22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1221 7 DÜNYALI YAZILAR Çağla Kubat: Olmak istediğim yerdeyim... ZEREN KOÇAK porcu, makine mühendisi, oyuncu, sunucu, Türkiye güzeli... Çağla Kubat bütün bunları yapıyor ancak bunlardan hiçbirisi. Onu bir türlü sınıflandıramıyorsunuz, zaten o da bunu istemiyor. Bugünlerde, ödüllü bir rüzgâr sörfçüsü olarak adından bahsettiriyor. Biz bu haberi yaparken, o Alaçatı’da yarışıyordu. Ödüllerine bir yenisini daha ekleyecek mi bilinmez ama sörfte iddiasını koruyor. Bir heyecanı daha var, yakında, “Arka Sokaklar” dizisine yepyeni bir karakter olarak girecek. Çağla Kubat ile sporcu kimliğini, yeni dizisini ve özel hayatını konuştuk. Yazın zamanınızın çoğu Alaçatı'da geçiyor. Her sene ne zaman geliyorsunuz buraya? Her sene mayıs sonu gibi geliyorum. Yazın başında İstanbulAlaçatı arasında sık sık gidip geliyorum. Haziranda yurtdışı yarışları oluyor. Onlara katılıyorum. Bu sene Kore’de ve Costa Brava’da vardı mesela. Temmuz sonu, ağustos gibi de artık neredeyse sürekli burada oluyorum. Yalnızca işler için gidip geliyorum İstanbul’a. Günde kaç saat, haftada kaç gün antrenman yapıyorsunuz? Haftada 45 gün, günde 3 defa suya çıkıyorum. Her çıkışta bir buçuk saat kalmaya çalışıyorum. Aslında bana kalsa bütün gün suda kalabilirim. Aralarda yemek yemeye, dinlenmeye çalışıyorum. Ama biraz da rüzgâra bağlıyız bu sporda. Örneğin bugün hiç rüzgâr yok. Bu yüzden bugün bisiklete bineceğim yalnızca. Rüzgâr olmadığı günlerde de spor yapıyorsunuz yani? Evet, tabii ki. Bisiklete binmek bacak kaslarını çok güçlendiriyor. Sörf için de çok faydalı yani. Bunun dışında yoga da yapıyorum. Bir de pilates çok önemli. Çünkü sörf yaparken çalıştırılan kasların tam tersi kasları çalıştırıyor. Böylece vücutta duruş bozuklukları engelleniyor. Zaten sporun hayatımdaki yeri çok büyük. Her gün bir şekilde spor yapıyorum. 15 yaşından beri sörf yapıyorum zaten. İtalyan Lisesi’nden birincilikle ve İTÜ Makine Geçmişle yüzleşme sırası Amerika’da... ZÜLAL KALKANDELEN S Mühendisliği’den dereceyle mezun olmak gibi eğitim başarıları, televizyon dünyasında size farklı olmaktan kaynaklanan bir özgüven veriyor mu? Aslında tam tersi. Eğitimini almadığım bir işi yaptığım için bazen kendimi yetersiz hissediyorum. Sanki ben şu an başka birisinin yerini dolduruyormuşum gibi. Bizim ailede eğitime çok önem verilir. Hep bu bilinçle büyüdüm ben. Bana küçükken kimse çalışmamı söylemezdi. Başka bir röportajımda hırslı olduğumu söylemiştim ama bu biraz yanlış anlaşıldı. Küçükken ben ikinci en yüksek notu almaya katlanamazdım. Hep birinci olmak isterdim. Fakat bu yönümü çok törpülediğimi düşünüyorum. Hırs tabii ki önemli ama çok abartılmamalı. “Arka Sokaklar” dizisinde rol alacaksınız. Diziye yeni bir karakter olarak mı giriyorsunuz, yoksa Gamze Özçelik'in karakteri Zeynep’i mi oynayacaksınız? bakıyorum. Çalışarak, bu işi iyi yapanları örnek alarak ilerleyebileceğimi düşünüyorum. Böyle projeler çıktıkça tabii bu da. Çünkü onun dışında çok vaktim olmuyor. Sizin gibi yelkenci olan erkek arkadaşınız Jimmy Diaz’la nasıl gidiyor? Ne kadar zamandır birliktesiniz? Nasıl tanıştınız? Güzel gidiyor. Bir senedir birlikteyiz. Kore’de, yarışlarda tanıştık. Peki, aşkı nasıl yaşıyorsunuz? Kıskanç mısınız? Bilmem. Bunu ona sormak gerekir herhalde. Çok uzak olduğumuz için kıskanç olmak gibi bir şansım da pek yok. Aslında güven sorunum vardır. İnsanlara çok zor güvenirim. Ama güvenince de tam güvenirim. Bu da bende çok büyük bir rahatlık yaratır. Bu ilişkimde de böyle. Uzak olmak tabii ki zor oluyor. Fakat çok iç içe olup da mutsuz olan çok kişi var. Çağla Kubat’ın pek çok sıfatı var; Türkiye güzeli, manken, oyuncu, sporcu... Şimdilerde en çok sporcu kimliğiyle öne çıkıyor Kubat; Alaçatı’da, günlerini sörf antrenmanı yaparak geçiriyor, yarışlara katılıyor. Yakında “Arka Sokaklar” dizisinde oynayacak... Başka bir karakter olarak diziye gireceğim. Zaten tutmuş bir dizinin sevilen bir karakterinin yerine geçmeyi kabul etmezdim. Gamze Özçelik ile Uğur Pektaş diziden ayrılmaya karar vermişler. Yani benim diziye girişimle alakası yok. Ben yepyeni, başka bir karakteri canlandıracağım. Henüz rütbesini bilmiyorum; ama sanırım komiser olacak. Bu, sizin üçüncü dizi deneyiminiz olacak. Oyunculukta ilerlemeyi mi düşünüyorsunuz? Evet, tabii. Dediğim gibi, eğitimini almadığım için bazen kendimi eksik hissediyorum. Ama bunun da rahat davranarak, kendimi geliştirmeye çalışarak aşılabileceğini düşünüyorum. Daha önceden de oyuncu koçu Uğur Demirpehlivan’la çalışıyordum. Bu dizide de onunla çalışacağım. Şimdi kendime polisiye diziler, filmler alıyorum. Oradaki kadın polislerin nasıl canlandırıldığına Fazla görünür olmaktan ya da basında çıkan haberlerinizden rahatsız olduğunuz zamanlar oldu mu? Ben kendimi çok ünlü görmüyorum. Medyatiklik açısından tam olmak istediğim yerdeyim. Güzel projelere girmemi sağlayacak kadar tanınıyorum ama her yaptığım haber olmuyor. Bu beni çok rahatlatıyor. İnsanların her dakika bana bakmasından, beni incelemesinden rahatsız oluyorum. Bir yere gittiğiniz zaman, insanlar sizi tanıdığı andan itibaren rahatsız edici hareketler başlıyor. Sürekli incelemeye başlıyorlar. Ben bundan rahatsız olduğum için de modellik yapmaya devam etmek istemedim zaten. Tabii ki modellik kendini göstermek değil, kıyafeti tanıtmak; ama sonuçta siz bir kıyafeti tanıtırken insanlar sizi de süzüyorlar. Ben bunu yaparken çok zorlanmıştım. Çekingendim yani. Çıkan haberlerden genelde rahatsız olmuyorum. Tabii ki işimizin bir parçası. Doğru şeyler yazıldığı sürece bir sorun yok. Ama size yaşadığım bir olayı anlatayım. Her sene Çeşme’de Sakız Adası’nda TürkYunan dostluğunun simgesi olarak bir organizasyon düzenleniyor. Bu sene buna katılacak beş sporcu vardı. Bunlardan biri ben, birisi erkek arkadaşım ve üç başka çok iyi sporcu vardı. Yaptığımız iş kolay değildi. 45 dakikada adaya geçmeye çalışıyorsunuz. Ne bundan, ne de organizasyonun öneminden bahsedildi. Hiçbir gazetede bununla ilgili haber çıkmadı. Yarışlardan sonra tabii ki boş vaktimiz kalınca adayı gezdik. Orada el ele fotoğraflarımız çekilerek bununla ilgili haberler yapıldı. Buna sinirlenmiştim tabii ki. Bu hem o organizasyonu hazırlayanlara hem de diğer sporculara saygısızlık. O kadar emek veriliyor. Sanki gezmeye gittik biz oraya. Hayatınızdaki “keşke”leriniz neler? Söylemeseydim, yapmasaydım dediğiniz şeyler var mı? Şu an keşke söylemeseydim dediğim bir şey yok sanırım. Çünkü ben zaten bana bir şey söylendiğinde de sessiz kalmayı tercih ediyorum. Bazen arkadaşlarım bile sinir oluyor, “Çağla, şuna bir cevap ver artık” diyorlar. Ama ben polemiğe girmeyi sevmiyorum. Modellik dönemimde hep çok iyi modellerle arkadaşlığım oldu. Hiç böyle bir sorun yaşamadım o yüzden. Fakat son zamanlarda spor dünyasında beni üzen bir olayla karşılaştım. Kaç gündür gazetelerde bununla ilgili haberler var. Vaktim oldukça hep genç sörfçülere yardımcı oluyorum burada. Hepsi de çok kaliteli insanlar. Hiçbiri çıkıp adını bile söylemez. Başka bir yerden, hiç tanımadığım birisi, “Neden bana yardım etmiyor? Beni desteklemiyor. Beni tebrik etmedi” diyormuş. Zaten bambaşka şehirlerdeyiz. Benim yardım etmek gibi bir zorunluluğum da yokken, burada bu kadar insana yardım ediyorum. Bu şekilde benim adımı kullanarak kendi reklamını yapmaya çalıştı sanırım. Bir sporcuya hiç yakışmayan şeyler bunlar. G K imi okurlar soruyor; “Neden pazar günleri siyaset dışında yazmıyorsun?” diyorlar... Doğrudur; pazar günleri yazarlar, genellikle daha renkli konularda yazmayı tercih eder. Fakat haftada bir kere yazınca, böyle bir tercih yapma olanağınız pek olmuyor. O nedenle, bu hafta da yine ciddi bir konuya değineceğim. *** 6 Ağustos, ilk atom bombasının atılışının 64. yıldönümüydü. Amerika’nın 2. Dünya Savaşı sırasında, 1945 yılında, Japonya’nın Hiroşima kentine attığı bomba, 140 bin kişinin ölümüne neden oldu. Ama bu yetmedi... Üç gün sonra Nagazaki’ye atılan atom bombasıyla da yaklaşık 80 bin kişi öldü... Ve sonunda Japonya teslim olunca savaş sona erdi... O bombaların ardından çevreye yayılan radyasyon yüzünden, yıllar içinde on binlerce insan hayatını kaybetti, sakat kaldı... Bu korkunç olaylar, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarına dev puntolarla yazıldı. Geçenlerde belki bunun kadar korkunç olabilecek bir haber okudum internette. Quinnipac Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, Amerikan halkının çoğunluğunun, ABD’nin atom bombası atmasını doğru bulduğunu ortaya koymuş... Katılımcıların yüzde 61’i bunu “doğru bir iş” olarak görürken, yüzde 22’si yanlış buluyor, yüzde 16’sı da kararsız... İnsanın kanını donduran bir katliamı “doğru” olarak tanımlamanın ardındaki neden nedir? Bu sorunun yanıtı önemlidir. Çünkü o nedeni bulup yok etmedikçe, emperyal güçler, her türlü savaş için halk desteğini bulmakta bugün de zorlanmayacaktır... Irak savaşı da bunun son kanıtı olmuştur... *** Bugün Beyaz Saray’da başka ülkelere “geçmişinizle yüzleşin” şeklinde tavsiyede bulunan bir Başkan oturuyor. Ankara’yı ziyaretinde de, Meclis’te milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada bu sözleri yinelemişti. Ama şimdi geçmişle yüzleşme sırası Amerika’da... Çünkü Obama, kasım ayında Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü zirve toplantısı için Singapur’a gidiyor. Programına göre, bu sırada Japonya’yı da ziyaret edecek. Obama, oralara kadar gitmişken daha önce yapılmayanı yapmalı ve Hiroşima Barış Anıt Parkı’nı ziyaret etmeli. Çünkü nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya, sadece lafla olmaz; tarihin en dehşet verici nükleer saldırısına uğrayan kentlere gidip, kurbanların anısına çelenk koyması gerekir. Atom bombasının atıldığı tarihten bu yana, hiçbir ABD başkanı ya da başkan yardımcısı, görevde olduğu süre içinde Hiroşima’yı ziyaret edip kurbanların anısı önünde saygı duruşunda bulunmadı... Jimmy Carter ve Richard Nixon, Hiroşima’ya gittiklerinde başkan değillerdi. Bu nedenle yaptıkları ziyaret, kişisel bir anlam ifade etmenin ötesine geçmedi. Bugüne kadar bu anıta çelenk koyan en üst düzey Amerikalı yetkili, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi oldu. Bakalım Obama, kendi tavsiyesine uyup geçmişle yüzleşecek mi? Yoksa, “ziyaret kısaydı, vakit olmadı” türünden bahanelere mi sığınacak? Bu noktada Obama’ya kendisinin söylediği bir sözü hatırlatmakta yarar var: “Bir yandan dost ülkelerle birlikte nükleer silahlarımızı artırdığımız ve Rusların nükleer silahlarını geliştirdiği bir ortamda, İran ve Kuzey Kore gibi ülkelere nükleer silah edinmemeleri konusunda baskı yapabileceğimizi düşünmek saflık olur.” Tek kutuplu dünyanın emperyal gücü Amerika’nın kendi geçmişiyle barışmadığı bir ortamda, dönüp diğer ülkelere bunu tavsiye etmesi de saflık olur... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com Çağla Kubat, 15 yaşından beri sörf yapıyor. Yurtdışındaki, Türkiye’deki yarışmalara katılıyor. Siz bu satırları okurken o Alaçatı’da bir yarışta olacak... C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle