Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 25 OCAK 2009 / SAYI 1192 Pandora’nın Kutusu’nun iki kız kardeşi Derya Alabora ve Övül Avkıran ilk kez bir filmde bir araya geldi. Tiyatroda aynı sahneyi paylaşan iki oyuncu Yeşim Ustaoğlu’nun “Pandora’nın Kutusu” filminde iki kız kardeşi oynuyor. Filmdeki bütün kadınlar gibi onlar da mutsuz. Mutsuzluklarının nedeni ise terk edip giden bir baba ve orta sınıf hayatın gerçekleri ve gereklilikleri! eşim Ustaoğlu’nun “Pandora’nın Kutusu” filminde biri geleneksel diğeri özgürlükçü ama ikisi de mutsuz kız kardeşleri oynuyor; Derya Alabora ve Övül Avkıran. Bu, sinemadaki ilk beraberlikleri ve karakterleriyle kadınlık hallerine dair çok şey anlatıyorlar. Bu, Övül Avkıran’ın ilk sinema filmi. Derya Alabora ise “İz”den sonra ikinci kez Ustaoğlu’yla buluştu. Alabora ve Avkıran ile filmi ve filmdeki kadın hallerini konuştuk. Önce kim projeye dahil oldu? Beraber bir sinema filminde çalışmak nasıldı? Derya: Önce Övül girdi, sonra ben. Övül: Derya ile 5. Sokak Tiyatrosu’ndan beri, dokuz yıldır birlikte çalışıyoruz. Derya arayıp filmde birlikte oynayacağımızı söyledi, sonra Yeşim aradı. Çok heyecanlandım, hem benim ilk sinema filmim olacaktı, hem yine Derya ile oynayacaktım. Role hazırlık süreciniz nasıl geçti? Derya: Filme dahil olduğumda çekimlere çok kısa süre kalmıştı. Bu yüzden her sahnenin çekiminden önce biraz prova yaptık… Övül: Yeşim’le rol üstüne çok konuştuk, Güzin karakterinden ne beklediğini uzun uzun anlattı. İkiniz de ilk gençlik değil de daha olgun yaşlarınızda sinemaya dâhil oldunuz. Neden? Derya: İlk sinema filmim “Bir Kırık Bebek”te 29 yaşındaydım. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nda çalışıyordum, Y Müjde Arslan Övül Avkıran ve Derya Alabora “Pandora’nın Kutusu” filminde... sinemayla çok ilgim yoktu, bunu da projeyi teklif ettikleri zaman fark ettim. Filmden sonra çok iyi olduğunu söylemişlerdi, çok şaşırmıştım. Çünkü sinemayla ilgili bir beklentim de yoktu. Övül: Sinema için birinin gelip siz sahnedeyken “Ben bu oyuncuyu istiyorum” demesi lazım. Bundan sonra da ne olur bilemem ama ben varoluşumu tiyatro üzerine kurdum. Aynı yönetmenle 14 yıl aradan sonra yine çalıştınız, neler değişmişti, sizde ve onda? Derya: Savunduğum bir şeydir bu; yeni tanıştığınız oyuncularla tiyatroda da öyledir, sinemada da biraz zor kaynaşılır, ilk filmler her zaman daha problemlidir. İyi performans için oyuncunun rahat olması lazım. Yeşim çok sakin çalışıyor, ne istediğini biliyor. O zaman da iş kolaylaşıyor. Yönetmenin sete hazırlıklı gelmesi de önemli, bazı yönetmenler sete gelip filmi orada kurarlar. Övül: Tiyatroda da öyledir. Bildiğiniz bir oyuncuyla yol kat ettiyseniz kendinizi, tiyatro dilinizi yeniden anlatmanız gerekmez. Yeşim’le çalışırken çok rahat ettim, rolü, işi tarif etmesi, ne beklediğini anlatması netti. O zaman size onun beklentisini karşılamak kalıyor. Annenizi oynayan Fransız oyuncu Tsilla Chelton ile çalışmak nasıldı? Övül: Karşımda 60 yıldır oynayan bir oyuncu, 60 yıllık bir deneyim vardı. Çok kıymetli anlardı, o da kendi başına ayrı bir deneyimdi. Set süresince sizi en çok zorlayan ne oldu? Ağlarken güzel olunmaz! Oyunculukta kendinizi geliştirmek adına ne yapıyorsunuz? Övül: Her oyuncunun kendini yapılandırması, kendi süreci, eğitimi vardır. Yaş aldıkça iyi oyuncu olunurun yanıtını her gün biraz daha anlıyorum. Hayatı daha fazla deneyimliyorsunuz, gençken ne kadar yetenekli olursanız olun, oyunculuğunuz yaş aldıkça demleniyor, gerçekle ilişkisinin altı doluyor. Benim derdim oynama hali. Oyun ne, oyunculuk ne, bunun içinde neredeyim, gerçeklik, gerçeklesamimiyetle ilişki, bunların içinde dolanıyorum, bunları dert ediniyorum. Ama bir yandan da kurgulanmış, tasarlanmış olanla ilgileniyorum, sahnede ikisi aynı anda nasıl olabilir, buna kafa yoruyorum. Benim bir şansım var, yönetmen olarak da birçok oyuncudan besleniyorum. Kendi oynadığım zamanlarda dahasını, oynadığım meseleye daha ne kadar bir şey katabilirimi sorguluyorum. Derya: Oyunculuğun insanın kendiyle karşılaşmasının serüveni olduğunu düşünüyorum. Kendini tanımladıkça, kendini anladıkça, açtıkça oyuncu olmaya başlıyorsun. Çünkü kendini ne kadar iyi tanımlarsan karşındaki karakteri de o kadar iyi tanıyorsun. Ben birtakım yerlerde oyunculuk dersleri veriyorum, bu benim için de iyi oluyor; çünkü birilerine bir şeyi tarif ederken daha iyi anlıyorsun. Eric Morris isimli bir tiyatro kuramcısı, Stanislavski yöntemiyle çalışıyor oyuncunun bir metin eline geçtiği zaman yapay bir rol yerine kendi deneyimlerini hatırlamasında bir şeylerin eksik olduğunu söylüyor, ona göre insan; kendini ne kadar çözerse o karaktere girmesi o kadar kolay oluyor. Aşkla ilgili bir problemin varsa âşık karakterine girmen mümkün değil; çünkü o yüzleşmeyi yapmadığın zaman içten oynayamıyorsun. Bu insanın serüveninde de önemli bir şey, insanlar duygularından korkarlar çünkü… Övül: Bizim işimizde ego çok yüksek. Varoluşunuzda da bu çok önemli; sizi yiyip bitirir ama sizi saklayan da odur. Ne kadar egonuzun farkına varır, onunla barışırsanız yüzleşmeniz de o kadar sahici olur. O zaman her ne söylüyorsanız o, o kadar derinden ve sahici çıkar. Ama bunlar o kadar da kolay olmuyor. Derya: Türkiye’de bu biraz daha zor, biz diğer toplumlar gibi değiliz, biraz kapalı bir toplumuz. Bir Avrupalı sokakta bir sürü şey yapar, bizde ise herkes utanır. Ama bu kapalılık bir yandan da avantaj, çünkü eğer kendini açabilirsen sanatın her anlamında, oradan acayip bir şey çıkarırsın. Kapalılığın fışkırması, buna izin vermen gerekiyor. Bir oyuncu olarak en büyük korkunuz nedir? Derya: Bir oyuncu en çok becerememekten korkar. Bizim enstrümanımız kendimiz olduğumuz için bu yüzleşme çok önemli. Vücudumuzu ne kadar çok çalıştırırsak o kadar rahatlıyoruz. Bazen birlikte çalışırken yaptığımız bir egzersizde, hayatımızda o güne kadar hiç fark etmediğimiz bir şeyi yakalayabiliyoruz. Psikoloji seansları gibi bir şey bu, bir problemi çözdüğün zaman acayip bir enerji açığa çıkıyor. Övül: Ben oyuncu çalıştırırken şu lafı çok duymuşumdur: Çirkin olmayacağım değil mi? Sahnede çirkin olmak, bir şeyin Övül Avkıran Derya: Bende yükseklik korkusu vardır, yamaçta falan duramam ama filmi Karadeniz dağlarında çektik. Her yanı uçurumlu yollarda araba kullanırken gerçekten korktum. Övül: Derya o yollarda perişan oldu. (Gülüyor.) Film orta sınıf eleştirisi yapıyor, bireyleşme, yabancılaşma... Siz bu eleştiriyi nasıl sahiplendiniz? Övül: Ben aynı dönemde bir kadının varoluş hikâyesini anlatan “Oyunu Bozuyorum” oyununu oynuyordum. Biraz da kişisel olarak onunla örtüştürdüm galiba; filmdeki karakterler de kendi varoluşlarını kurmaya çalışıyor. Derya: Filmde bencillikler, kopukluklar, birbirinden ayrı hayatlar; aynı evde birbirine yabancılaşan insanlar, bu çağın getirdiği kopukluk çok belirgin. Filmdeki herkes bir şekilde anlaşılmak istiyor; en çok dillendirdikleri bu… Övül: Anlaşılma isteği var ama aslında herkes kendi yalnızlığını tercih ediyor, önce bir koza örülüyor, sonra da o iletişim kopukluğunun içinde herkes bir diğerinden durduğu yeri anlamasını istiyor. Anlaşmak zor oluyor tabii. Filmde kadın karakterler baskın; anne ve iki kızının hikâyesi ön planda… Kadınların içsel meselelerine, çelişkilerine bakıyor diyebilir miyiz? Derya: Bu filmdeki kadınların erkeklerden yana bir mutluluğu yok. Anneyi kocası terk ediyor, bu ailede travmaya neden oluyor. Bunun için benim canlandırdığım karakter de kocasıyla iyi olamıyor, bir yere gitmesin diye herkese yapışıyor, bu defa da bu yüzden terk ediliyor. Güzin de sürekli erkeklerde bir arayış içinde ve mutsuz. Erkeklere bir kızgınlık hali de var… Derya: Bu, erkek dünyasında yaşadığımız için böyle. Nereden bakarsan bak, güç hep erkeğin peşinde, fiziksel güç, toplumsal güç, çalışma hayatındaki güç… Erkekler köşeleri tutuyor. Kaç kadın, kocasına ya da çevresine başkaldırıp kendi hayatını yaşayabiliyor? Küba’ya gittiğim zaman çok şaşırdım, orada sevgilinin elini tutup evlendim, istediğin zaman da ayrıldım diyebiliyorsun. Bizde formaliteler uzun sürüyor, evlilikler mutsuzlukla sürüyor ve bakış açısı bu olduğu için bu kadar travma yaşanıyor. Türkiye toplumunda kadının tek başına yaşaması bir suç, namusuna da erkek bakıyor! Övül: Kadın bizatihi suçlu olarak görülüyor. Filmdeki kadınlar da erkeğin onları bırakmasıyla kendilerini mutsuz olmaya adıyorlar. Ben Güzin’in bu yapıyı mutsuz olmak üzerine kurduğunu düşünüyorum. Nesrin mutsuz olmak pahasına bu hayatı devam ettiriyor. Kendilerine bedel ödetiyorlar. Erkek kardeşleri de bu şekilde yaşayarak kendini yok ediyor. G Derya Alabora. Fotoğraflar: Uğur Demir sakil duruma düşmesi, başarısız kılınmak… Bunlar pek çok oyuncunun söylediği laflar… Derya: Bugün oyunculuk değişiyor. Dünyanın en güzel kadınlarından Charlize Theron “Cani” filminde fiziğini tamamen bozdu, bambaşka bir hale girdi ve Oskar aldı. Ortada bir başarı varsa kimse güzelliği umursamaz, ama ne zaman ki başarısız olunur, o zaman bu sorun edilir… Halbuki hiç önemi yoktur güzelliğin, ağlarken, kavga ederken güzel olan oyuncu yoktur. G İstanbul’da Bir Dava Peki, son dönemlerde neler yaptınız, nelerle meşgulsünüz? Derya: Ben geçen yaz bir Alman yönetmenle bir film daha yaptım, o da bir iki aya kadar çıkar. Türkiye ve Almanya’da geçiyor film, Almanya’da yaşayan bir Türk ailenin hikâyesi. Settar Tanrıöver ile oynadık, Almanya’dan da oyuncular katıldı. Üniversitede derslerim ve tiyatroda “İstanbul’da Bir Dava” ve “Ya Seni Rüyasında Bir Daha Hiç Görmezse” oyunlarım var. Övül: “Oyunu Bozuyorum” ve “Ashura” oyunları devam ediyor. “İstanbul’da Bir Dava” oyununda ben de oynuyorum. Mustafa Avkıran’la “Muhabir” isimli, yeni bir oyun yönetiyoruz. Bu oyunda Mehmet Ali Alabora oynayacak, şubatta Rotterdam’da prömiyer yapacak. G TİYATRO Kara Kaplı, sahnede... Ünlü Fransız senarist ve yazar JeanClaude Carrière, “Kara Kaplı” tiyatro oyununun Tiyatro Yüzleşme tarafından sahnelenmesi vesilesiyle İstanbul’a geliyor. Zeynep Utku’nun çevirdiği oyunu, Musa Uzunlar yönetiyor. 26 Ocak’ta İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde sahnelenecek olan oyunun ardından, yazar, 27 Ocak’ta Fransız Kültür Merkezi’nde senaryo yazımı üzerine bir söyleşi gerçekleştirecek. Söyleşinin ardından JeanClaude Carrière’in senaryosunu yazdığı Luis Bunuel’in “Gündüz Güzeli” filmi Türkçe altyazılı olarak gösterilecek. Türkçe simültane çevirinin olacağı söyleşiye ve tiyatroya katılım ücretsiz. 1931 doğumlu Fransız yazar JeanClaude Carrière sinema, edebiyat, tiyatro alanlarında birçok esere imza attı. Yirmiden fazla kitabı var, 20. yy. sinemasının büyük isimleriyle çalıştı, ünlü yönetmen Luis Bunel’le birçok ortak çalışma gerçekleştirdi. Senaryoları arasında Günter Grass’ın romanından uyarlanan Volker Schlöndorff’un yönettiği “Teneke Trampet”, 1983’te kendisine en iyi senaryo dalında Cesar Ödülü getiren Martin Guerre’in “Dönüş”ü, 1989’da en iyi senaryo uyarlaması dalında Oscar’a aday gösterilen Philip Kauffman’ın yönettiği “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” filmleri yer alıyor. G C M Y B C MY B