26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kendim için yaşadığım süre çok az Mustafa Denizli için ülkemizde pek örneği bulunmayan bir tabir de kullanabiliriz; futbol gezgini. Futbolculuğu sırasında İzmir dışına çıkmayan Altaylı Büyük Mustafa’nın kariyeri, teknik direktörlüğü sırasında Almanya’dan İran’a kadar çok geniş bir alanda şekillendi. Elinde kalan en önemli değer de tecrübe. Bu yüzden eleştirilere rahatlıkla gülüp geçiyor... DENİZ ÜLKÜTEKİN FUTBOLDAN NEFRET ETTİREN MAÇ 1. Sayfanın devamı Kariyerinizde Alemannia Aachen, Persepolis gibi çok ilginç deneyimler var. Kocaelispor döneminiz de ilginç aslında. İnönü’de Beşiktaş’tan yedi gol yiyerek başlıyorsunuz. Aynı Beşiktaş’ı aynı sahada beş golle yenerek bırakıyorsunuz. Bazıları vardır ki mağlubiyetin ne olduğunu bilmezler. Kocaeli’de de öyle bir dönem yaşadık. Yedi gol yediğimiz maç çok iyi bir örnek; oyunun başında biz birkaç gol bulabilirdik. Kocaeli’ne tek golle yenilmiş olarak dönsek herkes mutlu olacaktı. Yedi olunca yer yerinden oynuyor, tek golle yenilince başarılı ilan ediliyorsun. Bu mantığı çözemiyorum, çözemediğim için de bunları yapıyorum. Yediyi yemesek beş atmamız mümkün değildi. Oradaki değişim ancak böyle olabilirdi. Yenilmekten korkmadığın zaman yenmeyi öğrenebilirsin. Kötü günlerde oyuncularınızı yeniden zirveye çıkabilecekleri yönünde nasıl motive ettiniz? Türkiye’de antrenörlük algısı “onu oynat bunu oynatma” şeklinde. Bunun dışında kamuoyunda antrenörlüğün sanki çok fazla çalışma alanı yokmuş gibi algılanır. Burada önemli olan yönetim tarzı ve doğru karar verme yeteneğidir. Birincisi çalıştığın grubun sana olan inancı çok önemli. Eğer sana inanıyorlarsa, sevip sevmemeleri çok önemli değil. Biz öncelikle bu inancı geliştirdik. Tabii bunları söylerken işkembei kübradan atmıyorum. Futboldaki 40 yıllık tecrübelerin de büyük payı var. Tüm bunlar sezon haritasını yaparken rakiplerin ne yapabileceğini, nelerin değişebileceğini daha yakın bir öngörüyle tahmin etmemizi sağlıyor. Geçen sezon bu dönemdeki tablo bizim için çok daha vahimdi. Şu anda lig gerçek bir arapsaçı. Ünlü yorumcularımızın henüz altıncı haftada iki takıma indirdiği şampiyonluk yarışı şu anda beş takımla devam ediyor. Farklı antrenörlük deneyimlerinize dönersek, çok başarılı olduğunuz dönemlerden sonra farklı şeyler denemenizin sebebi nedir? Kendimi ve yakın ilişkide olduğum kişileri test etmek. Almanya’ya gittiğimde bu ülke dışında ne olduğumu görmek istiyordum. Burada beni yerden yere vuranlar Almanya’ya gittiğimde ne kadar inanılmaz bir futbol adamı olduğumuz yazmaya başladılar. Demek ki, bazen bu ortamdan uzaklaşmakta fayda var. Geçen yılki şampiyonluktan sonra da uzaklaşmak istemiştiniz. Kariyeriniz boyunca sizi en çok hayal kırıklığına uğratan maç hangisi? Beni futboldan gerçekten nefret ettiren, GalatasarayWerder Bremen maçıdır. Zaten Galatasaray’dan o maçtan sonra ayrıldım. Maçın sonunda içeri girerken Tanrı’yla aramda bir konuşma geçti “bırakıyorum” dedim. Zaten o gün Tanrı da yanınızda değildi. Maça giderken stattan bir kilometre ötede Okmeydanı’nda kuzular otluyordu. Stada geldik, on dakika sonra çay içmeye yukarı çıktım. Hafif kar atıştırıyordu ama ciddiye almadım. Çay bitinceye kadar saha bembeyaz oldu. Bütün çalışmaları, önde hızlı adamlarla çabuk oyun üzerine yapmıştık. Çünkü Werder Bremen uzun ve ağır oyunculardan kuruluydu. O sahada öyle bir şansımız kalmadı. Kadroyu da değiştiremedim çünkü hava toplarına hâkim bir oyuncum yoktu. Maç içinde de son dakikada Rotariu’nun kaçan pozisyonunu herkes hatırlar. Olmadı, inanılmaz bir hüzün yaşadım. Dizlerimin bağı çözüldü desem yeridir. Maçtan önce “Ali Sami Yen’de Werder Bremen’i elimizden ancak bir mucize alır” demiştim. Maçtan sonra Florya’ya döndük. Telefonum çaldı, açtım. Bir hanım çıktı, “şom ağzını açtın, maçtan önce mucize dedin; al sana mucize” dedi. Cevap veremedik tabii. Böyle birçok anınız var. Kitap yazmayı düşünüyor musunuz? Çok yazmak isteyen oldu ama ben o konuda rahat değilim. Çünkü yazarsam yaşadığım her şeyi anlatmam lazım. Konu olan kişileri de üzebilir. Mesleği bırakınca büyük ihtimalle yazacağım. Peki mesleği ne zaman bırakacaksınız? Çok uzak değil. Onbeş yaşımdan beri kendim için yaşadığım süre çok az. O sürenin çoğunu da Çeşme’de geçiriyorsunuz. Evet. Benim için “şanslı” denilecekse, bu yalnızca Çeşmeli olduğum içindir. G TÜRK TAKIMLARI AVRUPA MAÇLARINDA KORKARDI Size en çok yapılan övgü Türk futbolcusuna inanç ve korkusuzluğu aşıladığınız yönünde. Futbolculuğunuz döneminde Türk takımları sahaya nasıl duygularla çıkardı. Benim bu düşüncelerim futbolculuk dönemimde de vardı. Altay’da oynarken Doğu Alman takımı Carl Jeiss Jena’yla eşleştik, ilk maçı 51 kaybettik. Maçtan sonra takımı topladım. Oyunun analizini yaptım. İkinci yarının başında on kişi kalmıştık, zaten farkın açılma sebebi oydu. O zaman on kişiyle oynamasını ne biz ne de başımızdakiler biliyordu. “Bunları eleriz” dedim, takıma baktım, herkes “kaptan bizle dalga geçiyor” havasında. Öyle olmadığını İzmir’de gösterdik. Devre 3 – 0 bitti, atacağımız bir gol bizi üst tura çıkartıyordu. Bir gol yedik ama dördüncüyü de attık. Ondan sonra en az beş net golü kaçırdık. Gerçekten Türk futbolcusunda Avrupa maçlarına çıkarken korku var mıydı? Olmaz mı ya. Bizim takımlarımız hiçbir maçı, maç içinde kaybetmedi. Hepsini maçtan önce kaybetti. G Ama o farklı. Geçen yıl yaşadığım aslında uzun dönemli bir travmaydı. Abimin uzun süreli bir hastalığı oldu ve onu kaybettik. Tam toparlanmadan Beşiktaş’ın başına geçtim. Fizik ve ruh olarak hazır değildim ama Beşiktaş benim çocukluk rüyamdı. Sonra toparlanmam uzun bir süre aldı. Sizin kariyerinizde bazı maçlardaki oyuncu değişiklikleriniz önemli rol oynadı. Bir teknik adam oyuncu değişikliklerini neye göre belirler. Bizde genelde “kötü oynayan biri mutlaka değişmeli mantığı vardır” ama bende yoktur. Bir oyuncunun kötü performansı sırf kendisiyle mi yoksa çevresindekilerle mi ilgilidir? Genelde bu konuda iyi bir çizgide olduğumu düşünüyorum. Herkesin oynaması gerektiğini düşündüğü bir oyuncuyu, dirençli başlayan bir oyunun ilk 60 dakikasında daha az şeyler yapabileceğini varsayarak yanımda oturturum. Sezgilerinizle ilgili ilginç bir hikâye var. Galatasaray’ın 14 yıl sonra şampiyon olduğu 1987 yılında sondan bir önceki hafta Galatasaray Antalya’da, Beşiktaş da evinde Denizlispor’la oynuyor ve mutlaka puan kaybetmesi lazım. Siz diyorsunuz ki “85. dakikada radyoyu yaklaştırın, Denizlispor’un golünü dinleyeceğim.” Yok, yaklaştırın demedim. İki maçı da kafamda kurdum ve Beşiktaş maçının 11 biteceğine olağanüstü şartlandım. Çok anormal bir şeydi; “85. dakika civarı gol olur” dedim ve oldu. Belki de öyle olmasını istiyordum. Devamlı oynuyorum maçı kafamda, böyle bir sonuca varıyorum. Dedim ki “bir el radyosu alın ama 85’te açın ama kulübenin içinde olmasın.” Sonra bu olayı unuttum. Maça bakarken çocuklardan biri 11 oldu gibisinden işaret yapıyor. Baktım tribünlerde bir hareket yok. Olması lazım çünkü bütün stad radyodan dinliyor öbür maçı. Meğerse anında söylemiş bana, birkaç saniye sonra da tribünler ayaklandı. Zaman zaman olur öyle çıkışlarım. Dünya Karması’yla oynasak ve maçımız 15 saat filan sürse gol yemeyeceğimize inanırım ve yemeyiz. Aslında her teknik adamda vardır. Belki bende biraz daha fazladır veya ben çıkıp çekinmeden açığa vuruyorum. Bazısı “ya tersi olursa, otoritem sarsılır” diye düşünebilir. Bizim öyle sarsılır, sarsılmaz diye bir korkumuz yok. Üç büyük takımı da şampiyon yaptınız. En zoru hangisiydi? En zoru Fenerbahçe’dekiydi. Zordu çünkü elimizde tabir yerindeyse toplama bir takım karşımızda da Türkiye’yi hegomanyası altına almış bir Galatasaray vardı. Zorluğu bir de şurdaydı. Yüz yıllık camia bir Türk antrenörle bunu yaşamamıştı. Galatasaray’da Derwall’le çok özel bir ilişkiniz olduğunu biliyoruz. Hatta bir yerden sonra işleri tamamen size bırakmış. Rahmetliyle her gün fikir çatışması yaşardık ve sonunda doğruyu bulurduk. Benim ona önerdiklerim olumlu yönde gerçekleşince bana güveni arttı ve kısa süre sonra dediğiniz gibi bir çalışmanın içine girdik. Ben de güvenini boşa çıkarmadım. Futbol dünyasına benimle Derwall’in ortaya çıkardığı türden birliktelik bir daha gelmez. Futbolculuğunuz döneminde niye hiç İstanbul’a transfer olmadınız? İzmir’i terk etmek istemedim. İstanbul ve İzmir arasında yaşam standardı bakımından bir fark yoktu. Belki İzmir bir adım öndeydi. Maddi açıdan bir fark vardı ama şimdiki gibi bir uçurum yoktu. Bir de Altay’ın içinden yetişmiş biriyim. O zaman kulübü sahipleniyorsun. G Kızlarım normal bir hayat yaşıyor... Futbol camiası içinde futbol dışında da vakit geçirilecek belli başlı insanlardan olarak gösteriliyorsunuz. Farkınız ne? Dışarda futbol konuşmaktan hoşlanmam. Dolayısıyla beni o konuşmalardan uzak tutacak bir ortam ararım. Futbol dışında konuşurum çünkü her şeyi takip ederim. Sabah yedide kalkıp gazetelerin hemen hepsini okurum. Ev dışında ne yapmaktan keyif alırsınız? Valla benim hobim yemek. Çok yediğim için değil, çok çeşitlendirdiğim için. Farklı mutfakları denemeyi severim. Seçiciyimdir. Kökenim Giritli olduğu için ağırlıklı olarak otları tercih ederim. Kızlarınızın magazin medyasında yer alması ilişkinizi etkiliyor mu? Onlar medyaya benim kızım oldukları için çıkıyorlar. Gayet normal yaşıyorlar aslında. Bundan onlar da ben de rahatsızız. Biri ünivesiteyi bitirmiş kendi işini yapıyor, diğeri lisede okuyor. Onlar gerçek manada birer kişilik. Kendi yaptıkları anılmaya değerse onunla çıksınlar medyaya. G Fotoğraf: Vedat Arık 4 C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle