 Kasım 1987: 12 Eylül’den sonraki en büyük kitlesel öğrenci eylemi tek tip Öğrenci Derneği Yasası’nı protesto etmek içindi. İki bin öğrenci Aksaray’dan Beyazıt Meydanı’na yürüdü. 29 Şubat 1996: Meclis’te pankart açan sekiz öğrenci, toplamda 96 yıl ceza aldı. 1 Mart 1996: Üniversite harçlarını protesto eden bir grup öğrenci İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni işgal etti. 6 Kasım 2004: YÖK’ü protesto etmek için Kızılay’da toplanan yüzlerce öğrenciyle polis çatıştı. Kaldırım taşlarının söküldüğü gösteride yaralanan öğrenciler de oldu. 1971. Öğrenci eylemlerinin yükselişte olduğu yıllar. 1987. Dernek yasası için öğrenciler açlık grevinde. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle