02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 15 HAZİRAN 2008 / SAYI 1160 Telekulak çareleri Selçuk Erez Üç saat, oldu ve bitti! Öğrenciler sınava, siz bu belgesele yönlenmişsiniz. Bu bir işbirliği mi? Can Candan: Evet, bu belgeselin en ilginç tarafı işbirliği sonucunda ortaya çıkması. Altı arkadaşın Serdar’la bana sürekli ürkiye’nin önemli bir kısmı bugün sınav heyecanı yaşıyor. destek olması, hayatlarını açması ve bu kadar yıl sonra hâlâ Sadece bir yıllık emeklerinin karşılığını üç saatte almayı görüşüyor olmamız büyük bir şanstı. Kurgu sırasında onların da bekleyen gençler değil, aileleri, akrabaları, okullarındaki ve fikirlerini aldık, böylece daha katılımcı bir iş gerçekleşti. Bir başka dershanelerdeki öğretmenleri… “3 Saat” belgeseli bize ilginç nokta da çekimlerin büyük ölçüde öğrenciler ve araştırma özgü bir travma diyebileceğimiz ÖSS’nin gençlerin hayatını nasıl görevlileri tarafından yapılmasıydı. Böylece yaş olarak, sınava etkilediğini ortaya koyuyor. 2004’te sınava giren altı gencin, Mert, girenlere yakın insanlar çalışmış oldu. Yunus, Melis, Çiğdem, Derya ve Edin’in sınava yönlendirilen Çekim için ilk başvurunuzda bir tepkiyle karşılaştınız mı? hayatlarında yaşadıklarını belgesel haline getirenler ise Can Candan Serdar Değirmencioğlu: Her ne kadar bazı güvencelerle gitsek ve Serdar Değirmencioğlu… de onlar için birer yabancıydık. Hayatlarını bize sergilemeleri tam bir cesaret işiydi. Bu da filme yansıdı. Filmde, uzun çalışma saatlerinden görüntüler yok. Olmamasının sebebi nedir? C. Candan: Çalışma görsel olarak çok gösterilebilecek bir şey değil. Öğrencilerin hayatlarının bir kısmını kameralardan uzak tutmanın sağlıklı olacağını düşündük. İnsanları BBG evi gibi 24 saat izlemek için kameralar yerleştirmek çok rahatsız edici olurdu. Belgeselinizden esinlenilerek, BBG eviüniversiteye hazırlık gibi bir yarışma formatı ortaya çıkabilir mi? C. Candan: Türkiye gibi bir yerde olabilir tabii. Ancak Derya Akbulat, Serdar Değirmencioğlu, Edin Zaim, Mert Dokur, Can Candan. korkunç bir şey. Deniz Ülkütekin Üniversite okumadan olmuyor, dershaneye gitmeden de üniversite kazanılmıyor. Dershane için rapor almak lazım. Ya okul ne işe yarıyor?.. “3 Saat” belgeseli ÖSS sürecini “yaşamaya mecbur” binlerce gençten altısının hikâyesi... S. Değirmencioğlu: Altı kişinin özelinde bir gencin neler yaşadığını aktarmaya çalıştık. Birçok insanın aklına sınav deyince çalışma geliyor, oysa bunun çok ötesinde bir şey var. Belgeselde, sanki depremden bahseder gibi sık sık “ÖSS hayatımızdaki bir gerçek” tarzı vurgular yapılıyor... S. Değirmencioğlu: “Böyle olması gerekiyor” gibi bir yönlendirmeyle yüz binlerce insan ÖSS ıstırabını çekiyor. Yıkılan binaların arasında ölen insanlar nasıl doğal geliyorsa ÖSS de öyle doğal geliyor. Filmde bazı uç noktalara yönelmekten kaçındık. Çünkü insanları karikatürize bir hale getirebilirdik, bu da kişilikleri anlamamızı zorlaştırabilirdi. Çekimler sırasında mutlaka gergin anlar yaşayanlar olmuştur. Bu anlar filme nasıl yansıdı? C. Candan: Adaylar çok büyük bir sıkıntı yaratmadı. Zaten başından beri bir diyalog içinde olduğumuz için, çekilmesini istemedikleri durumları çekmedik. Uzun süre vakit geçirdikten sonra bazı sıkıntılarını da bizimle paylaştılar. Örneğin Melis, sınavdan sonra ağlarken, kameranın orada olmasından rahatsız olmadı. Çekimlerin tamamlanması bir buçuk yılı geçiyor ve ortaya çıkan özette ÖSS etrafındaki sektör de kendini belli edecektir. Sektörün yıldızları da televizyonlarda öğrencilere akıl veren, soruları çözen öğretim görevlileri. S. Değirmencioğlu: Üniversiteler ve dershaneler bu konuda hiç masum değiller, ama bazı şeyleri gösterseydik, belgeselde anlatmak istediğimiz şeyin dışına çıkardık. Derdimiz, gençlerin olabildiğince kendileri olarak anlatılabilmeleriydi. C. Candan: ÖSS danışmanları diye bir grup insan ortaya çıktı. Motivasyona yönelik atölye çalışması yapanlar var. Birtakım yalan yanlış yöntemlerle öğrencileri hazırlamaya çalışan yeni nesil gurular türedi. Aslında dergisinden kitabına, dershanecisinden okunmuş pirinç satanına kadar çok renkli bir sektör. Buna medya da dahil. G T E C M Y B C MY B skiden beri kuşkulanıyorduk ama artık gizlisi saklısı kalmadı: Sevmediklerini mimliyor, elektronik aletlerle her fırsatta gizlice dinleyip tüm söylediklerini teybe çekiyorlarmış. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Jandarma’ya Türkiye genelinde dinleme yetkisi veren mahkeme kararını bozdu ve “Toptan izleme yetkisi olmaz” dedi ama bundan pay çıkaracaklarına, “Sadece jandarmanın değil, bizim de buna uymamız gerekir” diyeceklerine inanıyor musunuz? Öyleyse safça “Ooh, sağ olsun Yargıtay! Artık açarız cep telefonunu, haklarındaki tüm ince düşüncelerimizi rahat rahat döktürürüz birbirimize!” deyip boş bulunmamalı, bizi mahkeme kararı falan almadan da nasıl olsa dinleyecek olanlara açık vermemeliyiz. Kaldı ki bir taraftan “Biz hiç dinler miyiz?” diye günaşırı beyanat verirlerken bir taraftan da Yargıtay’a itiraz etmeye hazırlanıyorlarmış. Hukuk danışmanları, hazırlamakta oldukları dilekçede, “O laik takım her fırsatta, Okmeydanı’nda, Tandoğan’da, Kordon’da avaz avaz ‘Sesimizi, yer gök, su dinlesin!’ diye bağırmadılar mı? Hem ‘bizi herkes dinlesin!’ diye kaşınacaksın, hem de biz tutup dinleyince gidip Yargıtay’a falan şikâyet edeceksin! Böyle rezalet olmaz!” demektedirler. Öyleyse dinledikleri zaman duysalar bile anlamamaları için ciddi önlemler almalıyız. Demokrasilerde çare tükenmez: Çare 1. Giresun’un Çanakçı ilçesine gidip Kuşköylülerin vadinin bir yamacından diğerine seslendiklerinde nasıl anlaştıklarını izler, onlardan ıslık ve kuş cayırtıları ile konuşmasını öğrenebiliriz. Bu konuda talep artarsa Kuşköylüler kentlerimize gelip bize bu dili öğretecek kurslar açabilirler: Anayollarımızı “BirdLanguage Fast”, “Wall Street Bird Language” ya da “Spoken Kush Language” billboardları kaplayabilir. Bakarsınız TRT de bu dille 24 saat yayına başlar. Çare 2 . Çocukluğumuzda aramızda konuşurken o faşist büyükler ne dediğimizi anlamasınlar diye kullandığımız kuşdillerimizden birini ihya edip yeniden gündeme sokmak da bir çıkar yol olabilir: Mesela, “Beceracabecer yücürücüdücük biciz bucu yocollacardacaa!” desek kimse bir şey anlamaz.. Bu Çare2’nin tek olumsuz yanı işi fazla uzatmasıdır: Şimdi bunu söyleyen kimse, mesela Anayasa Mahkemesi’ni kastedip “Bana her şey seni hatırlatıyor” demek istese üç satır laf mı etmesi gerekecek? Amma uzun iş! Çare 3. Peki, konuşma özürlülere özgü işaret diliyle konuşsak kurtarır mıyız? Sinema oyunu gibi bir şey bu.. Aklındaki kelimeyi hareketlerle tarif ediyorsun. Kolay değil: Bu oyunda ben ne zaman göbeğimi ve gıdımı şişirip gözlerimi bana soru soranların ardında bir yere odaklayıp zorlama müstehzi bir ifadeyle Dışişleri Bakanı’nı anlatmaya kalksam seyredenler anlamıyor, Galapagos pengueni taklidi yapıyorum sanıyorlar. Çare 4. En iyisi siz söylediklerinizi anlamamalarını istediğinizde tutun harbi, dümdüz bir İngilizce ile konuşun! Meclis albümlerinde hemen hepsinin bu dili çok iyi, hiç olmazsa iyi konuştuğu yazılıdır ama biri bu dille konuşmaya kalktığında ya hemen kulaklıklarına davranıyorlar ya da o konuşurken tercümanın ağzına bakıp bekliyorlar, “sonunda bakalım ne demiş belki anlarız” diye... G [email protected] DERYA AKBULAT (Bir reklam şirketinde çalışıyor, 22) Sınava girmeme bir yıl vardı ve yoğun bir çalışma temposu içine girecektim. Ancak bu belgeselde yer almayı kabul ettim. Çünkü gençlerin sesinin duyurulması gerekiyordu. Belki özelimize giriliyordu ama yaşadıklarımızı birileri görebilecekti. ÖSS var olduğundan beri herkesin eleştirdiği bir gerçek. Dolayısıyla bu belgeselin iyi ses getireceğine inandım. Aslında sınav stresini çok fazla yaşamadım, çünkü iki yıllık bölümlere girmeyi planlıyordum. MERT DOKUR (Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi, 21) Bilgi Üniversitesi’nin Görsel İletişim Tasarım bölümü veya Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girmek istiyordum. Bu yüzden ÖSS’den sonra genel yetenek sınavlarına girdim. Orada da aynı durum var. Yine başvurular yapılıyor, kurslara gidiliyor, saatlerce aynı elmayı çiziyoruz. Ben sınavı birincilikle bitirenlerin bile sonradan matematik ve fen sorularını çözebileceğine inanmıyorum. Son derece gereksiz bir hırs. EDİN ZAİM (İTÜ Şehir Planlamacılığı, 21) Hayatımızı iyi bir şekilde devam ettirmemiz için ÖSS sürecinin gerekli olduğu hissettiriliyor. Bu da doğal olarak gerginlik yaratıyor. Ayrıca herkes sınav sistemini eleştiriyor ama alternatif üreten yok. İnsanca çalışmak istiyoruz! Deniz Yavaşoğulları Dizi sektörü çalışanları durumlarına isyan etti! Çünkü, izilerde çalışan tanıdıklarınız varsa bilirsiniz... Eve sabaha karşı gelirler, üç saat sonra tekrar evden çıkar işe Türkiye’de diziler 90 dakika dönerler ve yine tüm günü ayakta, oradan oraya koşturarak geçirirler. Üstelik dizinin tutup tutmayacağı, ve ekipler sadece bir bölümü onca emeğe yorgunluğa karşın, paralarını alıp alamayacakları da belli yetiştirmek için beşaltı gün değildir. Yani tamamen sallantıda bir iştir bu... Yine de bu koşullara rağmen çalışan birileri hep bulunur, çünkü etrafta sinema televizyon boyunca, günde 1617 saat mezunu çok fazla genç insan var, hatta ben de onlardan biriyim! Ancak işin gidişatından hoşnutsuz olan sadece gençler değil. Tüm çalışıyor... SENDER Genel sektör çalışanları ve SİNEBİR, FİLM YÖN, SENDER, SİNESEN, ÇASOD, SODER ... Onlar artık bu gidişata “dur” demek istiyorlar. Sekreteri Haluk Ünal’a SENDER (Senaryocular Derneği) Genel Sekreteri Haluk Ünal’la durumu konuştuk... göre bu durum dizilerin Türkiye’de dizi sektörü nasıl işliyor? Türkiye’de tuhaf bir televizyon sektörü var. İç “Hatırla Sevgili”nin seti. kalitesini de düşürüyor… pazara dönük bir üretim tarzı söz konusu ve ucuza üretip yüksek kâr elde etmek amaçlanıyor. Çalışma şartlarımız da çok zor. Medeni ülkelerin arttırdı. Şimdi de yılda 100150 dizi yayına giriyor, Yönetmenler, senaryo yazarları, oyuncular ve yapımcılar, her yıl standartlarında 25, 45 dakika olan dizi süreleri ama ancak beş dizi sezonu tamamlayabiliyor, çoğu 15 20 milyon dolarlık bir telif kaybına uğruyoruz. Bu kaybın Türkiye’de 90 dakika. üçüncü veya beşinci bölümlerinde yayından ortadan kalkması için “etkin koruma” ilkesinin, acilen uygulanması 90 dakikalık bir dizi ne kadar sürede kaldırılıyor. gerekiyor. Türkiye’de müzisyenler bunu çok iyi başardı. Sırf telif çekiliyor? Zor çalışma şartları dizilerin kalitesini haklarından aldıkları parayla bir iş yapmadan yaşayabilenler var, 56 gün, günde 1617 saat çalışarak çekiliyor. etkilemiyor mu? bunu tembellik etmek olarak algılamayın. Bizim gibi insanların bir İnsanlar setlerde uyuyorlar. Günde 34 saat Tabii ki etkiliyor... 90 dakikayı yetiştirebilmek şey yaratmak için en çok zamana ihtiyaçları var. uykuyla idare ediyorlar. Bu yüzden iş kazaları bile uğruna ister istemez, hikâye yapıları dağılıyor, basit Durumdan umutlu musunuz? Bu girişimden sonra kazanımlar oluyor. Şükür ki ölümler olmadı, ama bu gidişle o çekim teknikleri kullanılıyor ve bu da kalitenin elde ettiniz mi? da olur. Artık yapımcılar da iki ekip çalıştırmaya düşmesine, nihayetinde halkın kalitesizliği Eskiden, yapımcı bize karşı “otur oturduğun yerde” der başladılar ve onlar bile para kazanamaz hale benimsemesine yol açıyor. Toplumun beğeni havasındaydı, yönetmen senaristi küçümserdi, şimdi bir eşitlik Haluk Ünal. geldiler, bu işten bir tek yayıncılar para düzeyini tahrip ediyoruz. Üretilen diziler, bu duygusu gelişti, bir dil birliği sağlandı, ortak bilinçlenme ve kazanıyor... Eğer Türkiye de broadcast kurallarına vasıfları nedeniyle uluslararası alanda da farkındalık süreci oluştu. Sektör içinde, sorunların farkında olan ve uysa ve dizilerin süresi kısalsa çok daha insancıl çalışma saatlerimiz satılamıyor. Oysaki Avrupa’yla boy ölçüşebilecek haldeyiz, değişebileceğine inanan insan sayısı da arttı. İlk defa, yapımcılar, ve koşullarımız olacak. potansiyel çok yüksek. Dünyada büyük bir dramatik ürünler, diziler sendika, yönetmenler ve senaristler olarak Yayıncılar Birliği’yle İnsanlar bu zor çalışma koşullarını nasıl kabul ediyorlar? pazarı var. Türkiye de bu pastadan pay alabilir. Bu yıl Kanal D birkaç toplantı yaptık ve tüm kanalların temsilcileri eksiksiz geldiler... Bir Başka şansları yok, çoğu da genç bu insanların... diziyi Arap ülkelerine sattı, ama diziler masterbandsız çekildikleri diyalog zemini yaratabildiğimizi gördük. RTÜK’le yaptığımız Durum nasıl böyle bir hal aldı? için orada onlara tekrar dublaj ve müzik yapılacak, bu da diziyi kim görüşmelerde de aynı şekilde oldu. Ancak Kültür Bakanlığı’ndan 95 yılında sinema ve televizyon sektörü tekrar yükselişe geçti, bilir ne hale sokacak... Ne kadar özensiz bir anlayış hâkim, siz yeteri kadar ilgi göremiyoruz. Yine de umutluyuz, durumun ardından kriz yaşandı. Kriz sonrasında ise yılda 100150 dizinin düşünün... düzelmesi için Yayıncılar Birliği, RTÜK ve Kültür Bakanlığı’yla yayına girdiği canlı bir dönem yaşadık, bu da sektörde çalışan sayısını Telif hakları konusundaki sorunlarınız neler? görüşmelere devam edeceğiz. G D Fotoğraf: Vedat Arık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle