Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 25 OCAK 2009 / SAYI 1192 MARIAH CAREY’den arşivlik DVD... üm zamanların en çok satan R&B/Hiphop kadın şarkıcısı unvanına sahip Mariah Carey, iki DVD’den oluşan “Mariah DVD Collection”ı yayımladı. Carey, 90’lı yıllardan bu yana çıkardığı birçok single ile dünya müzik listelerinde bir numaraya yükseldi. R&B ve soul müziğin tanınmasında büyük emeği geçen müzisyen, 200 milyona yaklaşan albüm satışı ile Amerikan müzik tarihinde önemli bir geçiş noktası. “Someday” ve “Emotions” parçaları ile dünya müzik listelerinin balansını değiştiren Carey, R&B, funk ve füzyon altyapılı tarzıyla Grammy ödüllerinin de kraliçesi. Mariah Carey koleksiyonun ilk DVD’sinde ise sanatçının 1995 yılında Madison Square Garden’da verdiği konser, diğer DVD’de de “My All”, “Hero”, “One Sweet Day”, “Dreamlover” , “Without You”, “Against All Odds”, “I Still Believe” gibi klasik parçalar yer alıyor. G Buralı melodilerle, caz ve blues müziği harmanlayan alternatif rock grubu Luxus ilk albümü “Acayip Şeyler”i yayımladı. Onlar müzikleriyle düşünüyor, sorguluyor ve ezber bozmayı deniyor. Sözlerinde yoğun bir mizah var, ama bu hayatı hafife aldıkları için değil, ona karşı gülerek direnmeyi bildiklerinden. T Mücadele gülmekle başlar Ali Deniz Uslu uxus’un ilk albümünün adı “Acayip Şeyler”. Grup, buralı melodileri evrensel caz ve blues standartları ile yorumluyor. Bunu da iyi yapıyor. Keman, akordeon, akustik gitar, perküsyon, klarnet, bas gitar ve davul grubun müziğine sorunsuz uyum sağlamış. Enerjisi yüksek, söz örgüsü ironik ve kaygısız bir müziğin kapısını aralıyorlar. Grup elamanlarının eski dost olması ve beraber büyümesi de müzikal ortaklıklarının mayasını güçlendiriyor. O yüzden yalnızca müzik yapmıyor, düşünüyor, sorguluyor ve ezber bozan bir anlayışla yollarına devam ediyorlar. Müzikleri doğaçlamaya dayalı, ama sınırlarının da farkındalar. Luxus Latincede ışıklar demek ve onların ışıklarında her türlü rengin yansımasını görmek mümkün. Bilinmesi gereken en önemli şey ise onların bir albüm grubu değil sahne grubu olduğu. Zaten onları Babylon, Balans, Shaft, Araf ve Hayal Kahvesi’nde izledik. Albümleri ise yaptıkları müziğin en steril, uslu ve hijyenik hali. Luxus sahnede dinleyicileriyle “bir” oluyor. Grup elemanları bunu “Biz hep birlikte eğlenmeye giden bir dost grubuyuz” diye açıklıyor. Pandoranın kutusunu sahnede açıyorlar ve sahne iktidarları yok. Luxus’un söz yazarı ve vokali Alper Bakıner grubun müzikal ortaklığı kadar hayal ortaklığı da olduğunu söylüyor. Konservatuvarda bir araya gelen grup L elemanları müziği okulda değil sokakta, hayatta aramanın peşinden gidiyor. Bakıner, “Müziğin hayatın içinde olduğunu biliyorduk, biz konservatif müzisyenlerden değiliz. Müziğimizin dönüş noktası ise ‘Eski Beyrut’ isimli barda dünya müziğini keşfetmemiz. İlk olarak Araf’ta dört kişilik akustik bir ekiple müziğe başladık. Rock tınlayan bir dünya müziği arıyorduk ve bulduk” diyor. Grubun tek kadın üyesi, klarnetçisi ve vokallerinden Kamucan Yalçın ise rahatsız ruh halinden ibaret insanlar olduklarını ve doyumsuz bir müzik anlayışları olduğunu anlatıyor. Grubun müziğindeki enstrüman zenginliği de bundan. Yalçın, “Hepimiz 30 yaşın üstündeyiz. Yaşımızı aldığımız için ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz” diyor, “bu albüm ise yalnızca bir referans.” Luxus’ta akordeon çalan Ozan Akgöz de yedi kişilik ekiplerini bir arada tutan şeyin yalnızca müzik olmadığını, dostluğun vazgeçilmez bir bağ olduğunu söylüyor, “Hepimiz farklı düşünen insanlarız, ama farklılıkların çatışma değil zenginlik olduğu biliyoruz.” Grup kendini “keyif çetesi” olarak da tanımlıyor. Müzikleri de onlar için bir eylem. Luxus’un sözlerinde pek çok yeni tanımlama ve kavram var. Söz yazarı Alper Bakıner tanımlar yapıp, onları müzikle pazarlamadıklarını, var olanlara isim koyduklarını söylüyor. Müzikal tavırlarını anlatmak için kullandıkları “hipnotik eğlence” de bunlardan biri. Müziklerini ise “Oriental Blues” olarak tanımlıyorlar, ama bu bir formu betimlemiyor, ruh hallerini ifade ediyor. Müzikte iddialı değiller, şarkılarında ise günlük dertlerini anlatıyorlar. Bakıner, “Belki biraz da ukala bir dil kullanıyoruz, ama her şey hasbelkader geliyor” diyor. Kamucan Yalçın’ın da şarkı sözleri için söyleyecekleri var; “İncelikli bir ironi kullanıyoruz, tebessüm ettiriyor. Bu, onları biraz da nereden okuduğunuzla ilgili. Biz, hayata ve yaşananlara ne kadar karamsar baksak da gülümsemeyi biliyor, dalga geçiyoruz.” Elbette dalga geçmeleri hayatı hafife almak değil, ona karşı gülebilme ve direnme cesaretini göstermek. Grup elemanları “Eğlence ile uyuşturma” arasındaki farka dikkat çekiyor, çünkü eğlendirmek unutturmak değil. Luxus’un albümünde pek çok cover parça var. Müslüm Gürses’in sesinden dinlediğimiz Ömer Önder Güney bestesi “Yuvasız Kuş”, Tanju Okan’dan “Deli Gibi Sevdim”, Nesimi’nin Haydar Haydar’ı ve “Kâtibim” güzellemesi. Bakıner, “Cover yorumlamaktır, biz yorumladığımız şarkıyı diyalektik bir anlayışla, evire çevire düzenliyoruz. Şarkıyı arabesk ruhundan koparmadan buruk bir mutluluğa buluyoruz. Tanınmış şarkıları yorumlamamız da albümün lokomotifi olmalarını istememizden değil. Çünkü biz sahnede onları yıllardır yorumluyoruz. Onları albüme almamak büyük haksızlık olurdu” diyor. Luxus’un bir özelliği de doğaçlamaya gösterdiği özen. Kamucan Yalçın doğaçlama ile çalakalem çalmanın farklı şeyler olduğuna dikkat çekip doğaçlamanın ciddi bir disiplin gerektirdiğini söylüyor. Sonuçta Luxus değişen rock müzik anlayışının başarılı örneklerinden. Müzikleri kadar sözleriyle de var olmaya çalışan bir grup. Anlatmak istedikleri dertleri de var, işte sırf bu bile onları dinlemek için çok iyi bir neden. G Caz ayrıcalık değil, paylaşımdır... M üzisyen Ayşe Tütüncü, Piyano Perküsyon Grubu ile yeni albümü “Yedi Yer, Yedi Gök”ü yayımladı. Albümde ilk duyulan değişiklik yorumun daha az olması. Tütüncü’nün kendi deyişiyle, belirli bir tema üzerine yaptığı “biçki dikiş” işi bu albümde daha az. Onun yerini besteler ve doğaçlamalar alıyor, yani yorumdan besteye uzanan bir yolculuk “Yedi Yer, Yedi Gök”. Tütüncü çok olumlu eleştiriler alan bir önceki albümü “Panayır”ın yapım sürecinde yeni şeyler keşfettiğini, ama yeni albümün hem Panayır’dan önceki birtakım müzikal fikirlerini hem de Panayır’dan sonrakileri bir araya getirmesi açısından önemli olduğunu söylüyor. Bu çalışmayı da “çok perküsyon ve bir piyano” olarak tanımlıyor. Bu albümünde dinleyenlerinin çok istediği bir şeyi yapıyor, az da olsa sesini kullanıyor. Aslında vokal yapmayı seviyor, ama vokalin hep bir adım geriden geldiğini söylüyor. Şarkıcılık ise farklı bir dünya onun için, müziğinin bir mekân gibi düşünülmesini istiyor. Kocaman bir salonun içinde seslerin havada asılı olduğu hissinin duyulması onu mutlu ediyor. Dinleyene de bu salonda müziğe yakınlaşmak kalıyor. “Yedi Yer, Yedi Gök”te “Sıfırıncı Saniye” isimli bir parça var. Doğaçlama Festivali’ndeki 45 dakikalık performanstan arındırılıp süresi düşürülen bu parça Tütüncü için özel. Çünkü grubuyla birlikte içtenliklerini ve doğallıklarını bu şarkıda çok iyi yansıttıklarını düşünüyor. Perküsyon grubuyla çalarken de kendini daha özgür hissettiğini söylüyor, “Grup arkadaşlarım eski dostlar olunca sahnede çocuklaşabiliyorum. Trio örgüsü ise farklı, müziğin saniyesinden bile kopamayacağınız bir durum yaratıyor. Her an herkese her iş düşebiliyor” diyor. Triosunda vazgeçilmezler ise ritim, melodi ve armoni. Albümün müzikal hikâyesi ise kuzeyden başlıyor, doğuya iniyor ama oryantalist bir yürüyüş değil bu. Bir film gibi izlenebiliyor. Arap ezgilerini, Monteverdi’yi, halayları, gowendleri, İran müziklerini duymak mümkün. Tütüncü, “Kulağıma doğan melodilerle yola çıkıyorum ve tüm bunlar benim müzik sevgimde birleşiyor” diyor, “Tek derdim dikiş yerlerinin belli olmaması.” Tütüncü bestelerini uzun sürede yapıyor, onları zamana yayıp hayat ateşinde demlediğini söylüyor. Peki ya Tütüncü’nün piyanosuyla ilişkisi nasıl? Ben müzisyen olsam yanımda taşıyabileceğim bir enstrümanım olsun isterdim diyorum. Kendine daha önce de sorduğu bu soruyu yeniden yanıtlıyor: “Müzisyenlerin seçtikleri enstrümanları ile ruh dünyaları arasında da ciddi bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Mesela piyano sizinle gelemez, ama sadıktır, sizi bekler. Ona şefkat gösterdiğinizde karşılığını nazlanmadan verir. Nereye giderseniz Ayşe Tütüncü vokal yapmayı seviyor, ama vokalin hep bir adım geriden geldiğini söylüyor. Fotoğraf: Vedat Arık Ayşe Tütüncü’nün yeni albümünün adı “Yedi Yer, Yedi Gök”. Tütüncü yeni albümünü “çok perküsyon ve bir piyano” olarak tanımlıyor. Müziğin mekân, seslerin de havada asılı tanecikler olduğunu düşünüyor. Dinleyicinin de bunu keşfetmesini istiyor. Sanatın steril ortamlarda paylaşılmasını da hastalıklı bir durum olarak görüyor. de bir başkasını çalarsınız. Yani piyano çalıyorum dediğiniz zaman aslında piyanolar çalıyorsunuzdur. Asıl olan evinizdedir. Elbette enstrümanını kutusuna koyup dağ bayır gezenleri kıskanmıyor da değilim.” Tütüncü ile cazın Türkiye’deki anlamını da konuşuyoruz. Sokakta doğan caz müziğin tanıtım gecelerinin vazgeçilmez olmasından yakınıyoruz. Tütüncü, “Sanat biçimleri kiriyle pasıyla doğar, işlendikçe kendini bulur. Bir sanat biçimi tarihini kurmaya başlayınca referanslı bir hal alır. Başını bilmeyen ortasını, ortasını bilmeyen şu anını anlayamaz. ‘Ben caz dinliyorum, siz dinleyebiliyor musunuz?’ gibi bir söylemin yanlışlığı da aşikâr. Biz, bir güzelliğin paylaşılmasından bahsediyoruz. Bir şey, birilerini dışarıda bıraktığı için güzel olamaz. Caz da bir ayrıcalık değil paylaşımdır. Ben, sanatın yapıcıları ile sanatın tüketicileri arasında büyük bir kopukluk olduğunu düşünüyorum” diyor. Evet, caz prestijli bir müzik, ama prestijin müziği değil. Sanatın rafine bir hal aldığı, siyah doğan cazın beyazlaştığını görmek de kaçınılmaz. Tütüncü’ye göre sanatı steril ortamlarda paylaşmak hastalıklı bir durum, “Biz barda da konser salonunda da çalıyoruz. İkisinden de vazgeçemem. Salonların akustiği seyircinin müziğin her santimetrekaresinin tadına vararak dinlemesi için gerekli. Bar ise samimiyet müziği ve kardeşliği paylaşmak için. Yani seyircinin gülüşünü duymalı müzisyen. İkisi de farklı bir damar” diyor. Tütüncü bu yıl içinde ağılıklı olarak yurtiçi konserler vermeyi planlıyor. Triosuyla birlikte yeni bestelerini düzenleyecek. Müzik atölyelerine de ara vermiyor. Çünkü onun için müzik hiç bitmiyor. G C M Y B C MY B