02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 17 OCAK 2010 / SAYI 1243 Neşe Yalçın’ın dediği gibi çoğu trafik kazasının cinayetten hiçbir farkı yok. Yalçın ailesi iki yıl önce böyle ATAOL BEHRAMOĞLU bir kazada kızlarını kaybetti ve tam iki yıldır adalet arayışları sürüyor. Madden ve manen gördükleri tüm hasarlara rağmen yılmadılar. Modacı anne Neşe Yalçın, şimdi kızını kaybettiği yerde trafik suçlarında cezanın ağırlaştırılması için bir defile yapacak. Naviler ve Romanlar ames Cameron’un “Avatar”ını görmediyseniz kaçırmayın. Büyük paralar harcanarak yapılan “süperprodüksiyon”lar benim için pek ilginç değildir. Nitekim aynı yönetmenin bu tür filmlerinden “Titanik”e hayran kaldığımı söyleyemem. Buna karşılık “Avatar”dan etkilendim. Gerçi bu filme harcandığı söylenen para (2 milyon dolar), filmin görkemi karşısında pek fazla büyük sayılmaz. Bizim Boğaz’da bu parayla sıradan bir yalı bile alamazsınız! Zaten “Avatar”ın, gösterime girdiği birkaç ay içinde, yatırımı için yapılan masrafın birkaç katını çıkardığı biliniyor. Bu gelir daha da artacaktır. Üç boyutlu (3D) sinema tekniğiyle üretilen filmin heyecan verici görkemi bunu hak ediyor. Uçmak duygusu içinizi sevinçle dolduruyorsa “Avatar”ı özellikle kaçırmayın. Filmin kahramanlarıyla birlikte “Pandora” gezegeninin büyüleyici göklerinde uçacaksınız demektir. Uçmaktan korkuyorsanız bile filmi görün... Çünkü bu kez de uçmanın o kadar da korkulacak bir şey olmadığını duyumsayacaksınız. Filmin olağanüstü görselliğine karşın öyküsünde olağan dışı pek bir şey yok... Gezegenimizin sömürgecileri “Pandora” adlı bir gezegende bulunan ender bir cevherin peşindedirler. Bu cevher, dünyamızdaki enerji sorununu çözecektir. “Pandora”nın yerlisi “Navi”ler, bizim anlayışımıza göre henüz tam olarak insanlaşamamış yaratıklardır. Kıvrak ve güzel bedenlerine karşın, kuyrukları ve hayvanımsı sivrilikte kulakları vardır. Gözlerinin iriliği de bizim ortalama ölçülerimizin epeyce üstündedir.... Navi’lerin bir özelliği de doğanın kutsallığına ve ruhların yok olmayıp beden değiştirdiğine inanmalarıdır. Zaten filmin adı buradan geliyor. Hint mitolojisinde bu sözcük, Tanrıların yeryüzüne indiklerinde büründükleri biçimlerin adıdır. Bizim sömürgenler “Pandora” gezegenindeki cevheri elde edebilmek için oradaki doğayı delik deşik etmek zorundadırlar. Buna izin vermeyecek olan Navi engelini aşmak için buldukları çözüm, Avatar adını verdikleri bir uygulamayla bazı insanlara Navi geni aşılamak; böylece elde edilecek yarı insanyarı Navi yaratıkları bir çeşit casus ve misyoner olarak Pandora’ya göndermektir. Program uygulanacak fakat öngörülemeyen bazı güçlüklerle karşılaşılacaktır... Öyküyü burada kesiyorum... “Avatar”ın başarısı, bana kalırsa, harikalar yaratan dijital teknolojiden çok, hümanist mesajındadır. Filmi izlerken, yüreğiniz bir süre sonra kendi gezegeninizin saldırganlarıyla değil; doğayla uyumlu ve tutarlı bir yaşam sürdüren masum ve mazlum Navi’lerle birlikte çarpmaya başlıyor. Onları bizim gezegenimizin insanlarından çok daha güzel, çok daha gelişmiş, çok daha becerikli ve anlamlı bulmaya başlıyorsunuz... Navilerle Romanlar arasında ne gibi bir ilişki var diye sorabilirsiniz... Romanlar bence bizim uygar dünyamızın Navileridir... Onların ruhlarında ve bedenlerinde, ruhları körelten ve bedenleri hantallaştıran teknoloji köleliğine karşı, direnen, kafa tutan bir özgürlük tutkusu ve enerjisi var... Roman ve roman olmayan dünyalılar arasında zaman zaman patlak veren sorunların temeli bence bu karşıtlıktadır... Onların özgür yaşamlarına, pervasızlıklarına, açık sözlülüklerine, kanaatkârlıklarına, kadınıyla erkeğiyle delikanlılıklarına gizli gizli imreniyor, gömüldüğümüz sözüm ona “uygar” yaşamlarımızın tutsaklığında hasetten çatlıyoruz... İnsan topluluklarının tümü için geçerli olan yoksullukları, kötülükleri yüceltecek değilim. Fakat sorun eğer “suç” ve “suçluluk”sa, Romanların bu alanda bütün toplumsal katmanları en küçük suç ve suçluluk oranıyla en geriden izlediklerini iddia ediyorum... “Avatar”daki dünyalıların Pandoralı Navilerden öğrenmeleri gereken çok şey var... Tıpkı Roman dünyalılardan Roman olmayanların öğrenecekleri çok şey olduğu gibi... G [email protected] J Bir kaza, bir ölüm ve adalet arayışı T ALPER TURGUT am iki yıl önceydi. 14 Ocak 2008 günü, yaşanan bir trafik kazası, gencecik moda tasarımcısı Sinem Reyhan Yalçın’ın hayatını çaldı. Ve o gün, “leydim”, “prensesim” diye sevdikleri yavrularını yitiren Yalçın ailesinin ocağına ateş düştü. Türkiye’nin en ünlü armatör ailesinin özel bir üniversitede okuyan oğulları F.K., kazaya yol açtığı için yargılanmaya başladı. Sanık, 8’de 8 suçlu bulundu ancak kısa bir süre cezaevinde yatıp özgürlüğüne kavuştu. Sonrasında yaşananlar ise adeta komplo teorisi gibiydi. 12 yaşındayken babasını bir trafik kazasında kaybeden F.K.’nin hayli ünlü amcası, ulemaya sorup kan parası ödemek istediklerini söyledi. Acılı aile, sert tepki gösterdi: “Şeriat devleti miyiz? Biz para verelim, kızımızı geri getirsinler.” Sanığın salıverilmesinin kamu vicdanını zedelediğini vurgulayan CHP, soru önergesi verdi. Adalet Bakanlığı’ndan yerlerde sürüklenerek çıkartılan Yalçın’lardan, eski bakan Mehmet Ali Şahin, özür diledi. Acı gün geçtikçe daha da büyüdü ve sorguladıkça başlarına gelmeyen kalmadı. Aile saldırıya uğradı, dükkânlarının camları kırıldı. Çalışan işçileri ve Sinem’in yanında bulunan tanık, ne hikmetse bir süre sonra karşı tavır aldılar. Dava süresince dört avukat eskittiler. Hatta evleri soyuldu, talihsiz genç kızın özel eşyaları çalındı. Yılların modacısı anne Neşe Yalçın ile ekonomist baba Sinan Yalçın’ın adalet arayışı hâlâ sürüyor. Başınız sağ olsun. Sinem’i sizden dinlemek istiyoruz. (Söyleşi boyunca gözyaşları hiç dinmedi. Evlat acısı her şeyden ağırmış, bir kez daha şahitlik etmiş oldum.) Neşe Yalçın: Sinem 29 yaşındaydı. Üç lisan bilen, geleceği parlak bir moda tasarımcısıydı. Tanrı vergisi bir yeteneği vardı. Dünyanın sayılı üniversitelerinde okuyabilirdi Türkiye’yi seçti. Önce İngiliz edebiyatı okudu, ardından da güzel sanatlar akademisine gitti. Roma’da okurken Pelin Batu ile aynı evi paylaştı. Bizim için eğitim gördüğü Viyana’dan geldi. Marmara Üniversitesi’nin tekstil bölümünde yüksek lisansa devam ediyordu. Firmamız Şafak Gelinlik ve Moda Evi’nin ihracat ve ithalat bölümüyle de ilgileniyordu. Keşke onu, Viyana’dan hiç çağırmasaydık. Sinem Reyhan Yalçın NE OLUR BENİ KURTARIN Kaza gününe dönebilir miyiz? Sinan Yalçın: O gün, alışveriş merkezine gitmek için evden çıktı. Kızım, huzurevinde kalan yaşlılara yardım ederdi, oraya uğramış. Kurumun santralında çalışan genç bir kadın, beni de yanına al deyince birlikte atlamışlar arabaya, yola koyulmuşlar. Sinem, dalgınlık sonucu Boğaziçi Köprüsü yoluna girmiş. O esnada, otomobiline, arkadan gelen bir araç çarpmış. Hasara bakmak için Altunizade Köprüsü’nün altındaki emniyet şeridine arabasını çekmiş. Otomobilinden inen kızıma, bir arazi aracı son sürat çarpmış ve yan yatan arabanın sürücüsü olay yerinden kaçmış. Sinem, hastaneye götürülünce eşimle birlikte yanına koştuk. Sedyedeki kızım, bizlere, “Ne olur beni kurtarın, ölmek istemiyorum” diyordu. Ona, “Ölmeyeceksin kızım. Bak iyisin” diyerek, güç vermeye çalıştık. Ameliyatı altı saat sürdü ve biz yavrumuzu kaybettik. Hırsızlık meselesi nedir? N. Yalçın: Üsküdar Salacak’taki kale gibi korunaklı evimize, geçtiğimiz yıl temmuz ayında hırsız girdi. Güvenlik görevlisi ile kameralar bulunmasına karşın, çelik kapının kilidini kırmışlar. Evden yaklaşık 500 bin TL değerinde altın ve mücevher çalındı. Ama asıl bizi üzen daha değerli takılar ve kasayla uğraşmayıp, kızımın özel eşyalarını almaları. Eşimin bilgisayarını çalmamışlar, Sinem’inkini ise götürmüşler. CD’lerini, takılarını, koleksiyonunu ve kitap yazmak için aldığı notlarını da... Resmen onunla ilgili ne varsa yok etmek istemişler. Polis soruşturma başlattı ancak hâlâ bir sonuç alınamadı. Sinem’in eşyalarına bakarak avunuyorduk. İlk önce kızımızı aldılar elimizden şimdi de hatıralarımızı... (Baba Sinan Yalçın, cep telefonundaki siyam kedisi “Osman”ın fotoğrafını gösteriyor.) Soruyorum, kızınızın kedisi miydi? S. Yalçın: Sinem’in üç siyam kedisi vardı. Ona en bağlı olan ise Osman idi. Kızım, hayatını kaybedince, Osman, depresyona girdi ve fazla yaşamadı. Osman’ı, Sinem’in başucuna gömdük. 100 GENÇ KIZA GELİNLİK Sanırım günleriniz adaletin peşine düşmek ve mücadele etmekle geçiyor. S.Yalçın: Nişantaşı’ndaki dükkânı kapattık, Üsküdar’da devam ediyoruz. Madden ve manen, çok büyük hasarlar gördük, yıkılmadık. Bizimle çok uğraştılar ama yılmadık. Giderek daha da güçlendik, bilendik. Eskiden daha çok ağlıyorduk, şimdi daha az ağlıyoruz. Son olarak ne söylemek istersiniz? N.Yalçın: Çoğu trafik kazasının cinayetten hiçbir farkı yok. Trafik cezalarının ağırlaştırılması için Sinem’i kaybettiğim yerde, büyük bir defile yapacağım. Önce trafik kazalarıyla ilgili çıkan haberlerini toplayıp, kumaşlara işleyeceğim. Sonra bu kumaşlardan çeşitli elbiseler yapıp, mankenlere giydireceğim. Sanık, şayet cezasını çekmezse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmayı düşünüyorum, gerekirse mahkemenin bulunduğu Strasbourg’a kadar da yürüyeceğim. Bugüne dek binlerce genç kıza gelinlik diktim, kendi kızıma dikemedim. İnanın, yüreğim yanıyor. Hiçbir şeyden keyif almıyorum. Sadece Sinem için bir şeyler yapınca rahatlayabiliyorum. Şimdi muhtaç durumda olan 100 genç kıza gelinlik vermek istiyorum. Muhtarlıktan fakirlik kâğıdı getirmeleri kâfi... S. Yalçın: Kızımızın adını yaşatmak için Sinem Reyhan Yalçın Güzel Sanatlar ve Öğrenim Vakfı’nı kurduk. Şu an maddi durumu iyi olmayan ancak okumak isteyen 18 öğrenciye destek oluyoruz. Daha çok öğrenci okutabilmek için yardıma ihtiyacımız var. G (Ziraat Bankası Üsküdar Şubesi Hesap Numarası: 403 24286325002) Davanın süreci Sanık ne kadar cezaevinde kaldı? Sinan Yalçın: Ümraniye Cezaevi’nde 3 ay 10 gün yattıktan sonra ilk duruşmada salıverildi. Gemici belgesi alıp, Güney Kıbrıs’a kaçtığını ve orada ismini değiştirdiğini öğrendik. O, içerideyken de krallar gibi yaşadı, özel bir koğuşta kaldı. Su yatağı, dizüstü bilgisayarı, doktoru, masajcısı her şeyi vardı. Neredeyse nişanlısı her gün yanındaymış. Cezaevinde uyuşturucu krizi geçirdiğini duyduk. Ralli ile uğraşan bu genç, daha önce de benzer bir kazaya karışmış ve olayda bir kişi yaşamını yitirmiş. Kazadan sonra da ehliyetine el konulmuş. Açıkçası o gün, ehliyetsiz bir şekilde direksiyona geçmiş. Kurtulmak için bahçıvanlarını bile öne sürdüler (suçu başkası üstlenmek istemiş) ama adam alacağı cezayı öğrenince korkup kaçtı. 24 saat sonra teslim olan sanık, alkol müydü yoksa uyuşturucu mu kullanmıştı, bilinemedi. Çünkü tahlil yapılamaması için saçını kazıtmıştı. Peruğundan örnek alındığı için de herhangi bir sonuç çıkmadı. Peki, şu an dava ne durumda? S. Yalçın: Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık F.K.’ye “bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne neden olmak” suçlamasıyla dava açıldı. Mahkeme, Aralık 2008’de sonuçlandı ve sanık, 5 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezayı az bulduk ve temyize başvurduk. Dosya, aylarca Yargıtay’da kaldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, F.K.’ye cezayı fazla bulan ailesinin yaptığı itirazı reddetti. Ardından cezanın onanması istenen tebliğname, dosyaya bakacak olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne gönderildi. Onanması durumunda sanık tekrar cezaevine girecek. G Sinem Reyhan Yalçın 29 yaşındaydı. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle