26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1221 9 Organik gıda pahalı değil... ASUMAN AYDIN ORUÇOĞLU G ürsel Tonbul, 30 yıl boyunca emek verdiği aile şirketlerinden elini eteğini çekip “kendimi sevebileceğim tek uğraşı” dediği organik tarıma yönelmiş. 10 yıldır Kuşadası’ndaki çiftlikte yabancı marka adı çılgınlığına bir karşı duruş olarak “Yerlim” adını verdiği organik gıda üretimiyle uğraşıyor. Tonbul, hikâyesini ve organik tarımla ilgili ilginç detayları çiftliğinde bizimle paylaştı: Hikâyenizi kısaca anlatır mısınız? Bizim asıl işimiz turizm seyahat acenteciliği ve otelcilik. Eşimle birlikte 30 yıl boyunca yaptığım iş. Bu bizim aile şirketimiz. Zaten 30 yılı geçti şirket kurulalı. Acentecilikle başladık, daha sonra otelcilik grubu da büyüyerek devam etti. Zaten çiftlik ortamında yaşıyordum. Bir yurtdışı seyahatinde organik tarım felsefesiyle tanıştım ve 10 yıldır bunu hayata geçiriyorum. Şu anda içinde bulunduğumuz yer daha çok bir dinlence alanına benziyor. Evet. Ancak şu anki haliyle çiftlik ikiye bölünmüş durumda. Birincisi, içinde organik üretimin yapıldığı kapalı alan. İkincisi, herkesle paylaştığımız günübirlik dinlence ve rekrasyon alanı olarak işletmeye dönüştürdüğümüz Değirmen bölümü. Kapalı alan ne kadar? 2 bin dönümden fazla. Dışarıya açık olan şu an içinde bulunduğumuz bölüm de 150 dönüm civarında. Kapalı bölümde taze meyve ve sebze ile bunlardan üretilmiş gıdalar üretiliyor, işleniyor. Gürsel Tonbul Kuşadası’ndan Davutlar’a giderken karşınıza Değirmen Çınaraltı Kahvesi tabelası çıktığında mutlaka durun. Yolun karşı tarafındaki 2 bin 400 dönümlük alanda, “Yerlim” adlı organik ürün markasının kurucusu Gürsel Tonbul’un başarı öyküsüne şahit olacaksınız... Arazideki makilik alanları hiç ellemedik. Doğal. Biz o arazileri aldığımızda. Tarıma açmadık. 100 dönümlük kısım. O alanlardan toplanıyor çay ve baharat türü bitkiler. Sebze bahçelerimiz var. Seracılığa da yakında başlayacağız. Organik seracılıkla ilgili de fazla bilgim yok ama dedemin seralarını, ne yaptığını çok iyi biliyorum. Dedemin yaptıkları birçok konuda olduğu gibi yine bana rehber olacak. Süt hayvancılığı yapıyoruz. Ekin tarlalarımız var geleneksel tohumlar kullanıyoruz. Gürsel Tonbul’un ürünleri, büyük şehirlerdeki butik mağazalar hariç, her cumartesi Feriköy’deki organik ürün pazarında satılıyor... Ulusal ya da uluslararası örgütlerle ilişkiniz de vardır sanırım... Buğday Derneği yönetim kurulu üyeliği yaptım uzun seneler. Şu anda da bu derneğin üyesi ve destekçisiyim. Aynı zamanda Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu (IFOM) üyesiyim. Merkezi İzmir’de olan ETO (Ekolojik Tarım Organizasyonu) üyesiyim. EKODER üyesiyim. ORGÜDER (Organik Ürün Üreticileri ve Sanayicileri Derneği)’nin kurucu üyesiyim. Organik tarımın ülkemizdeki durumunu nasıl görüyorsunuz? Türkiye’de gelişmeler çok sağlıklı değil. Talep var, tedarik zinciri oluşmuş değil. Üreticiyle tüketicinin arasında olması gereken zincirin halkaları eksik. Sizin ürünlerinize nereden ulaşılabilir? Büyük şehirlerdeki butik mağazalardan ulaşabilirsiniz. Ayrıca İstanbul Feriköy’de her cumartesi kurulan organik ürün pazarında da varız. Hem taze hem de mamul ürünlerimiz var pazarda. Piyasadaki organik ürün markalarına güvenebilir miyiz? Organik gıdadaki güvenilirliği tüm gıdalarla ilgili benzer süreçten geçirerek değerlendirmek gerekir. Dikkat edilmesi gereken ambalajların üzerinde tarım bakanlığının organik ürün logosu vardır. O logoyu aramalısınız. Ama bu yeterli değil. Tarım Bakanlığı’nın akredite kurum olarak yetkilendirdiği kontrol ve sertifikasyon organları vardır. Bu organların da her birinin kendilerine ait logoları vardır. Bizim sertifikasyon kurumumuz IMO’dur. Ve bütün dünya IMO akreditasyonuyla yapılmış kontrol ve sertifikalandırma sonucu alınmış bir organik ürün sertifikasını saygıyla karşılar. Türkiye’de bildiğim kadarıyla bakanlık tarafından akredite edilmiş 13 kontrol organı var. Bunların yine bildiğim kadarıyla 7 ya da 9 tanesi uluslararası akreditasyonu olan firmalar. IFOM’un da akredite ettiği firmalar. Bu kurumların sertifika verdiği ürünlerde herhangi bir laboratuvar muayenesinde, herhangi bir ilaç kalıntısı belirlenirse o kurumların akreditasyonları alınır ellerinden. Dolayısıyla ürüne güvenebilir miyiz sorusunu sisteme güvenebilir miyiz, diye değiştirmek gerekir. Ürünün üreticisi sistemi bildiği kadarıyla uygular. Bu sistemin gerektirdiği kuralları da uluslararası organik ürün kriterleri koyar. Ülkemizdeki organik ürün üreticimiz bunu anlamakta güçlük çekiyor. KONVANSİYONEL TARIM... Siz bunca kuralı barındıran sisteme neden geçtiniz? 1995’te Değirmen’i açmaya karar verdiğimde çiftlikte henüz organik tarıma geçmemiştim. Daha doğrusu küçük bireysel denemeler yapıyordum ama kontrol sistemini henüz tanımıyordum. Ama zehirli tarım yani konvansiyonel tarım dediğimiz sistemle yaptığım üretim beni çok rahatsız ediyordu. Çünkü yaptığımız üretimden elde ettiğimiz kazanç gübre, ilaç, sürekli değişen, sürekli miktarları artan zehirli ilaçlar, tohumlar gibi toprağımızı da öldüren, emeğimizi yok eden birtakım şeylere gidiyordu ve toprak sürekli cansızlaşıyordu. Verim düşüyordu. Konvansiyonel tarım anladığım kadarıyla kârlı değil. Toprağı bitirinceye kadar çok kârlı. Sürdürülebilir değil. Temiz bir toprakta başlayan bir konvansiyonel tarım 1015 hatta 20 yıl ihya eder. Ama toprağı, suyu bitirir, çevreyi bitirir. İnsan sağlığını zaten umursamıyor. Sadece tokluk yaratmak adına yapılan çok saldırgan, bencil ve adil olmayan bir üretim biçimi. İnsana, suya, toprağa, hayvana, çevreye karşı büyük hata. Hangi özelliğinizdi sizi bu kadar inançlı kılan? Çocukluğum Antalya’da büyükannem ve büyükbabamla geçti. Dedem Antalya’da narenciye bahçelerinin ilk kuruluşunda bulunmuş. Anneannem için solucanlar kutsal hayvanlardı. Dokunulmaması ve zarar verilmemesi gerekirdi. Dışkıları ve toprak içinde yaptıkları hareketle toprağı kabartan, havalandıran, besleyen hayvanlar. Anneannem onlara “bizim bedava kazmacılarımız” derdi. Örneğin uğurböcekleri. Onlar da inanılmaz zararlı böcek yiyen hayvanlar. Günde 1 milyon yaprak biti yiyebiliyor. Ağaçlardan ihtiyaçtan fazlası koparılmazdı. İhtiyacın kadar tüket bilincine sahip bir ailede büyüdüm. Bizden sonraki yaşamlara doğru kullanılmış miraslar bırakmamız gerektiğine inanıyorum. Organik tarım bu anlamda benim bireysel felsefeme uyan bir sistemdi. Buranın üretim kapasitesiyle ilgili bilgi verir misiniz? 2 bin dönümlük bir alan işliyoruz. Bunun 800 dönümlük kısmı zeytinlik. Yağ zeytini. Yüzde 90’lık kısmı. Aşağı yukarı 150200 dönüm civarında şaraplık üzüm bağlarımız var. Kabarne, Merlo ve Şiraz ve Şardone olmak üzere 4 çeşit. Yerli cins sofralık üzüm bağlarımız da var. Meyve ağırlıklı alanlar var. Badem, ceviz alanları var. Baharatlar da gördüm satış mağazanızda... Marka adınız Yerlim. Neden? Yerli malı yurdun malı anlayışıyla büyüdük. Yabancı marka adı çılgınlığını paranoya olarak görüyorum. Buna bir karşı duruş. Yerli üretimin ne kadar değerli ve zengin olduğunu vurgulayan bir isim. Son yıllarda organik ürün tüketimi talebinde ve bilincinde artış var sanırım. 10 yıl önce bir makale yazmıştım ve yazdıklarım konusunda çok eleştirildim. Yararlandığım kaynaklar bilimseldi. Özü şuydu: Takip eden 10 yıllık süre içerisinde insan ölümlerinin yüzde 7080’i kanserden olacak. Doktorlar şu anda yüzde 60 diye açıklıyor ama bence üzerinde. Bu yüzde 70’in de yüzde 80’inin nedeni yenilen sağlıksız gıdalar. Yani 4 kişiden üçü kanser olacak. Bu 3 kişiden ikisinin kanser nedeni gıdalar olacak. Bu orana gıda kaynaklı kalp damar hastalıklarını da eklediğimizde, ölümlerin yüzde 80 hatta 90’nının yenilen gıda kaynaklı olduğunu görüyoruz. Özellikle konvansiyonel tarımcılar beni şiddetle eleştirdi. Ben artık insanlara organik gıda tüketmeleri gerektiğine dair hiçbir şey söylemiyorum. “Organik gıda ne zaman ucuzlayacak da biz de yiyeceğiz” diyenlere de şu yanıtı veriyorum; “Asla tüketemeyeceksin. Çünkü organik gıdalar asla senin değer yargıların doğrultusunda ucuzlamayacak.” Çünkü organik gıda pahalı değil. Çünkü organik gıda o kadar zor üretilen o kadar değerli bir ürün ki 10 lira olması gerekirken, insanların bilgi ve alım gücü yetersizliği nedeniyle ben bu ürünü 2 liraya satabiliyorum. Çünkü muadili konvansiyonel ürün 50 kuruş. Haksız rekabet var. Maliyeti 10 kuruş o 50 kuruşa satıyor. Benim maliyetim 1.90 kuruş 2 liraya satıyorum. Dolayısıyla tükettiğin konvansiyonel ürünlerin niteliğine ve tükettiğin miktara bak. Daha nitelikli ürünü daha az tüketerek yaşayabilirsin. Bir kilo elma yemek zorunda değilsin. İhtiyacın günde yarım elmadır. Elma, armut, ayva gibi yumuşak çekirdekli meyvelerden birinden yarım tane bir gün boyunca yeterlidir. Dünya aslında tüm dünya nüfusunu ekolojik organik olarak doyuracak potansiyele sahip. Açgözlülüğü doyuramaz. Bana bu soruyu soranlara? Günde kaç litre kola içiyorsun? diyorum. Çünkü 1 litre kola 1 kilo organik elma. G [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle