Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 SUNAY AKIN 13 ARALIK 2009 / SAYI 1238 Mürekkebe batırılan minare! sviçre’deki minare yasağı haberlerinde adını aradım Besim Ömer Akalın’ın!.. Aydınlanmanın bu büyük satranç oyuncusunun 1907 yılında yaptığı hamle geldi aklıma... 1907’de ne mi oldu?.. Ne olacak efendim, Fenerbahçe futbol takımı kuruldu!!! Londra’da düzenlenen Kızılhaç Konferansı’na katılan Besim Ömer Paşa, tüm Avrupa’ya sağlık hizmetlerinde haç gibi hilalin de simge olarak kullanılmasını kabul ettirdi. Bundan böyle, beyaz zemin üzerindeki kırmızı hilal de haç simgesiyle aynı değerde görülecek, yan yana asılabilecektir... Bu kararın alındığı tarih 1907’dir! Yeryüzünde tüm mabetlerin en üst noktasında temsil ettiği dinin sembolü vardır. Bir sinagogda Davud yıldızı, bir kilisenin çan kulesinin tepesinde de haç işaretini görürüz. Minarelerin en üst noktasına ise hilal konulur... Ama, yeryüzünde öyle bir tapınak vardır ki, en üst noktasında yazının araç ve gereçleri durmaktadır! Bu tapınak, Mimar Sinan’ın çıraklık dönemi eseri olan, 1541’de yaptığı Defterdar Cami’dir. Dönemin defterdarı Nazlı Mahmut Efendi yaptırdığı caminin minaresinin en üst noktasına aydınlanma araç, gereçleri olan hokka ve kalemi koydurtur. Yeryüzünde en üst noktasında bilginin, öğrenmenin, aydınlanmanın simgelerinin olduğu bir tek tapınak vardır ve onu hayata kazandıran da bizleriz. Kaç kişi var bu büyük hazinenin farkında olan? Sakın ola ki, aklınıza cami hocaları, müezzinler gelmesin. Din bezirgânları hiç gelmesin... Bu ülkede kendine “şair” ya da” yazar” diyen kalem ustalarından kaçı aydınlanma denilen satranç oyunundaki bu büyük ve bir o kadar da güçlü taşın farkındalar? Ne yazıktır ki biz, aydınlanma tarihimizin hamlelerini, sembollerini unuttuk... Tarihi mirasımızla ilgilenmeyi gericilik, bağnazlık saydık. Işığı bugüne taşıyan onca saygın elin sıcaklığını belli bir ideolojiye İ bıraktık. Oysa tarih, tahtların, iktidarların, hanedanların soy ağacının egemenlik alanı değildir. Tarihle uğraşmak, ilgi duymak, eldeki cilayla geçmişi parlatmak olmamalıdır. Gerçek tarihçi, geçmişteki ışığı avuçlarına alıp yarını aydınlatma çabasındaki insandır. Haliç’in kıyısındaki Defterdar Cami’nin minaresinin ucundaki hokka ve kalem İstanbul’un fenerlerinden biridir... Bilimi, sanatı, özgür düşünceyi aydınlatan bir fener... O fenerin ışığını görememenin bedelini ödemekteyiz. Besim Ömer Akalın’ı kaç kişi anımsıyor?.. Ya da Nazlı Mahmut Efendi’yi?.. Günümüzde bilgisayar ile yazıyoruz... Hadi bakalım, alın mausu, klavyeyi yeni yapılan bir caminin yanına gidin... “Nedir bunlar?” diye sorulduğunda, elinizdeki yazı araçlarını minarenin en üstüne koyacağınızı söyleyin... Alacağınız tepkinin fotoğrafıyla İsviçre’deki bağnazlığın fotoğrafını yan yana getirin ve aralarındaki yedi farkı bulun!.. Mahya Işıkları adlı televizyon programında iki minare arasındaki boşluğu bir tuvale dönüştürüp, kandillerle resimler yapan mahyacıları anlattım... İki minare arasına resim yapmayı düşünmenin heyecanını, yaratıcılığını kavrayamıyorsak, o resimleri oluşturan kandillerin ışığını unuttuysak, yaşadığımız karanlığa şaşırmamamız gerekiyor. Yineliyorum, sakın ola ki insanların inançlarını sömürenleri, satranç oyunundaki karşı tarafın piyonlarını bu yazdıklarımın muhatabı olarak görmeyin. Ben, bizden, özeleştiriden söz ediyorum... Taşları tanımayan, sırt çeviren ve bu yüzden de aydınlanma tarihimizi bir hamleye dönüştüremeyenlerden!.. Abdüllatif Efendi’nin 1870’lerde, Süleymaniye Cami’nin üç şerefeli minareleri arasına kurduğu mahyayı getirin bir gözünüzün önüne... Efendim, bilmiyor musunuz? Yardımcı olayım görmenize: Mahyacı Abdüllatif Efendi ilk şerefelere gerdiği kandillerle bir at arabası resmi çizer... Orta şerefelerdeki kandillerde ise o dönemin Galata Köprüsü resmedilir... En alttaki şerefelerin arasında ise kayık ve balık resimleri görürüz... Lumiere kardeşler ilk sinema gösterisini 1895 yılında, Paris’deki Grand Kafe’nin bodrum katında yapmıştır. Tüm kitaplar bunu yazar... Sinema Grekçe “kinema” sözcüğünden türemiştir. Kinema hareket demektir... O gece, Abdüllatif Efendi’nin resimli mahyasına bakanlar, at arabasının köprü üstünde, kayıkların ve balıklarında köprü altında kinema, yani hareket halinde olduklarını görürler!.. Süleymaniye Cami’nin minarelerine bakan kaç kişinin aklına, ateşle yapılan bir resmin hareket ettiği bu tarihi olay gelmektedir? Sahi ne anlatır bu topluma minareler? Minareleri süngüye benzeten bir anlayışla, İsviçre’deki yasağı savunan afişlerde minareleri militarist bir füze olarak gösteren anlayış birbirinden çok mu farklı sanıyorsunuz? Cehaletin, bağnazlığın dili, dini, ülkesi olamaz. Uygarlık denilen satranç oyunu tarih boyunca iki taraf arasında oynanmaktadır... Bunlardan biri aydınlık, öteki karanlıktır... Karanlık ışığı azaltıyorsa, bunun nedeni, aydınlığın taşlarını tanımaması, onları göremeyişi ve dolayısıyla da hamle üretememesidir. Minareleri, mahyaları hep sevdim, seveceğim de... O hokka ve kalemin, ateşlerle resim yapan mahyacıların emeğinin ve ışığının sözcüğü oldum, olacağım da!.. Çünkü, tarihin gardırobunda sadece acılar, gözyaşları yok... Üstümüzde büyük bir onurla, mutlulukla taşıyacağım ışıklı, aydınlık elbiseler de var. Yarınımıza umutla bakmamızı sağlayacak, aydınlık elbiseler... Karanlık bu elbiselerden mahrum kalmamızı, üşümemizi, hasta adam olmamızı istiyor ama nafile... Drakula’nın evindeki sıkı sıkıya örtülen perdeler açılacak ve içeri giren güneş ışığı kan sevdalılarının oyunu bozacak, onları toza dönüştürecek. Bunu, hokka ve kalemi bir minarenin tepesine koyan el, Kızılay’ın hilalini dünyaya kabul ettiren yürek yapacak! G Pazar Çizer..... yazar çizer: Zafer Temoçin (zafertemocin@gmail.com) C M Y B C MY B