Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 OCAK 2009 / SAYI 1192 5 2 1 Homur Mizah Dergisi de karikatürleriyle suyun metalaştırılmasına karşı çıkıyor. 1. Eray Özbek Bulut 2. ve 6. Canol Kocagöz 3. İlker Ekici 4. Tayfun Akgül 5. Mustafa Bilgün. 3 4 Artık herkesin “sudan” konuşmasının zamanı geldi. Çünkü suyun metalaşma sürecinin katalizörü Dünya Su Forumu’nun beşincisi martta İstanbul’da yapılacak. Amaç, suyun fiyatının piyasa koşullarıyla belirlenmesinin önünü açmak. Yani daha fazlar kâr için daha fazla üretim ve daha fazla tüketim. Görünüyor ki sırada su hakkı için mücadele var… Sudan konuşmanın zamanı geldi... Ali Deniz Uslu 1. sayfanın devamı D ünya Su Forumu ilk gerçekleştirildiği 1997 yılından bu yana ciddi yol aldı. Yılmaz’a göre en sert adımlar 2003’te Kyoto’da ve 2006’da Meksika’da atıldı. Kyoto’da, BM Genel Açıklaması’nın tersine bir eğilimle, suyun bir “insan hakkı” olduğuna değinilmedi ve su “temel insan ihtiyacı” olarak tanımlandı. Bu sözcük değişimi başta bir şey ifade etmiyor gibi görünse de devletlerin sorumluluklarının sınırlarını çiziyor. İhtiyaç olarak tanımlandığında, devlet su konusundaki tüm yükümlülüklerini pazar mekanizmalarına teslim edebilir. Hak olarak tanımlandığında ise devlet, bu hakkın yerine getirilmesi için gerekli sorumlulukları almak zorunda. Yılmaz bunun bir aldatmaca olduğunu söylüyor, “Şu an bile ihtiyaçtan bağımsız üretim yapıyorlar, ama şu anki sloganları ‘suya ihtiyacı olan belirgin özelliklerden biri de ‘toplumsal muhalefetin örgütlenmesinin az olması ya da olmaması’. İşte anahtar seçim referansı bu. Forumun yapıldığı ülkelerde değişim belirgin, mesela Fas’ta ve Meksika’da suya dayalı menkul kıymetler ve türev piyasası araçları oluşturuldu. Belediyeler bu araçları alıp satıyor. Türkiye’de de bunların ortamı hazır ve uygulanmayı bekliyor.” Suyun metalaşması karşısında oluşan toplumsal muhalefet denince akıllara ilk gelen Bolivya/Cochomamba mücadelesi. Bu mücadeleyle birlikte, dünyanın diğer ülkelerinde olup bitenler daha kolay izlenmeye başlandı. Bolivya mücadelesi toplumsal tepkinin oluşmasında öncü bir rol üstlendi. Herkesin umudu bunun artarak sürmesi. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’ndan Prof. Dr. Beyza Üstün, “Su hizmeti gibi temel kamu hizmetlerine dönük yatırımların mali geri dönüşü kamu yönetimi için bir amaç unsuru olamaz. Toplumsal barış ve bütünlük için de bu böyle. Ancak, küresel finans kaynakları ve çokuluslu şirketler açısından risklerden korunma ve kâr getirilerini sağlama alma çok daha C. Kocagöz, Y. Gönül, G. Yılmaz, B. Üstün, T. Dinçöz, Ş. Elhüseyni ve H. Şen. Fotoğraf: Vedat Arık yoksul kesimlere su götürmek’, çünkü topluma kendilerini ancak böyle kabul ettirebilirler. Su mücadelesinin en zor tarafı bu. Bir taraf çevre, bir taraf tarım, bir taraf da suya erişimi olmayan çaresiz insanlar. Bu üçüncü kesim ‘su gelsin yeter’ diyor, suya kontör takıp da ona cep telefonu kadar bedel ödeyeceğini hayal edemiyor. İşte bu yüzden insanları mücadeleye katmak çok zor. Belediyelerin parası yok, devletin de bütçesi. Çokuluslu şirketler ise ‘bunu yaparım param var’ diyor. Elbette suyu metalaştırmak şartıyla”. Dünya su tekelleri kamu hizmetlerinin tüm alanlarında faaliyet gösteriyor ya da bunu hedefliyor. Dünya su piyasasına hâkim olan su şirketlerinin başında ise Fransız menşeili şirketler “Ondeo”, “Veolia” ve “Saur” var. Onları Alman “RWE” ve İngiliz “Anglian” izliyor. Şu ilginçliğe bakın ki, Dünya Su Forumu’nun sponsorları da bu şirketler! Dünya Su Forumu’nun beşincisi için seçilen ülkenin Türkiye olması tesadüf değil. Daha önceki ülkeler Fas, Hollanda, Japonya ve Meksika. Forumlarda üretilen raporların içerikleri ülkenin özgül özellikleriyle belirleniyor. Gaye Yılmaz ülkelerin nasıl seçildiklerini örneklerle açıklıyor: “Kyoto forumunda tarımsal sulamaya dair çalışma yok, çünkü Japonya endüstri ülkesi. Meksika’da ise dert tarımsal sulama. Türkiye’de hepsi bir arada. Forumların seçildiği ülkelerdeki en önemli. Onlar su sektörüne yönelik gerçekleştirecekleri yatırımlarda kendilerini bütün olası risklerden, belirsizliklerden koruyarak yatırımlarını güvenli ve kârlı bir hale getirmenin peşindeler” diyor. Dünya Su Konseyi’nin Lahey’de deklare ettiği stratejilerde ise suya erişim için ilk olarak temiz su kaynaklarının belirlenmesi gerektiği ve su havzalarındaki yönetim stratejilerinin önemi vurgulanıyor. Havza yönetiminin Türkiye’de de çok çabuk hayata geçeceği kesin gibi. Üstün, bu konudaki yasal hazırlıkların neredeyse bittiğini söylüyor, “Melen’den, Kızılırmaktan’tan su getirmek de aslında insani bir ihtiyaca hizmet etmek gibi görünen, ama farklı anlamlar taşıyan uygulamalar. Tek dertleri suyu borulamak” diyor “Yani birileri su akarken testiyi doldurmanın peşinde. Su Forumu buna ‘suyu paylaşmak’ diyor, elbette bu ticari bir paylaşım. Suyun özgürlüğünü kısıtlıyorlar. Türkiye ise kuraklık tehditlerine rağmen zengin ve yenilenebilir su kaynaklarına sahip. Suya hükmetmek isteyenler açasında da bu yüzden çok cazip.” Suyu ticarileştirmenin peşinde yetkiler de artık yerel yönetimlere geçiyor. Hatta yerel yöneticilerin yetki kanunundaki değişiklik de buna zemin hazırlıyor. Değişiklik, yetki kanunundaki “yapar ve yaptırır” ibaresinden ibaret. Anlamını Üstün açıklıyor: “’Yaptırır’, şirketleşmenin, özelleştirmenin, piyasaya vermenin yolunu yasal olarak açıyor. Bunun uygulamalarına başladılar, Karadeniz’deki derelere hidroelektrik santralları kuruluyor. Bu şirketlere derelerin kullanım hakkı da veriliyor. Bu hak oradaki başka faaliyetler için de izin demek. Bunlardan biri de maden arama.” Bu konuda Munzur Koruma Kurulu’ndan Hasan Şen’in de söyleyecekleri var. Şen, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’yla çalışıyor. “Bize, Dünya Su Forumu’na neden karşı çıktığımız soruluyor. Hem Türkiye’de hem dünyada bu foruma katılacak ortaklardan çoğu inşaat şirketleri. Sanırım bu yeterli bir cevap” diyor. Türkiye’de suyun metalaştırılması için projelendirilmiş binlerce proje olduğunu tekrarlıyor. Bu projelerin enerji açığının giderilmesi amacının dışında nehir yataklarına yakın olan maden yataklarının kullanılmasını amaçladığını söylüyor. Özellikle de siyanürlü altın çıkarmada yüksek oranda su gerektiğini hatırlatıyor. Şen, “Bunun için yasalar çıkardılar, güvenlikli alan oluşturma ve kamulaştırma, Su Forumu yaklaştıkça hızlandı. Kamusallaştırma ve güvenlikli alan kavramlarıyla insanların muhalefet haklarını da ellerinden alıyorlar” diyor. Şenay Elhüseyni DİSK’e bağlı Tarım Orkam Sen İstanbul Şube Başkanı. Ona göre tarımda yapılan değişiklikler bugün başlamadı. Bunlar 80’den sonra planlı yapılan değişiklikler. Elhüseyni, “Çiftçinin toprağından koparılması politikalarının temelinde tarımda çok fazla istihdam olduğu inancı, bunun da altında yüzde onun altına düşürülmesi gerektiği görüşü yatıyor” diyor, “İlk olarak doğrudan gelir desteği altında çiftçiler üretimden alıkoyuldu. Devamında üretim yapmadan, girdi destekleri, gübre fiyatları, mazot fiyatları arttı. Çiftçi üretse dahi destekleme ve alım fiyatları düştüğü için masrafını çıkaramaz hale geldi. Üretemeyince hayatını büyük şehirlere sürdü, göç başladı.” Halk Cephesi’nden Yeter Gönül’e göre ise suyu metalaştırma politikalarının Türkiye’deki hızlı ilerleyişi, ekonomik ve politik olarak bağımsız olmadığımızın net bir kanıtı. “Sağlık ve eğitimde de daha önce bunu gördük. Sistem şimdi de insanlara temiz su vermek adına halka ulaşmaya ve planlarını meşrulaştırmaya çalışıyor” diyor. 5 6 Yeter Gönül ve Halk Cephesi de insanlara gerçekleri anlatmanın peşinde. Bilinçlendirme çalışmalarını sürdürüyorlar. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu farklı kulvarlardaki katılımcılardan destek alıyor. Mizah dergisi Homur da onlara çizgileri ve karikatürleriyle yoldaşlık ediyor. Derginin editörü Canol Kocagöz “Mücadeleye mizahla katılıyoruz, kalemimizle destek veriyoruz. Diğer sanat dallarının da bize, bizlere destek olmalarını istiyoruz” diyor. TMMOBİKK (Türkiye Mimarlar Mühendisler Odası Birliği/İstanbul Koordinasyon Kurulu) Genel Sekreteri Tores Dinçöz de Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu’nu anlatıyor. Türkiye’de Temmuz 2008’de farklı örgütlerin, siyasi partilerin ve derneklerin ortaklaşa oluşturduğu Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun suyla bağlantılı bütün sorunların bir arada ele alınması ve daha önce belli boyutlarda ihtisaslaşmış bileşenlerin zaman içerisinde kendi taleplerini diğer karşıtlık ve taleplerle ilişkilendirmeye başlamasıyla büyüdüklerini anlatıyor. Platformun öncelikli hedefi, 1622 Mart 2009 tarihlerinde İstanbul’da yapılacak Dünya Su Forumu’na karşı etkinlik ve eylemler düzenleyerek, Türkiye’de suyun metalaşmasına karşı ciddi bir toplumsal muhalefetin oluşumunun ilk adımlarını atmak. Dinçöz’e göre muhalefetin yayılması gerekli, çünkü insanlar bilgisiz, kimse olanların ve olacakların farkında değil. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu ise ilk adımı 24 Ocak Kararları’nın yıldönümünde başlayarak üç gün süreyle karşılaştıkları herkesle 15 dakika boyunca suyu konuşarak atacak. Metalaşmanın bilinen yöntemi özelleştirmeye tepkilerini bu şekilde göstermeye başlayacaklar. O yüzden bizim de artık sudan konuşmamızın zamanı geldi, hatta geçiyor. G C M Y B C MY B