02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MEHMET ATAY DİSK’te örgütleme uzmanıydım. Kemal Türkler ve Kemal Nebioğlu’nun deyişiyle “Asker Mehmet” olarak biliniyordum. 16 Haziran’a gidişte; binlerce insanın katıldığı Saraçhane Yürüyüşü, 1961 Anayasası sonrasında oluşan dinamikler, Ankara’da işsizlerin “Açlık Yürüyüşü”, Kavel Direnişi, 15 milletvekili çıkaran TİP’in gündemi belirlemesiyle esen sol rüzgâr gibi olaylar kilometre taşı olmuştur. DİSK güçlenince önünü kesmek için sendikalar yasasını değiştirmeye çalıştılar. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a, Başbakan Demirel’e, hükümete mektuplar yolladık. Rıza Kuas mecliste, “Bu yasayı çıkarmayın, işçi sınıfının patlamasına yol açacaktır” dedi, inanan olmadı. 14 Haziran’da oy birliğiyle eylem kararı aldık, gece Alibeyköy, Gaziosmanpaşa, Sütlüce, Büyükdere’deki kahveleri dolanıp eylemi duyurduk. İlk gün işleri durdurduk, ufak yürüyüşler de oldu. İkinci gün, yürüyüşe Bakırköy’deki Derbi Lastik fabrikasıyla katıldım. Yüz binden fazla işçi döküldü sokağa, bu kadar katılım beklemiyorduk. Sadece DİSK üyeleri değil, herkes çıktı. Sağlı sollu fabrikaların arasından geçen korteje devamlı yeni işçiler katılıyordu. Hafızama kazınan görüntülerden biri de, Cevizlibağ’da ilaç fabrikalarında çalışan kadın işçilerin yürüyüşe katılımıydı, hamile kadınlar yürüdüler. İlk müdahale Topkapı’da oldu, yolumuzu kestiler, ancak kadınlar öne geçince, polis ve jandarma ne yapacağını bilemedi. Kadınların cesareti kimi erkek sendikacıların da ezberini bozdu... Bu sırada, Arçelik, ECA da Gebze’den İstanbul’a, o zamanki Ankara Asfaltı’na yürüyüşe geçmişti. İşçiler Bağdat Caddesi’nden yürürken, muhtemelen orada yaşayan zenginler sonumuz geldi diye korkuya kapılmıştır, ancak hiçbir taşkınlık yaşanmadı. Cağaloğlu’ndaki barikatta yine önce kadınlar atılıp, tankların üzerinden yürüyerek geçtiler. Bizi barikatlarla durduramayacaklarını anlayınca, köprüleri açtılar, tekneleri sahilden çektiler. En acısı da Yoğurtçu Parkı’nda iki arkadaşımız öldürüldü, bir kilometre daha yürüseler Kadıköy’e varacaklardı oysa ki... Polis telsizlerinden, gazeteci arkadaşlardan ölümlerin haberini aldık. O güne dair unutamadığım bir şey de, o günün akşamı DİSK’i aramaya gelen polisle, Kemal Türkler’in diyalogudur. DİSK binasını aramaya gelen polislere, Türkler ne aradıklarını sordu, silah arıyorlardı, hiçbir şey bulamadılar tabii ki. Tam giderlerken Türkler amire döndü, “Bizim” dedi, “silahla işimiz yok, bizim silahlarımız sabah şehrin sokaklarında yürüdüler zaten”. Ertesi gün DİSK yetkililerini tutukladılar. Pek çok işçi işten atıldı. 16 Haziran’da işçiler asık suratla değil, güle oynaya yürüdü. G Tarih, 15 ve 16 Haziran 1970. Yer, Topkapı, Davutpaşa, Silahtarağa, Kartal, Sarıyer, Cağaloğlu... İstanbul’un her yerinden, hatta Gebze’den Taksim’e doğru yürüyen işçiler o gün bir tarih yazdılar. Türkiye işçi sınıfının en büyük grevlerinden birini, 1516 Haziran Direnişi’ni gerçekleştirdiler. Röportaj: Esra Açıkgöz Fotoğraflar: Uğur Demir/Vedat Arık CELAL ALÇINKAYA Madenİş Sendikası’nın Eyüp Silahtarağa, Demirdöküm eyleminin gerçekleştiği yerbölge temsilcisiydim. 14 Haziran Pazar günü sendika temsilcileriyle, DİSK’in önünü kesecek yeni sendika yasasıyla ilgili bir toplantı yapıldı, fabrikalarda gündüz vardiyası başlamadan, 08.15’te şalterleri indirme kararı aldık. Bir günde örgütledik eylemi... O dönem her şey kömürle çalıştığından, fabrikalardan dumanlar yükselirdi, ancak o gün Emniyettepe’ye çıkıp Haliç’i, Çobançeşme’yi, Silahtarağa’yı izledim, bütün fabrikalarda dediğimiz saatte dumanlar kesildi, çok etkileyiciydi. Bölge temsilcisi olduğum için fabrika fabrika geziyor ve her fabrikada alkışla karşılanıyordum, en gururlandığım gündü. İkinci gün Kağıthane’den Gültepe’ye çıkmak için yürüyüşe geçtik, geçtiğimiz fabrikalardan çıkanlar yürüyüşe ekleniyordu. İlginç olaylar da yaşadık. Mesela bir fabrikanın kapısından girdik, içeride hiç kimse yok. Bahçesinde bir tur attık ki ne görelim, işçileri duvarın arkasına saklamışlar. Marşlar söyleyerek işçilere yaklaşınca, bıraktılar, onlar da yürüyüşümüze katıldılar. Kimi işverenler de korktukları için işçilere izin verdi, oysa bir cıvataya bile zarar verilmeyeceği kararı almıştık, öyle de oldu... Kol kolaydık, kortejin güvenliğini sağlıyor, aramıza tanımadıklarımızı sokmuyorduk. Cağaloğlu’nda tanklar yolumuzu kesti; kadınlar, gençler tankların üzerinden atlayıp Eminönü’ne indik. Galata ve Unkapanı Köprüleri’ni açtıkları, vapurların çalışmasına engel oldukları için karşıya geçemedik. Kadıköy’deki çatışmada iki işçinin bir de esnafın öldüğü haberini bu esnada aldık. Gözaltılar da başlayınca, fabrikalarda çalışmadan durma kararını verdik. Büyük bir dayanışma vardı. Mesela, Demirdöküm işçileriyle Eyüp’e, fabrikaya dönerken polis üç kişiyi gözaltına aldı, arkadaşlarımızın bırakılması için karakola gittik, mecbur, bıraktılar. Direniş bizim bölgede sekiz gün sürdü, iş durdurma eylemine devam ettik. Sekizinci gün, bölge garnizon kumandanı, Şişli emniyet amiriyle geldi. Benim için 1516 Haziran Direnişi ile ilgili gıyabi tutuklama kararı çıkmış, tam götüreceklerken işçiler, temsilcimizi vermeyiz, hepimiz katıldık direnişe, hepimizi götürün, diyerek kapıya yığıldılar. İşçiler hakkında kovuşturma yapılmaması ve direndiğimiz sekiz günün yevmiyesinin ödenmesi koşuluyla teslim oldum. Önce Sirkeci’ye emniyete, sonra da Maltepe’ye götürdüler, üç ay yattım. Üç defa idamla yargılandım. Biri de 1516 Haziran Direnişi’yle ilgiliydi, sonunda beraat ettim. Öyle korkmuşlar ki, 12 Eylül’de, “artık sendikacılık yapmayacağım” yazan bir form imzalatmaya çalıştılar. G 7 Haklıyız, kazanacağız! Deniz Teztel yle günler vardır ki üzerinden yıllar geçse de etkisi, kederi, acısı, bunalımı bitmez… Bu bazen öylesine karmaşık bir gündür ki sadece bir kişiyi değil, tüm ülkeyi etkiler. Türkiye’de “karanlık” günler çok... 12 Eylül 1980 de onlardan biri… Çoğumuzun aklından çıkmıyor, bir çoğumuz da ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Ben de 12 Eylül’ü hiç unutmayanlardanım, ancak artık her zaman konuşmuyorum. Geçen perşembe gününe kadar da yaşamımda pek fazla gündeme gelmedi. Ama o gün “Askeri Darbe”yi yeniden yaşadım… Çünkü 28 yıldır süren bir davayı izledim… Devrimci Sol1 davasının başlangıç tarihi 24 Temmuz 1981. İstanbul 2 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde başlayan dava 6 sanıklıydı ve mahkemenin çok acelesi vardı. Beş ay sonra duruşma tamamlandı, sanıklar TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca “Anayasayı tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüsten” yani “Anayasayı değiştirmeye veya kaldırmaya teşebbüsten” iki kez idam cezasına çarptırıldılar. Bir yıl sonra 428 sanıklı Devrimci Sol2 davası başladı. 146’sı hakkında TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca idam isteniyordu. Ö KARINCA KADAR ÇOKTULAR... değişiklik yapılmıştı ama Türk Ceza Kanunu hâlâ yürürlükteydi. İdam cezaları veriliyor, ama 49 kişiden sonra artık infaz yapılmıyordu. 1 Kasım 1991’de İstanbul Sıkıyönetim 2 Numaralı Askeri Mahkemesi kararını açıkladı. Bir kişi TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca idam cezasına, 38 kişi müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 578 kişi beraat etti. Bazı sanıklar hakkında düşme, görevsizlik gibi kararlar, bazıları hakkında da çeşitli hapis cezaları verilmişti. Ve artık tutuklu sanık yoktu… Dava bitti diye düşünüyorduk, ama henüz bilmiyorduk ki dava garip bir şekilde sürecekti! Verilen kararın kesinleşmesi için dosya Yargıtay 11. Ceza Dairesi’ne gitti. Yargıtay 18 Haziran 2003’te 400 klasörden 104’ünün kayıp olduğu gerekçesiyle davayı esastan bozdu, çünkü dosya incelenemiyordu… Artık sıkıyönetim olmadığı için dosya Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geldi, 11 Nisan 2005’te mahkeme başladı. Yine 1243 sanık yargılanıyordu. 14 Nisan günü savcı esas hakkındaki görüşünü bildirdi. Sadece 224 sanık hakkında ceza istiyordu. Bunların 137’si TCK’nin 146/1. maddesi uyarınca idam edilmeli, diğer 87 sanık da çeşitli hapis cezalarına çarptırılmalıydı. Savcının esas hakkındaki görüşünden 2 ay sonra, 1 Haziran 2005’te yeni Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girdi. Avrupa Birliği’nin istemine uyarak idam cezası kaldırılmıştı… Tam 28 yıldır süren bir dava... Yargılanmaya başladıklarında yirmili yaşlarının başında olanlar şimdi birer iş adamı, baba, hatta dede... 12 Eylül’de, 1243 kişiyle, 400 klasörde 250 idam cezası talebi ile başlayan DevSol davası yine ertelendi. 1159 sayfa tutan savunmalarını “Haklıyız, kazanacağız” diye kitaplaştıran “terörist”lerin yeni eylemi neşe ve kahkaha... ATİLLA ÖZSEVER 70’te Kartal Maltepe’de İkinci Zırhlı Tugay’da Mekanize Piyade Taburu’nda görevliydim. Daha 22 yaşımdaydım. 15 Haziran’da, bölüğümüzü Nizamiye’ye çağırdılar. Öğleden sonra Maltepe’deki, Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortağı olduğu Haymak Fabrikası’nda çatışmalar çıktığını bildirerek, fabrikaya gitme emri verdiler. İşçiler bizi, “Ordu işçi elele” sloganlarıyla ve sevinç gösterileriyle karşıladı, ancak fabrikanın etrafını çevirince durumu anladılar. Hiç unutmam, tam bu sırada içlerinden bir genç önüme fırlayıp yakasının bağrını açmış, “Vurun beni”, diye bağırıyordu. Eyleme karşı olmadığımı anlatıp onu teskin ettim ve neyse ki bir olay yaşamadan kışlaya döndük. Olay çıkma ihtimaline karşın yatakhanelerde değil, çadırda kaldık. O akşam, askerlere “İşçiler, sendikal haklarını kısıtlayan bir kanuna karşı tepki gösteriyorlar. Yarın öbür gün siz de işçi olabilirsiniz, bunu unutmayın” dedim. 68 dönemini yaşayan genç bir subay olarak siyasi konulara duyarlıydım, ancak ben de ilk defa işçilerle karşı karşıya geliyordum. 16 Haziran’da birliğimiz 1. Ordu Kurmay Başkanı Vahit Güneri’nin emrine girdi. İşçilerin Bağdat Caddesi’nden Kadıköy’e ineceği bilgisi gelince, bize Kadıköy’deki Kurbağalıdere Köprüsü’nde barikat kurup, iskeleye inmelerini önleme talimatı verildi. İşçiler öğlen geldiler, kadınlar öndeydi, giderek yaklaşıyorlardı. Sanırım bizim oraya intikal etmemizden önce Yoğurtçu Parkı’nda çatışma yaşanmış, ölenler olmuştu. Vahit Güneri’nin emir subayı, manevra mermisi kullanma emri verdi. Ona, bunun büyük çatışmaya neden olabileceğini söyledim. İşçiler yaklaşıyordu, bir an önce bizi geçip gitsinler, istiyordum. Askerlere eğer geçerlerse çatışmaya girmeyin, dedim. Emir subayı manevra mermisi kullanma emrini ikinci kez verdi, ama ben merminin olduğu kariyeri hatırlayamıyordum! Ve işçiler bizi geçtiler. Orada benim için iki ilginç sahne vardı; yedek subayımı omuzlarına kaldırmaları ve bir polis arabasını ters çevirmeleri... O gün görev yapan askerler sorgulandı, ancak ceza almadık. Bu direniş sosyalist düşüncelerimi güçlendirdi. İşçi sınıfı eylemle gücünü gösterince, ona karşı alınan önlemler sertleşti, Memduh Tağmaç’ın, 12 Eylül’de “sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aştı” sözü 16 Haziran’a vurguydu. G BELKIS KAYA Vilayetin yakınlarında, Babıâli’de, ara bir sokakta bulunan Gripin fabrikasında çalışıyordum, Kimyaİş Sendikası’nın işyeri temsilcisiydim ve TİP üyesiydim. İlk gün izole kalmıştık, ikinci gün olayları tartıştık, herkeste bir heyecan vardı, yürümeye karar verdik. Vilayetin önünden beyaz önlüklerimizle Çemberlitaş ve Beyazıt’tan Fındıkzade’ye geldik. Askerle ilk Fındıkzade’de karşılaştık, onlara ellerimizdeki çiçekleri verince yumuşadılar, barikatları geçtik. Topkapı’daki işçilerle birleşip, aynı istikametten geri döndük. Eylem boyunca en çok bu karşılaşma, diğer işçilerle birleşme anında heyecanlandım. Hepimiz bir ağız olmuş “DİSK kapatılamaz”, “Sendika hakkımız, söke söke alırız”, “Hükümet istifa”, “Bağımsız Türkiye” sloganları atıyorduk. Cağaloğlu’nda tanklar yolumuzu kesince, önce biz davrandık, tankların üzerinden atladık, ardımızdan erkek işçiler. Eminönü’ne vardık, ancak köprüleri açtıkları için öteye geçemedik. Geriye dönme kararı alınmıştı, ama birbirimizden ayrılamıyorduk, fabrikamız Cağaloğlu’nda olduğu halde Edirnekapı’ya kadar yürüdük. Gezmeye gidiyor gibi gittik, endişeyle değil, çünkü güç bizdik ve bizim ekmeğimizle oynuyorlardı. Büyük bir coşku ve kardeşlik vardı. Ertesi gün fabrikada herkes birbirine ne yaptığını anlatıyordu. Keşke o gün adı konulmayan birliktelik, yeniden gösterse kendini... Masaya yumruk vurup aldığım şeyleri geri alacaklarını bildiğim için 80’de emekli oldum. Şimdi Tuzla’da işçiler ölüyor, eylem yapmaya korkuyorlar. İşverenler, kendilerine dikensiz gül bahçesi yarattılar. İşleri taşeronlara vererek sendikalaşmayı imkânsız hale getirdiler. İşçiler ve çalışanlar için bugün de örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka çıkar yol yok. G Ayaktakiler (soldan sağa): Mustafa Kamil Uzuner, Gaffar Aker, Mehmet Emin Beğen, Cem Yılmaz, Erdal Turgut, Namık Kemal Cibaroğlu, Burhan Kızılgedik. Ön sıra (soldan sağa): Mustafa Özkahraman, Baki Örs, Feridun Osmanağaoğlu ve duruşmaya yetişemeyen Bilal Çölgeçen... Fotoğraf: Uğur Demir NURTEN ARICAN İbrahim Ethem İlaç Fabrikası’nda çalışıyordum, Kimyaİş Sendikası’nda işyeri temsilcisiydim. Fabrikadaki çoğu kadın 600700 işçiye, haklarının ellerinden gideceğini anlattığımızda protestoya katılmayı tereddütsüz kabul ettiler. Fabrikada sendikasız işçi yoktu, kadınlar erkeklerden daha bilinçliydi, sınıfsal olarak da meseleyi biliyorlardı. Fire vermeden katıldık eyleme... O dönemde 31 yaşımdaydım, beş çocuğum vardı, ancak sınıfsal olarak böyle bir şeyi yapmamam ayıp olurdu, kendimiz için yürüdük. 15 Haziran’ı pek hatırlamıyorum, sanırım iş bırakmıştık. Ancak 16 Haziran dün gibi… Beyaz önlük ve ayakkabılarımızla, hadi lafını duyar duymaz çıktık. Davutpaşa tarafından sloganlarla işçiler geliyordu. Biz önde, onlar arkada yürüyorduk. İşçileri temsilciler olarak biz yönlendiriyorduk, Topkapı’daki ampul fabrikasının önüne gelince, oturun dedim, bembeyaz önlükleriyle insanlar dalgalanıp oturdular. Sloganlarımıza işçiler fabrikadan çıkıp, bize katılarak yanıt verdiler. Topkapı’da polis kordonuna alındık. Geri dönmek üzereyken, biz buradan geçeceğiz diye karar verdik ve erkekkadın el ele, kol kola kenetlenip polisi yardık. Askerleri de geçtik. Bunları nasıl yaptık, hâlâ anlamış değilim? Kordonları yardıktan sonra ağzımda limonata tadı duydum, meğerse birisi kafamdan limonata dökmüş, ama hatırlamıyorum. Topkapı’dan Şehremini’ye yöneldik, ancak artık özgürdük ya, yürümüyor koşuyorduk. Derken surların orada askerle göğüs göğüse geldik, yaşlı bir adama sanırım vurdular, benim de göğsüme genç bir subayın süngüsü geldi. Bir arbede yaşandı, onu da atlattık. Cağaloğlu’na kadar yol serbestti. Farklı fabrikalardan işçilerle Cağaloğlu’nda buluştuk. Dörtyol ağzında yeniden çatışma yaşadık. Bir tankın üzerine çıktım, bir askerle göğüs göğse geldik, ben onu tuttum, o beni, ama ben orada kalmayı başardım. Tankların üzerinden atlayıp karşı tarafa geçtik, köprünün açıldığını ancak Eminönü’ne geldiğimizde gördük. Taksim’e çıkamayacağımızı anlayınca Edirnekapı yolundan sloganlarla fabrikaya döndük. Ayakkabılarımın olmadığını da o zaman fark ettim, sadece benim değil arkadaşlarımın da ayakları çıplaktı. Anın heyecanından nasıl kaybettiğimizin farkında bile değildik, bu heyecanı hâlâ o günkü gibi yaşıyorum. Yürüyüş sırasında arkaya dönüp baktığımda gördüklerim, onları oturtup kaldırmak... Demek ki güçlüymüşüz. Keşke 17’sinde de yürüseydik... 1516 Haziran Türkiye’nin görüp geçirdiği en büyük kitle hareketiydi, gayet keyifli, neşeli bir yürüyüştü. G Sonraları Devrimci Sol adıyla 6 ayrı dava açıldı, tümü birleştirildi. Sonunda “Ana Devrimci Sol Davası” yaratılmıştı. Sanık sayısı 1243’tü ve 250’si hakkında anayasayı değiştirmek suçlamasıyla idam cezası, diğerleri hakkında da beş yıldan başlayan çeşitli hapis cezaları isteniyordu. Oysa aynı yıl darbe yönetimi 1961 Anayasası’nı halkın yüzde 92’sinin de oyunu alarak değiştirmişti ve bu bugün bile doğru dürüst sorgulanmayacaktı! Ben o zamanlar 22 yaşında gencecik bir gazeteciydim, sanıkların yüzde 40’ı 1820, yüzde 34’ü de 2025 yaşındaydı. Çoğu öğrenci olan “teröristler”in 800’e yakını tutukluydu. Dava devam ederken firar edenler, ölüm orucunda yaşamını yitirenler oldu. Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 46 kez yargıç, 6 kez de savcı değişti. Ancak sanıklarla yargıçlar ve savcı arasındaki tartışmalar hep sürdü, 120 kişi çeşitli nedenlerle duruşmalardan atıldı. 1991’e gelindiğinde değişiklikler devam ediyordu. Askerler iktidarda değildi artık, Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinde İşte özetle böyle geçmişti 28 yıl… Şimdi Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden bir aradaydık ve ben yine gazetecilik yapıyordum. Bu mahkemeye ilk kez gidiyordum. Bina önünde birkaç erkek duruyordu, beyaz saçlı, kellifelli, kimi top, kimi uzun sakallı, kimi kravatlı, kimi kravatsız… Biri, “Deniz, merhaba” deyince 28 yıldan süzülenler olduklarını anladım! Onlar benim sanıklarım, teröristlerimdi… Yıllardır görmüyordum onları, ne kadar değişmişler, hepsi yaşlanmış! Herhalde bir tek ben genç kalmışım!.. Duruşma salonuna girmeden sadece “nasılsın” diyebildik birbirimize. Mübaşir çağırınca, hep beraber minicik salona girdik. Oturuma sanık Feridun Osmanağaoğlu, Namık Kemal Cibaroğlu, Serhan Arıkhanoğlu, İbrahim Tüzün, Baki Örs, Burhan Kızılgedik, Şener Akşan, Cem Yılmaz, Gaffar Aker, Mustafa Kamil Uzuner, Mehmet Emin Beğen, Erdal Turgut, Mustafa Özkahraman yani 13 sanık katıldı. 8 de avukat vardı. Yargıç ilk kez duruşmaya katılan Cibaroğlu ile Aker’e dava ile ilgili düşündüklerini sordu, savunma yapacaklarını söylediler. Avukat Behiç Aşçı dosyanın kapsamının büyüklüğünden söz ederek 400 klasörlük evrakla uğraşmanın mümkün olmadığını, dosyaların bilgisayar ortamına aktarılması gerektiğini, mahkemeden yardım beklediklerini, Adalet Bakanlığı’nın bütçesinden yapılacak yardımla dosyanın tamamının elektronik ortama aktarılmasını istedi. Karar açıklandı, 400 klasör, yani yaklaşık 20 bin sayfalık evrak belirlenen bir şirket tarafından elektronik ortama aktarılacaktı. Bu iş için şirkete Adalet Bakanlığı bütçesinden yaklaşık 57 bin YTL verilecekti. Tek CD düzenlenecek ve avukata verilecekti. Bu CD’yi avukatlar çoğaltacaktı ve artık savunmalara başlanabilecekti. Duruşma 21 Ekim 2008 tarihine ertelendi. Böylece duruşma bitti… Evet, hakikaten her şey değişmişti! Sıkıyönetim davası sırasında kâtip duruşma tutanaklarını daktilo ile yazardı, şimdi bilgisayar kullanıyordu. Eskiden dosyalar için fotokopi çekilirdi, şimdi CD hazırlanacaktı. G İşçiler, gözaltına alınan arkadaşlarını kurtarırken... Renklendirme: Eylem Zor BENİM SANIKLARIM... FARUK PEKİN 196971 arası Lastikİş ve Madenİş yayınlarında yazdım, DİSK Genel Merkezi’nde eğitim çalışmalarında hocalık yaptım. 1516 Haziran Direnişi’nin en önde yürüyen ve sonra da en başta yargılanan DİSK üyeleri eğitim çalışmalarımıza katılan işçilerdi. 1516 Haziran’da biraz da sendikaların gözlemcisi gibi görev almıştım; 15 Haziran’da Avrupa, 16 Haziran’da Anadolu Yakası’ndaydım. DİSK o günkü siyasi iktidarı sendikal özgürlüğü yok etmeyi amaçlayan yasa değişikliklerine karşı uyardı. Ankara’da temaslarda bulundu. Bunlar sonuç getirmeyince 14 Haziran’da direniş kararı aldı. İstanbul, İzmit, Gebze, Adapazarı, İzmir ve Ankara’da ilk gün 70 bin, ikinci gün 100 bini aşkın işçi sokaklara bir lav gibi aktı. O günkü toplumsal muhalefet DİSK’in beklentilerini aştı. Ardından gelen sıkıyönetim idaresi sendikacıları ve işçileri yargıladı. Bu yargılama sürecinde en ilginç yayın ANT Dergisi’nce yapıldı ve OYAK konusunu işleyen dergi kapağında “Kapitalistleşen Subaylar İşçileri Yargılayamaz” başlığı yer aldı. Yargılananlar birkaç kişi dışında beraat etti. Anayasa Mahkemesi yapılan değişiklikleri büyük ölçüde iptal etti. 1516 Haziran’a ilişkin en önemli anılarım; LeventMecidiyeköy hattındaki kadın işçilerin coşkulu katılımı ve Kadıköy’deki tankların oluşturduğu barikatları askerlerin utangaç ve şaşkın bakışları arasında aşan işçilerin kararlılığıydı. 1516 Haziran Türkiye işçi sınıfı tarihinde hâlâ aşılmamış bir kitlesel eylemdir; DİSK’i “farklı olmanın adı: DİSK” diye tarihe geçiren etkinliktir. Türkiye işçi sınıfının “kendisi için sınıf” olma yolundaki en önemli adımıdır. G C M Y B C MY B Duruşma bitişinde buluştuk, bir süre dertleştik. Avukat Behiç Aşçı da bize katıldı. Sanıklarım sadece yaşlanmış, bir de meslek sahibi olmuşlardı. Örneğin, Serhan Arıkoğlu ile Burhan Kızılgedik artık birer avukattı. Kimi evlenmiş, çocukları olmuştu. Kimi kirada oturuyordu, kiminin evi vardı. Bazısı araba, hatta işyeri sahibiydi, kimi ücretli çalışıyordu… Hepsinin saçları kırlaşmıştı… “Yaşamınızı nasıl görüyorsunuz” diye sordum önce, ilk yanıt geldi: “Artık gülmesini öğrendik”… Bir ağızdan konuşma başladı, görüşler birbirine karıştı. Herkes kendince anlatıyordu yaşamı: “Eskiden gülmezdik, sert sert bakardık. Yüzümüz hep asıktı…”, “ Hayır, yanlış söylüyorsun ben hep gülerdim…”, “Bazımız boşta geziyor, nasıl gülsün, beş kuruş parası yok.”, “Saçı beyazlayan dertlidir, beyazlamayan mutlu!..”, “Yolda düşen olur, düşmeyen olur.”, “Bu ülkede mutlu olunur mu?”… Biri bir kuşak olarak söz ediyor kendilerinden. “Hep ‘78 kuşağı kayıp kuşak’ derler. Hayır kayıp kuşak değiliz. İşkence gördük, cezaevleri gördük… Bilinçli olarak kuşağımızı yok etmeye çalıştılar” diyor. Diğeri “Böyle söyleme şimdi yanlış anlarlar” diye sinirleniyor “çektiğimiz acıları gündeme getirerek ağlıyoruz, kendimizi acındırmak istediğimizi zannederler”… Hepsi geçmişiyle gurur duyduğunu söylüyor, üstelik yaşamın kendilerini doğruladığına inanıyor… Geçmişten gurur duymanın halleri de artık farklı ve değişik: Kahrolsun Amerikan emperyalizmi, IMF, bağımsız Türkiye diye slogan attık. Dayak, cop yedik… Şimdi herkes, MHP’liler, milliyetçi geçinenler bile aynı şeyleri söylüyor. Aradan 28 yıl geçti, yasalar değişti, herkes anayasanın değişmesini istiyor, ama biz hâlâ anayasayı değiştirmekten yargılanıyoruz. Bu nasıl mantık? Bir bireyselliktir gidiyor. Bizler en olgun bireylerdik. Şimdi robotlaşmış insanlar oldular, özgürce düşünemiyorlar. Ne giyeceklerine, ne okuyacaklarına iktidar karar veriyor… Sonra da aman örgütlü olmayın deniyor. Bu nasıl yaşam? Kültürel ve ahlaksal anlamda özgür olmak ne, olgun bireysellik ne…. Bir tartışabilsek her şey düzelecek… Konuşma 12 Eylül’ün tartışılmasına, yargılanmasına geliyor, “yargılamalıyız, tartışmalıyız” deniyor… Cem Yılmaz gülüveriyor bu isteğe. Halk müziğiyle, etnik, politik müzikle ilgilendiğini, plak yapımcısı olduğunu anlatıyor ve “4 kez bölücülükten yargılandım. Ceza ertelendi. Bir daha beni yargılarlarsa tüm davalar birleşir. Al sana 12 Eylül, al sana ceza. Kim tartışır bu konuyu…” diyor. Devrimci Sol davasının 1159 sayfalık, “Haklıyız kazanacağız” adını verdikleri savunması geliyor aklıma. Savunmayla ilgili ne düşündüklerini soruyorum. Gülümsüyor, “Herkes bu cümleyi kullanıyor” diyorlar “1 Mayıs’ta, Tuzla tersanesinde, sendikal eylemde hep haklıyız kazanacağız diyorlar. Bu sözcükleri insanlar benimsedi, ama telif hakkı bizim”… G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle