22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 19 ARALIK 2010 / SAYI 1291 Badem kaldığı yerden ALİ DENİZ USLU ATAOL BEHRAMOĞLU adem, Mustafa Kemal Öztürk, Barış Bahçeci, Mert Özdemir, Doğaç Başaran ve Emre Yıldız’dan oluşan bir rock grubu. İlk albümlerinde “Sen Ağlama” parçasıyla çıkış yapan, ikinci albümü “S’onsuz” ile müzik listelerinde yerini sağlamlaştıran Badem; 3b albümüyle döndü. Grubun üçüncü albümü olması sebebiyle geliştirilen üçboyut konsepti kapsamında; albümün videoları ve B Assange ve Salander ulien Assange son günlerde adından en çok söz edilen Avusturalyalı genç adam. WikiLeaks internet sitesinin kurucusu ve beyni. Şu satırları yazmakta olduğum sırada, görünüşte WikiLeaks belgeleri nedeniyle değil de bir tecavüz suçlamasıyla İngiltere’de tutuklu. Lisbeth Salander, İsveçli gazeteci ve romancı Stieg Larsson’un “Millenium Üçlemesi”nin kahramanı genç kadın… Yani, biri gerçek yaşamda mevcut. Öteki, kurgu ürünü. Aralarında ne gibi bir ilişki olabilir?.. J *** Çoksatar listelerinin ön sıralarındaki üçlemenin “Ejderha Dövmeli Kız” başlığıyla dilimize çevrilen ilk cildini itiraf ederim ki soluk soluğa okudum. Kitabın İsveççe orijinal adı “Kadınlardan Nefret Eden Adamlar”mış… Bu ad konuya daha uygun. Fakat roman adı olarak gerçekten de “Dövmeli Kız” kadar çekici değil... İlkinden bir süre sonra satışa sunulan ikinci ve belki onun ardından yayımlanmış olan üçüncü kitapları edinip okumak gereksinimi duymuyorum. Bir bakıma ilkindeki gerilimin zorlama uzantıları olacaklarını düşündüğümden… Fakat amacı zaten bu başarılı gerilim romanını irdelemek olmayan bu yazının başlığı bağlamında beni roman kahramanının kişiliği ilgilendiriyor. Lisbeth Salander olağanüstü marifetli bir “hacker”... Yani, özetle söylemek gerekirse, çok becerikli bir bilgisayar kurdu ve yerine göre de şifre kırıcısı… Ele avuca sığmaz, akıl almaz, yaman bir kız… Tam olarak bu iletişim (ya da bilişim, her ne ise) çağının bir kahramanı… Çok sorunlu bir çocukluk yaşamış. Sorunları hâlâ da sürmekte… Ama aynı zamanda da eşsiz bir özgüvene sahip. Ve hepsinden önemlisi, sahip olduğu beceriyi, ekmeğini kazanmanın yanı sıra, yaşamakta olduğumuz şu alçaklar ve alçaklıklar dünyasında onların hakkından gelmek için kullanıyor. Tıpkı WikiLeaks belgeleriyle yapıldığı gibi… *** Julien Assange roman kahramanı değil. Fakat yaşadıkları ve yaptıklarıyla roman kahramanlarını aratmıyor… Tıpkı bunun gibi romanın (ve daha sonra romandan yapılan filmin) kahramanı Lizbeth Salander’in üzerimizde bıraktığı güçlü etkinin başlıca nedeni de, onun çağdaş kimliğinden, bu kimliğin gerçek yaşamın olguları ve değerleriyle ilintisinden kaynaklanmıyor mu? Burada bir an “değer” kavramı üzerinde duralım. Bütün insani değerlerin, insanlığımızın biriktirdiği bütün değerlerin ayaklar altına alınmış olduğu toplumsal süreçlerden geçiyoruz. Bir yanda muazzam bilimsel ve teknolojik buluşlar, öte yanda alçakça yalanlar, cinayetler, sömürüler. Örnek mi: En yakınımızda yaşanan Irak trajedisi. Şimdiyse bu teknolojik buluşlar çağının ürünü bazı çocuklar, yine onun sağladığı olanaklarla, teknolojik sistemin patronlarına kafa tutuyor, onları rezil rüsva ediyor. Roman kahramanı Salander’le gerçek yaşamdaki Assange arasındaki özdeşlik burada. İkisi de aynı ölçüde gerçek ve aynı ölçüde de roman kahramanıdır... “Millenium Üçlemesi”nin kahramanının yazgısı, ister istemez yazarının elindeydi… Konu özetlerinden okuduğumca ikinci ve üçüncü kitaplarda başına büyük belalar gelen Salander, o yaman kız, sonunda hepsinin üstesinden gelmeyi başarıyor… Assange’ın yazgısı nasıl olacak? Bunu bilmiyoruz... Bu biraz da onun çağdaşları olan bizlere bağlı değil mi? ABD’de, bizde ve bütün dünyada ipliği pazara çıkarılan çirkinlik, yalan, ve sömürü erbabının diş bilediği bu genç adamın bir takım provokasyonlarla “ilah”lara kurban edilmesinin sessiz seyircileri olarak onu kurgu ürünü bir roman kahramanıymışçasına izlemeyi mi sürdürecek, yoksa yanında yer aldığımızı yüksek sesle dile mi getireceğiz? Günümüzde çağdaş olmanın ölçütlerinden, hem de en önemlilerinden biri, bana öyle geliyor ki bu konuda sahip olacağımız bilinç ve takınacağımız tavırdır. G ataolb@cumhuriyet.com.tr düşünen beş kişi. Kimi zaman sular dalgalı oluyor ve enerji yukarı çıkıyor, kimi zaman ise sakin sularda muhabbet ediyoruz. Karacaoğlan da, Aziz Nesin de bizim için özel. Öncü olan bu insanlara hem hayatımızda hem albümlerimizde yer vermek istedik, şimdi ise üstüne yeni şeyler koymak istiyoruz. Badem, müzik deryasında kürek sallayan beş arkadaşın hikâyesi. Hayatımıza da pek çok şarkılarını sızdırdılar. Şimdi yeni albümleri “3b” ile döndüler. fotoğrafları üçboyut teknolojisiyle hazırlandı. 1996 yılında Boğaziçi Üniversiteli üç öğrenci Barış, Devrim ve Mustafa tarafından vokal topluluğu olarak kurulan grup, ikinci albümünde sırasıyla “Kalpsiz”, “Sensiz Kalacak Bu Şehir”, “Geceyedir Küsmelerim” ve son olarak “Bir An İçin” ile kendini duyurmuştu. Badem grubunun müziğinin özünde ilk önceleri Karacaoğlan’ın şiirleri vardı. Hatta Aziz Nesin’in “Arkadaşım Badem Ağacı” şiiri de etkileyici bir şekilde düzenlenmişti. Başlangıcından şimdiye nedir Badem'in hikâyesi? Barış: Müzik deryasında kürek sallayan beş arkadaşın hikâyesi aslında. Her kürek sallayışta bir ritim, ahenk ve hikâye olması gerektiğini Çok dinlenebilir bir akustik rock tarzınız var. Yeni albümde neler denediniz? Mert: Akustik gitardan vazgeçmedik elbette. Elektro gitarların yoğun olarak kullanıldığı şarkılarımızda bile akustik gitarın kattığı zenginlikten olabildiğince faydalandık. Akustikten vazgeçmesek de, duyum olarak şimdiye kadarki en hacimli elektro gitarlarımızın olduğu albümümüz de bu diyebiliriz. Yeni albümümüz için çekilen iki klip parçası “Senin hâlâ bu kalp” ve “Yorgunum” da örneğin elektro gitarlar fazlasıyla dolu dolu duyuluyor. 70’ler tadında yaptığımız “Gördüm Ötesini” isimli bir parçamız var ki, Serdar Öztop ve Bora Uslusoy soloları ile parçada yer aldı ve gerek parçanın genel havası gerekse peşi peşine üç solo olması gerçekten çok keyifli oldu. Cahit Berkay da “Gelin” parçamızda yer aldı. Bu albümde de bir düetimiz var yine. Bu seferki düeti ise Zeynep Casalini ile yaptık. İsmi “Gittiğinden Beri”. Popüler müzikle mesafali olsanız da yine de popüler olmayı başardınız. Nedir derdiniz? Emre: Klişe bir deyim olacak ama şarkıları gerçekten popüler olma kaygısıyla yapmıyoruz. Amacımız tabii ki Türk rock tarihinin efsane grupları arasında yer almak, şarkılarımızı nesilden nesile aktarabilmek. Badem'in yola çıkış amacı zaten çok sesli vokal geleneğini sürdürmek ve bunu da modern müzikle harmanlayıp sunmak. Sanırım tüm bunlar ve süreç sizi kendiliğinden belli bir bilinirlik seviyesine getiriyor. Müziğinizde hep umutlu bir melankoli oldu. Ağlattı ama kahretmedi. Mustafa: Yaşadığımız olaylar şu ana kadar müziğimizi besledi, özel hayatımızdaki ayrılıklar, ölüm ve aşk ayrılıkları duygularımızın müziğe dönüşmesinde çok etkili oldu. Fakat yeni albümle beraber yeni gelenler oldu hayatlarımıza, ben dayı oldum, Doğaç amca ve Barış ise baba. Kısaca belki bundan sonra daha mutlu ve daha umut dolu albümler gelebilir. Yeni albümün konsepti de farklı. Nedir hikâyenin aslı? Emre: Üçboyut aslında pek de yeni bir şey değil ama video klip ve albüm içindeki görseller açısından Türkiye’de ilk kez denenmiş bir şey diyebiliriz. Grup olarak fiziksel CD’lerin müzik dinlemek için hâlâ önemli bir araç olduğunu düşünüyoruz ve bu anlamda kendi CD’lerimizin de içini mümkün olduğu kadar doldurmaya çalışıyoruz. Bütün fotoğraflarımızla albümle birlikte verilen üçboyutlu gözlükle bakabilirsiniz. Ayrıca CD’nin içinde yer alan üçboyutlu klibimiz de aynı gözlükle izlenebilir. Bunlara 13 adet şarkıyı da eklerseniz CD’yi alanların mutlu olabileceği bir albüm olmuştur diye düşünüyoruz. G alidenizuslu@yahoo.com Redd, Softcore ile Babylon’da B abylon’da Renault sponsorluğunda Unplugged geceleri devam ediyor. Aralık ayının konuğu Türkiye’nin en başarılı rock gruplarından Redd. 2005 yılında 50/50 ile başlayan müzikal yolculuğunu “Kirli Suyunda Parıltılar”, “Plastik Çiçekler ve Böcek”, “Gecenin Fişi Yok” (DVD) ile devam ettiren Redd, 2009 yılının nisan ayında çıkardığı “21” ismini taşıyan konsept albümü ile müzik dünyasındaki yerini iyice sağlamlaştırdı. Kısa bir süre önce bir Çağan Irmak filmi Prensesin Uykusu’nun soundtrack albümünü piyasaya süren grup, 2010 Mayıs ayında Babylon’da Softcore adını taşıyan akustik projesi ile büyük beğeni toplamıştı. Redd, bu konserlerde 21’in dışında diğer albümlere ve daha önce hiç duymadığınız şarkılara da yer veriyor. Softcore, Redd’in 1996’da kurulduğundan bu yana tüm önemli evrelerini anlatmayı ve göstermeyi de planladığı ilginç bir performans. Sahnede Redd’in dışında birçok farklı isim de grubun şarkılarını seslendiriyor olacak. 25 Aralık 2010 Cumartesi gecesi değişik bir atmosferde farklı bir Redd konseri izlemek istiyorsanız Softcore’u sakın kaçırmayın. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle