26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 ZÜRİH PAZAR YAZILARI 13 ARALIK 2009 / SAYI 1238 Kiralık ev arama sanatı REMZİ GÖKDAĞ Y aşam standardı yüksek. Sokakları temiz. Trafik problemi yok. Dört bir yanı yeşilliklerle çevrili. Sanatın ve sporun her çeşidini bulmak, uğraşmak mümkün. Aksamayan temposunu da unutmamak lazım. Bütün bu özellikleriyle Zürih dünyanın yaşanabilir kentleri listesinde durmadan zirve yapıyor. “Her şey iyi hoş da bu kentin hiç mi olumsuzlukları yok?” diye sorası geliyor insanın. Zürih güzelliklerini cömertçe sunuyor sunmasına da bunlardan faydalanabilmek sanıldığı kadar kolay olmuyor. Kentin olumsuzlukları düşünüldüğünde konut sorunu liste başında yerini alıyor. Özellikle kent nüfusunun üçte birini oluşturan yabancıların kolay çözemediği bir problem bu. Kısa dönemli kiralık daireler ya da otel odalarıyla bir süre idare edilebiliyor ancak burada uzun vadede yaşamayı göze alanların bir an önce kiralık daire bulmaları gerekiyor. Bu konuda yaşadığımız tecrübeyi bizden sonra yaşayacaklara ya da böyle bir problemle hiç karşılaşmamış olanlara anlatmakta fayda var. Zürih’te boşalan bir apartman dairesi bulmak neredeyse imkânsız. Kiralık ev arayanların en önemli yardımcısı internet. Bu konuda hizmet veren sitelerde gözünüze kestirdiğiniz bir ilana zaman kaybetmeden başvurmanız gerekiyor. Beklemeyi tercih edip aramalarınıza devam ederseniz bir gün önce rastladığınız ilanı tekrar göremeyebilirsiniz. Karşılaştığınız ilanın şartları bütçenize uygunsa önceden randevu alıp ev görme turlarına katılabiliyorsunuz. Her şeyin kurallar zincirinde işlediği kentte kiralık ev gezme turlarının da kendine özgü şartları var. Öncelikle belirlenen saatte söylenen adreste olmanız gerekiyor. Geç kalırsanız şansınızı yitiriyorsunuz. Turlar genellikle bir saatle sınırlı. Tur rehberi (emlakçı) apartman dairesi hakkında kısa bir ön bilgiden sonra varsa soruları alıyor. Sonra daireyi görme zamanı geliyor. Kapıda bekleyen kiracı adaylarının sayısı her zaman tahminlerin üstünde oluyor. Şansınız varsa ilk turda yer alan şanslı adaylardan olabiliyorsunuz. Turdan sonra kararınızı verip evi kiralamak istiyorsanız uzunca bir form doldurmanız, özgeçmişinizi fotoğrafınızla birlikte forma eklemeniz gerekiyor. Düzenli bir geliriniz olduğunu da ispatlamanız gerekecek. İsviçre’de hiçbir borcunuzun olmadığını, sağlık sigortanızı, banka hesaplarınızı da kanıtlamak zorundasınız. En az iki kişiyi referans olarak göstermek zorundasınız. Seçilmeniz halinde bu kişilerin aranıp bilgilerin doğruluğunun onaylanacağından emin olabilirsiniz. Giyiminize de özen göstermeyi unutmayın. Durumun resmi bir iş görüşmesinden farkı yok. Emlakçı sadece özgeçmişinizde yazılan bilgilere göre değil, dış görünüşe göre de kararını veriyor. Her dairenin yüzlerce talebi olduğundan yarışı kazanmak için oyunun kurallarına uymak gerekiyor. Zürih’te 190 bin daire bulunuyor. Resmi verilere göre bu dairelerin her yıl yüzde 10’u yeniden kiraya veriliyor. Gerçekte ise durum biraz farklı. Kiralık direlerin büyük bir bölümü herkesten habersiz el değiştiriyor. Yani oturduğu evi beğenmeyip yeni bir mekâna taşınmak isteyenler aylar önceden aradığı bölge ve fiyat yelpazesini belirleyip bir emlakçıya başvuruyor. Eğer şanslıysa emlakçı kendisini boşalma ihtimali olan daireler konusunda önceden bilgilendiriyor. Sözleşmeler hazırlanıp şartların uygunluğu gözden geçiriliyor ve kiralık daire piyasaya düşmeden yeni kiracı adayına kavuşuyor. Zürih’in problemleri, sunduğu güzellikler kadar çok olmasa da bu kentte yaşamanın faturası her zaman yüksek. G [email protected] NEW YORK STOCKHOLM Üvey kız kardeşler IŞIK CANSU CANAYAK naları aynı, babaları ayrı üvey kız kardeşler gibi onlar. Biri doğuştan daha güzel çünkü bir ada daha iyi okullara gitmiş, üstüne en iyi kocayı kapmış gibi. Diğeri zamanla güzelleşmiş ama doğuştan gelen o ışığı hâlâ eksik, o da okumuş, evlenmiş ama ne yaparsa yapsın Ada’nın gölgesinde kalmaktan kaçamamış. Ama aferin ona, kompleksli değil, Ada’ya benzeyeceğim diye uğraşmıyor. Nasıl ki Peter Pan’ın hem çocukları hem de çocuk kalmış büyükleri çağırdığı bir “Olmayan Ülke”si (Neverland) var, Amerika’nın da tüm dünyaya sunduğu bir Neverland’ı var; Manhattan. Olmayan Ada... Bir ada ki kendi içinde bir ülke, başarının, gökdelenlerin, kendini yeniden yaratmanın Neverland’i, hayal diyarı. M’nin üvey kız kardeşinden hep rol çalmasının birincil sebebi de zaten bu: M, hayal satıyor, imaj satıyor, ihtimal dağıtıyor birileri ve birşeyler olmak isteyen ruhlara. Satacak malzemesi de çok, daracık yüzölçümüne rağmen. Bu yüzden Amerika’nın herhangi bir şehrinde üniversiteyi bitiren gencin ilk planı tası tarağı toplayıp M’ye yerleşmek, M’nin hayal dükkânından sebeplenmek oluyor. B ise, bu resimde, yaşamak için daha ucuz olması sebebiyle, M’de bir hayat kuruncaya kadar kalınabilecek geçici bir yer. Ama üzülmeyin, B bunlara hiç alınmıyor, onu bilen biliyor çünkü. Biraz da tarihten geliyor elbette farklılıkları. 1800’lerin ilkyarısında Manhattan adası dalga dalga, delice göç alıp “ihtimaller ve hayaller” diyarı olarak konumlanırken ister istemez; Brooklyn de kendini Manhattan’da çalışan ama maddi gücü orada yaşamaya yetmeyen insanlar için bir yatakhane pozisyonunda buluyor. Evet, durumun iskeleti bugün de aynı ancak B’nin M’ye özenmeyen karakterli duruşu son yıllarda onu olduğundan daha çekici bir hale getirmeyi başardı. Artık kiralar B’de de her 500 yıllık İsveç klasiği: Smörgåsbord OSMAN İKİZ sveç Akademisi üyelerinin, yani Nobel Edebiyat Ödülü’nün kime verileceğine karar veren kurulun, Perşembe akşamları topluca yemek yedikleri restoranda İsveç’in en ünlü iki ahçısından smörgåsbord geleneğini dinliyoruz. Yani soğuk ve sıcak yemeklerden oluşan dünyaya nam salmış İsveç açık büfesini. 1722’den beri faaliyette olan Gyldene Freden adlı restoranın ikinci katındaki özel salondayız. Sauvignon, 2007 rekoltesi, tabaklarda açık büfenin ilk tur tadımlıkları. Kolalı beyaz ceketleriyle daha çok amirali andıran Gert Klötzke ve Niclas Wahlström, smörgåsbord geleneğini anlatıyor. Smörgåsbord mönüsü için klasör ebadında kitap yazmış olan iki ahçının da ulusal ve uluslararası arenada kazanmadığı ödül yok. Zaten şölen diye tanımlanan Nobel ziyafetlerinin kurmayları da onlar. “Büfe geleneği 1500’lü yıllara uzanır” diye anlatıyor Gert Klötzke ve devam ediyor, “O zamanlar müşteriye anında sıcak yemek hazırlayacak olanaklar bulunmadığından, büfede sadece ekmek, tereyağı, peynir ve soğuk balık ile et bulunurdu. Tabii bir de brännvin denen baharatlı içki.” 1800’lerin ortalarında mutfakta sıcak yemek hazırlamaya elverişli alet edevat gelişince büfe biraz daha zenginleşmiş. 1912 atılım yılı. Stockholm’deki Olimpiyat yarışmalarında rekor denemeleri yapılırken, restoranlar da Smörgåsbord ile hasılat rekorları kırmış. Hele 1929’da New York Dünya Fuarı’ndaki ilgiden sonra Smörgåsbord İsveç markası olarak dünyaya nam salmış. A İ zamankinden daha yüksek, Manhattan’daki küçücük evlere o paraları vermek saflık gibi gözükmeye başladı birçok New Yorkluya. B’nin ışıltıdan daha uzak, tam da bu yüzden daha sahici olan yüzü müzisyenleri, bohemleri, hipster’ları, uçlarda yaşayanları, para için değil kendisi için yaşayanları, galeri sahiplerini, ressamları, modacıları, yani henüz olmak istediği kişi olmamış ama yetenekli olan bir kuşağı fena halde kendine çekti. Williamsburg, Dumbo, Greenpoint gibi Brooklyn mahalleleri sanki başka bir dalga boyutunda, dünyaya kafa tutar bir halde kendi barlarını, butiklerini, konser alanlarını, tiyatro salonlarını açtılar. Şimdi Manhattanlılar buralardan çıkmıyorlar, bu mahallelerde oturmak (ironik bir şekilde) M’de oturmaktan daha pahalı bile olabiliyor. Yüzölçümü ve nüfus olarak M’den kat be kat büyük, mantıken hiçbir şeyiyle M’den eksik kalmayan B., bugün de ışıldamıyor kızkardeşi M gibi. Ne olursa olsun M gibi olamayacak, olmayı kendine yediremeyecek zaten. Öte yandan, sanmayın ki, B’nin bu karakterli ve haklı yükselişi M’yi ürkütüp kıskandırıyor; imkânı yok böyle bir şeyin. M olan biteni gülümseyerek izliyor sadece. Ne olursa olsun B’nin kendisinin imajıyla kapışamayacağını biliyor. O yüzden hiçbir sorun yok, birbirlerinden çok hoşlanmadan ama düşman da olmadan, bir köprüyle ya da su altından bir metro hattıyla birbirlerine tutunarak yaşayıp gidiyorlar M ve B. Ne yüz göz olarak ne de birbirlerine sarılarak... G [email protected] Smörgåsbord brifinginin nedeni Noel’e yaklaşmış olmamız. Kasım ayının ortasından itibaren Noel’e kadar arkadaş grupları mutlaka topluca yemeğe çıkarlar. Gazetelerin, dergilerin ilan sayfaları, restoranların, küçük kanal gemilerinin Smörgåsbord reklamlarından geçilmez. Noel akşamı ise dışarda hayat biter. Herkes ailesiyle evine kapanır. O gece Smörgåsbord Noel akşamı için daha da zenginleştirilmiş mönüsüyle Julbord adını alır. Amirali andıran ahçılar “yemeklerin tadını almanız için mutlaka sırayı takip etmelisiniz. Her yemek için de ayrı bir snaps seçmelisiniz” diyor. İşin en zor tarafı da bu. Değişik soslar içinde bekletilmiş ringa balıklarıyla, sıcak yemekleri aynı tabağa dolduran Amerikalı turist o özel içkileri nasıl seçsin Allah aşkına. Erbabı ise önce değişik soslu ringa balıklarını tadar. Üzeri havyarla örtülü yarım haşlanmış yumurta da tabağın süsüdür. İkinci turda füme somon ve yılan balığının hatırı sorulur. Üçüncü tur ciğer ezmesi ve patedir. İlk üç turda ekmek, peynir ve haşlanmış patates tuzağına düşenler sıcaklara geçince bayağı zorlanırlar. “Yumurta ve ekmeği çok yiyenleri restoranlar çok sever” diyor Gert Klötzke, gevrek gevrek gülerek ve Noel öncesi ziyafetlerde bir kişinin ortalama 3 yumurta yediğini belirtiyor. 500 yıl öncesinin yoksul büfesiyle bugünün smörgåsbord bolluğu tam bir tezat. Bugün bir öğünde 3 yumurta ile 2,5 kg yemek yiyenler belki de yüz yıl öncesine kadar açlıktan ölenlerin intikamını alıyorlar. G [email protected] BİŞKEK THY’nin ördekleri! OSMAN KARAKAŞ vcılık kimilerine göre bir spor dalı. Beslenmenin başka yollarını keşfeden insanoğlu artık binlerce yıldan beri avlanmak suretiyle masum hayvanları öldürüp kökünü kazıyarak değil, çalışarak ve yetiştirerek besleniyor. Yine de kimileri avcılığı seviyor. Hele hele av ayağına gelmiş, avlaması kolay ise... Karayolu taşımacılığında yol üstünden alınan yolculara sürücüler “ördek” diyor. Çünkü zorunludur, alternatifi yoktur. Elini kaldırıp ilk aracı durdurma başarısını gösterdiğinde, illaki gideceği son noktayı düşünmez ve daha fazla beklememek, A üşümemek ya da güneşin altında kavrulmamak için araca biner. Eğer araç kendisini son noktaya götürüyor ise bundan iyi şans yoktur, Şam’da kayısı misali! Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nin gayriresmi bilgilerine göre Kırgızistan’da yaklaşık 7 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşıyor. Başkent Bişkek’ten Türkiye’ye ise bir tek Türk Hava Yolları (THY) uçuyor. Kırgızistan Havayolları ekonomik sıkıntılar nedeni ile yıllar önce uçuşlarını kesti. Özel firmalar da nedense bu işe girmiyor artık. Bu ülkedeki Türklerin önemli bir kısmı öğrenci. Neredeyse tamamına yakını dar gelirli ailelerin çocuğu. Üniversiteler ya çok ucuz ya da bedava olduğu için ya da ÖSS gerektirmediği için bu ülke tercih ediliyor. Ancak işçisi ile, öğrencisi ile buradaki Türkler THY için birer yolcu “ördek” konumunda! Bişkekİstanbul bilet fiyatları sürekli zamlanıyor! Fiyatlar da oldukça yüksek. Aynı mesafedeki bir başka ülkeye THY neredeyse yarı fiyatına uçuyor. Kargo ücretleri de öyle. Kimi zaman kişi başına 20 kg, kimi zaman 30 kg. limit var. Yıllardır bu konudaki şikâyetlere ise THY kulaklarını tıkıyor. “Tek tabanca” olma şansını kendi vatandaşının aleyhine kullanıyor. Türkler oldukça dertli. Bu konuda çalmadık kapı, konuşulmadık bürokrat ya da politikacı kalmamış. Ülkenin ekonomik şartları iyi olmadığı için, Türkiye’den getirtilen işçi ya da uzman kişilere de yurtdışı şartlarına göre maaş verilmiyor. Bazı firmalar da ülkenin durumundan fayda sağlamaya çalışıyorlar ücretler konusunda. Evli ve çoluk çocuk sahibi birçok Türk, bilet ücretlerinin yüksekliğinden dolayı yıllardır Türkiye’ye gidemiyor. Zaten para biriktiremiyor ki! THY’nin “tek tabanca(!)” özelliğini nereden aldığı, nasıl aldığı ve neden böyle bir yola tevessül ettiği, neden kendi vatandaşını bile düşünmediği merak konusu. Aslında bu konuda birçok dedikodu var. Buradaki herkesin bildiği gibi, özel bir Türk havayolu firması Kırgızistan Havayolları ile anlaştı ve ortak bir şirket bile kurdu. THY’nin yarı fiyatına Türkiye’ye yolcu taşıyacaktı. “Gelecek hafta, yok 1 ay sonra” gibi uzatmalar sonucunda söz konusu özel firmanın o kadar çalışma ve uğraşısının boşa gittiği ortaya çıktı. Firma seferlere başlayamıyordu. Tabii binlerce Türk’ün ümitleri de suya düşmüş oldu böylece. Ardından Kırgızistan makamları ve THY’nin de işin içinde olduğuna ilişkin çeşitli iddialar ortaya atıldı. Oysa, sözünü [email protected] C M Y B C MY B ettiğimiz özel havayolu firması Türkiye düşmanı değil! THY de değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin parası ile yani gerçek sahibi Türk halkı tarafından kurulmuş, sonradan hisselerinin bir kısmı satılmış bir havayolu şirketi. Peki, neden haksız ve etik dışı bir uygulama yaparak Türkleri sömürmeye devam ediyor? Buradaki binlerce mağdur Türk’ü “avlaması kolay, havuzdaki ördek” yerine koyma arzusundan bir türlü vazgeçmediği gibi fiyatları sürekli arttırarak sömürdüğü dile getirilen Türk Hava Yolları’na kim “DUR” diyecek? Bence, her platformda sermayesinin ve gücünün kaynağını nereden aldığını unutup “özel bir şirket” olduklarının altını çizen THY yöneticilerinin şirketin logosundaki “Türk” kelimesini kaldırmaları yerinde olur. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle