Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 OCAK 2009 / SAYI 1192 7 SAPAK Aslı Borucu Şiddet karşıtı bir kısa film... Seyirciye, filmin 22 Ekim 2006’da işlenen cinayetlerden yola çıkılarak oluştuğunu söylüyorsunuz. O gün neler oldu? İki hapçı adam İstanbul’dan başlayıp Bursa, Ankara ve Adana’ya giderek seri cinayet işliyor, yedi kişiyi öldürüyor. Bu olaydan sonra, insan neden ve nasıl katil olur sorusu üzerine iyice düşünmeye başladım. Senaryonun çıkış noktası da bu soru olduğu için seyirciyle olayı paylaşmak istedim. Film, “Gerçek size aittir” cümlesiyle başlıyor. Bu cümle şiddete ve filme dair neler söylüyor? Aynı sinema salonunda yan yana oturuyor olsak bile hepimiz kendi gerçekliğimizi yaşıyoruz. Filmdeki katil ne kadar kötü bir insan olursa olsun kendi gerçekliğinde o an yaptığı şey onun doğrusudur. Biz onu ancak kendi gerçekliğimize göre yargılayabiliriz. Örneğin, İstanbul’da yaşayan üniversite K üçük bir çocuk, elleri kanlı, annesinin kolyesiyle sonu gözükmeyen bir yolda öylece yürüyor. Yol düz değil, kıvrımlı ve daha önünde uzun yıllar var. Belki filmdeki genç adam (Kaya Akkaya) gibi katil olacak, belki babası (Bülent Emin Yarar) gibi ileride kendi karısını gözünü kırpmadan öldürecek, belki de bir daha hiç kana bulanmayacak elleri... Fırat Mahçuhan, filminde insan nasıl katil olur sorusuna cesurca cevap arıyor ve şiddet olgusunu tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. 5. Akbank Kısa Film Festivali kurmaca film ödülünü alan Sapak insanların şiddet olgusu üzerine düşünmelerini istiyor. İşte filmin hem senaristliğini hem yönetmenliğini yapan Mahçuhan’ın filme ve şiddete dair söyledikleri... Kaya Akkaya “Sapak” filminde... Fırat Mahçuhan Fırat Mahçuhan’ın kısa filmi Sapak, 5. Akbank Kısa Film Festivali’nde kurmaca film ödülünü aldı. Yedi kişiyi öldüren iki hapçıdan yola çıkan Mahçuhan, şiddet karşıtı filminde, bizi şiddet üzerine düşünmeye çağırıyor. Kim, ne zaman şiddet uygulayabilir? Ya ben? öğrencileri olarak bu durumu yargılarız, ayıplarız çünkü bizim için şiddeti kontrol etmek çok daha kolaydır. Filistin’de yaşasak ya da herhangi bir savaşın içinde olsak gerçeklik ve şiddet algımız çok daha farklı olurdu. Şiddeti kontrol etmek insandan çok duruma bağlı. Kim olduğumuz da aslında bizim elimizde olmayan değişkenlerden oluşuyor. Bambaşka yerde doğmuş, çocukluğunda çok kötü bir şey yaşamış olabilirdin, o zaman bambaşka bir insan olurdun. Bu noktada Mevlana’nın hoşgörü anlayışı ve “Kim olursan ol yine gel” sözleri filmle özdeşleşiyor. İkisi de katil, biri çocuk diğeri genç bir adam aynı kolyeye sahipler. Filmin zamanı yok, karakterler birbirlerinin hem çok içinde hem de birbirlerine hiç değmiyorlar gibi. Senaryo çıktığında farketmedim ama sonrasında “Yağmurdan Önce” adlı filmden biraz etkilendiğimi düşündüm. Orada geçen olaylar bir türlü birleşmezler, biri diğerinden önce olmuş olamaz. Bu sayede de anlatılan olgunun döngüselliğini farkederiz. Çocuk ve genç adam birbirlerinin içinde biraz varlar tabii, baba da aynı insan sonuçta. Herkesin filmden başka bir şey çıkarmasını istiyorum, herkesin kendi filmi olsun diye kolye, baba gibi ortaklıklar attım ortaya. Bir sürü şey anlaşılabilir; çocuk büyümüş, baba ölmemiş ve benzincide karşılaşıyorlar ya da oğlan kafayı yemiş herkesi öldürüyor ve öldürdüğü herkesi babası gibi görüyor olabilir. Filmin içinde çok fazla şiddet olmasına rağmen, “Sapak” tamamen şiddet karşıtı bir film. Önemli olan şiddet üzerine düşündürmek. Bunu da estetize etmeden yapmaya çalıştım, açıkçası biraz sert oldu. Küçük çocuk kanlı elleriyle elinde annesinin kolyesi filmin sonunda nereye yürüyor sizce? Film yolla başlayıp yolla bitiyor. İlk başta sert asfalt çizgileriyle belirlenmiş bir yol var. Sonunda ise dönemeçli bir patika, yeni başlamış bir yol... Çocuk hayatının başında ve elindeki kanları silmek için şansı var Sapak’tan önce senaryosunu yazdığınız, görüntü yönetmenliğini yaptığınız kimi kısa filmler var. Sapak’ın daha önceki projelerinizle ilişkisi nedir? Sapak’ın diğer filmlerle hiçbir ilişkisi yok. İlk defa kurmaca dalında ciddi bir ekiple çalıştım. 25 kişilik bir ekibimiz vardı. Üç hafta kadar ön hazırlık sürdü, çok programlı ilerlemeye çalıştım. Çekimler aralıklarla iki hafta, kurgu da altı yedi ay kadar sürdü. Bu ödül neleri değiştirdi ya da değiştirecek? Tam filmin bütçesine denk bir ödül kazandım. Anneannemin benim için biriktirdiği hayat sigortasını bozup parayı oradan sağlamıştım, kazandığım parayı yerine geri koyabileceğim. Bir de bu ödül kendime olan güvenimi yeniledi. Daha önce film sürekli festivallere gidiyordu, para ödüllü yarışmalara katıldı, hep gösterildi, ama hiç ödül alamadı. İçinde bolca küfür, uyuşturucu, şiddet olduğu için bir jürinin buna ödül vermesi zor herhalde diye düşünüyordum. Tam bu böyle gidecek derken bu ödül geldi. G Bir sesten daha fazlası... Esra Başıbüyük itcom Türkiye’de henüz birkaç senedir geçmişi olan bir televizyon dizisi türü. Amerika çıkışlı ama Türk halkı onu televizyon hayatına hemen yerleştirdi. Şu günlerde de TürkMax kanalında güçlü oyuncu kadrosuyla gösterilen başarılı sitcom “Sen Harikasın”ın izleyici sayısı da giderek artıyor. Ekibin oyuncu kadrosunda senelerin başarılı oyuncusu Ruhsar Gültekin de yer alıyor. Gültekin tiyatro kökenli bir oyuncu. Sitcom ve tiyatronun kesiştiği alanlar olduğunu söylüyor, belki bu yüzden dizilerde yer almayı seviyor. Ne yaparsa yapsın oyuncu Ruhsar Gültekin’in yaşam felsefesi, kaliteden ödün vermemek üzerine kurulu. Hakkınızdaki yazıları okuyunca seneler içerisinde Meg Ryan’a oluşan sempatide büyük bir payınızın olduğunu anladım. Kusursuz dublaj yapar, diyorlar sizin için. Uzun süre siz seslendirmişsiniz öyle mi? Elbette payım var! Sevimli bir kadın ve iyi bir oyuncu. Hoş, şimdi başkaları da konuşuyor ama çok uzun zaman dublajını ben yaptım. Artık dublajı bıraktım ama enteresan bir tip olursa yapıyorum ve çok da keyif alıyorum. 20 yaşında evlenmişsiniz. İstisnai bir durum sanırım. Erken yaş evlilik ve işle bir arada bu kadar uyumlu devam etmesi Evet, çok erken yaşta bir aşk evliliği yaptım. İyi ki de yapmışım, 18 yaşında oğlum ve golden retriver bir kızım var. Eşinizde oyuncu mu? Eşim işadamı. Biz küçük yaş da büyük bir aşkla evlendik ama bir yandan da ödün vermeden mesleğimi yapmaya çalıştım. Bu iş de her meslek gibi zor. Ama sanırım, artı olarak oyunculuğun kuralları var… E tabii, kendinizi sürekli hatırlatmalısınız. Ortamlarda olmanız lazım. Ailemi ön plana aldığım için seçici davrandım. Mükemmelliyetçi bir yapınız var gibi… Her yaptığım işin iyi olmasını isterim. Sizi bu sezon başlayan, 1950’lerde Amerika’da gösterildiğinde Emmy Ödülü alan “I love Lucy”den uyarlanan “Sen Harikasın” adlı bir sitcom da izliyoruz. Evet, Demet Akbağ konservatuvardan çok eski ve iyi arkadaşımdır. Ragıp Savaş keza öyle, Güven Kıraç hep beraberiz. Çok iyi bir ekip var. S Kulağa da iyi geliyor, kesin sette de çok eğleniyorsunuzdur. Evet, bazen sululuğumuzdan işimiz aksıyor. Ama o da bir keyif, çünkü sitcom çekiyoruz. Yönetmenimiz Ebru Yalçın işi çok iyi biliyor. Hepimiz yarı deli olduğumuz için çok keyifle gidiyor. İzleyiciye gerçek bir sitcom sunuyoruz. Aslında dizinin yayınlandığı kanal alternatif kalıyor ama kemik bir izleyiciniz var ve sizi sıkı takip ediyorlar… Ama hakikaten iyi bir iş çıkıyor. Tabii Türkler sitcom’u biraz sulandırdılar... Peki, nedir sitcom? Durum komedisidir ve az insanla yapılır. Tiyatro gibidir, sahneye çıkar gibi mekânınız her zaman hazırdır. Çıkar ve oynarsınız. Hız vardır. Komedinin zamanlaması çok önemlidir. Espri laftadır ve sizin büyük oynamanıza gerek yoktur. Sitcom Amerika’dan çıkmadır. O yüzden biz de çok iyi bilinmez. Fars da çok iyi bilinmez, iki kapı çarpma sanılır. Oynanması zor, incelikli bir tiyatro türüdür. Nedense biz de gişe yapan, kolay bir oyunmuş gibi gelir. Belki de yanlış oynanıyor! Matematiği olan işler bunlar. Nerede nasıl davranmanız gerektiğini bilmelisiniz. Umarım uzun süreli olur, çünkü son dönemde diziler teker teker kalkıyor… Yazık! Bir kere o işlerden çok ekmek yiyen insan var. Biz üretmekten çok tüketmeyi tercih eden bir toplumuz. Her konuda böyleyiz. Reyting vs, ben pek inanmıyorum. Orada bir numaralar dönüyor ama kimlerin işine yarıyor onu bilemiyorum. Toplumun seviyesi çok aşağı çekildi. Seviyesiz programlar yapılıyor. Hiçbir zaman iyi bir televizyon izleyicisi olmadım, olmayacağım da. Çünkü isyan ediyorum! Kalitesizlikten mi isyan ediyorsunuz? Evet, kalitesizliğe bir dur denilmesi gerekiyor ama denilmiyor. Bu birçok insanın işine geliyor. Belki bütün dünyada bu böyledir ama kötünün yanında iyileri de sunalım. Sabun köpüğü gibi bir senaryo olsa bile bunları çok güzel yorumlayacak bir ekip var Türkiye’de. Yönetmeni, oyuncusu, yapımcısı, set ekibiyle çok başarılı insanlar var. Ama “balon star”lar müthiş paralar, neredeyse tüm ekibin parasını alıyor. Sektör de böyle yara alıyor, o dizi kalkıyor! Biraz da olsa denge kurulmalı. Oyuncu olarak tercihinizi daha çok dizilerden yana kullanmışsınız gibi... Evet, dizilerde yer almayı seviyorum. Çünkü bir, bir oyuncunun para kazandığı bir yer. İki, tanınmak hoş bir duygu. Üç tiyatro yaptım, bu sene de iki kişilik oyun istedik, Aydan Burhan’la Emre Kınay’ın tiyatrosunda oynayacaktık ama sponsor bulamadık. Yoksa tiyatro deyince gözlerim doluyor. Sinema da yapmamışsınız, neden? Diyorum ya ben biraz geride duruyorum. Gelen senaryolarda da pek sevdiğim olmadı. Sevmediğim bir işte de yer almak istemedim. Hayalini kurduğunuz, oynamak istediğiniz bir rol var mı? Aklı yarıgidip gelen, rahatsızlığı olan bir insanı oynamayı çok istiyorum. Tiyatro ya da sinema projesi olabilir. Hatta gelirse üzerine para vereceğim. Bakın gelirse bu cümle burada böyle kayıtlı! Vereceğim, para vereceğim... O kadar çok istiyorum ki! G Fotoğraf: Uğur Demir FOTOĞRAF SERGİSİ Paralaks lp Sime’nin üçüncü kişisel fotoğraf sergisine “xist” ev sahipliği yapıyor. Serginin adı “Paralaks”. 1970 yılında İstanbul’da doğan Sime akademik eğitimini Boston Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tamamladı. Sime’nin 2002 yılında açtığı ilk kişisel fotoğraf sergisi eleştirmenlerden büyük beğeni topladı. Bir önceki kişisel sergisini 2006’da Atina’da açan sanatçı kuşağının en saygın fotoğrafçılarından birisi olarak kabul ediliyor. Sime “Paralaks” adını verdiği bu son sergisinde, İstanbul’da yaşayanların karşılaştıkları görüntüler ve görüntülerin duygular üzerinde kurduğu hâkimiyeti ele alıyor. Geçmiş eserlerinde de ayrı kalamadığı bilinçaltı teması, Paralaks’ta sosyal eleştiri öğeleri ile birleşip kara mizah yüklü bir evreye geçiyor. Sanatçı yorumlanmayı bekleyen bir rüya günlüğünü andıran çalışmalarında yalınlığı esas alıyor ve ön planda tutuyor. Sergi, 14 Şubat tarihine kadar açık. G A Ruhsar Gültekin’i Meg Ryan’ın sesi olarak tanıyorsunuz. Çünkü hemen hemen bütün filmlerinde Ryan’ı o seslendirdi. Gültekin şimdi bir sitcom’da oynuyor. Adı “Sen Harikasın”. Yine hem gülüyor hem güldürüyor... C M Y B Abdi İpekçi Cad. Kaşıkçıoğlu Apt. No:46 D.2 Nişantaşı / İstanbul. Tel: (0212) 291 77 84 / Faks: (0212) 343 69 www.artxist.com C MY B