Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 15 HAZİRAN 2008 / SAYI 1160 Tek sıkımlık değiliz Müge Serçek oğaçlama tiyatro yaparak herkesin ilgisini çeken tiyatro topluluğu “Mahşeri Cümbüş” tiyatro sezonu boyunca cumartesi akşamları bizi televizyonun karşısına bağladı. Televizyonla yetinmeyen izleyici “Hayalhane”de yaptıkları gösterileri izlemenin peşine düştü. Biz de Yiğit Arı ile ekibin yola çıkma hikâyesini ve tiyatro sporu üzerine konuştuk… Mahşeri Cümbüş nasıl bir araya geldi? Ekibin tüm üyeleri Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunuyuz. Okuldayken altlı üstlü sınıflarda okuyorduk, tanışıklığımız oradan geliyor. Almanya’dan gelen bir hocamız drama derslerinde doğaçlama tiyatro tekniklerini göstermişti. Bununla ilgili ufak tefek gösterilerimiz olmuştu, okul bittikten sonra de dedik ki: “Profesyonel bir topluluk kuralım ve bu işin peşinden koşalım.” 2001 yılında kurulduk, Ankara’da bir kafenin alt katında sahneye çıkmaya başladık. 7 sene boyunca çeşitli yerlerde sahne aldık. Konservatuvardan mezun olan birçok oyuncu adayı kendini bir an önce televizyonda, dizilerde göstermeyi tercih ediyor. Siz ise bir grup kurup farklı bir oyun tarzıyla yola çıktınız… Bu biraz cesaret işi değil miydi? Tiyatro sporu, Türkiye’de hiç uygulanmamış, çalışılmamış sanılsa da aslında Türk geleneksel tiyatrosunun biçimsel özellikleriyle yakın ilişkiler içerisinde. “Karagöz ve Hacivat”, bahar kutlamalarında köylerde oynanan seyirlik oyunlar, “Meddah”, “ortaoyunları” gibi halk tiyatrosunun türleriyle tiyatro sporunun biçimsel özellikleri aynıdır. Hem çalışma teknikleri çok keyifliydi, hem de yaşadığımız topraklardaki genetik kodlarında yerleşik bir şey olduğu için izleyiciyle çabuk alışverişe geçtik. İnsanlar, “Bunlar ne kadar samimi, bizi anlatıyorlar” demeye başladı. Bu yola çıkarken korkmadık, çünkü bu samimiyetin kurulabileceğine inanmıştık. Kaldı ki bizim yaptığımız tüm bunların modern hali… Tiyatro sporunun yurtdışındaki örnekleriyle ülkemizde oynanan örnekleri arasında ne gibi farklar var? Avrupa ve Amerika’da her köşe başında doğaçlama tiyatro yapan gruplarla karşılaşmak mümkün, çünkü bu bilinen ve yurtdışında senelerdir yapılan bir oyun. Fark, bizim bu oyunu yerelleştirmiş olmamızda, çünkü doğaçlama tiyatro, oyuncunun biriktirdiklerini rastlantısal şekilde, doğaçlama sahnelerle oynamaya çalışmasıdır. En önemli olan da grupların uzun zaman çalışarak kendine has bir özellik yaratması. Hiç kimse Mahşeri Cümbüş gibi doğaçlama yapamaz. Mahşeri Cümbüş’ten daha iyi olabilirler, ama bizim gibi olamazlar, biz de onlar gibi olmayız. Önemli olan kendine has olandır. Siz bir örnek oldunuz, sizi izleyen yeni gruplar ortaya çıktı… İnsanlar sayemizde doğaçlama tiyatronun nasıl bir şey olduğunu gördüler, öğrendiler, ama nasıl çalışıldığından haberleri yok. Öncelikle şu ayrımı iyi yapmak lazım, biz bir televizyon Mahşeri Cümbüş, adını bir televizyon programında doğaçlama tiyatro yaparak duyurdu. Kendilerine has yöntemleriyle Hayalhane’de de gösteriler yapıyor, dahası tiyatro eğitimi veriyorlar. Amaçları belli: Mahşeri Cümbüş tiyatro topluluğu olarak bir “tiyatro istilası” gerçekleştirmek. zamanlarda bizim yetişemediğimiz yerlere onları göndereceğiz. Mahşeri Cümbüş tiyatro topluluğu olarak tiyatro istilası yapmak istiyoruz. Sizce insanlar sizi neden bu kadar çok sevdi? Çünkü doğaçlama tiyatroyu kendilerine yakın buldular. Hatta öğrenmek ve oynamak istiyorlar. Bazı aileler akşamları tiyatro sporu oynuyorlarmış; çocuklar bir grup, annebaba diğer bir grup oluyormuş. Bunları duymak harika bir şey. Bu tiyatro türünün yaygınlaşmasını ve yetkinleşmesini istiyoruz. Biz, doğaçlamacılar şunu her zaman söyleriz; doğaçlama yapmak için oyuncu olmaya gerek yoktur. Futbol oynamak için futbolcu olmak nasıl şart değilse, doğaçlama yapmak için de oyuncu olmak gerekmiyor. Ekip olarak nasıl çalışıyorsunuz? Sahneye çıkıp karşılıklı doğaçlamalar yapmıyor, bedensel ve zihinsel çalışmalar yaparak, konsantrasyonumuzu ayakta tutuyoruz. Çağrışım, ifade geliştirebilme gibi çalışmalarla ısınıyoruz. Sürekli tiyatral çalışmalar yapıyoruz ki bu çok büyük bir avantaj, çünkü ülkemizdeki pek çok oyuncu, okulu bitirdikten sonra bir tiyatroda ya da başka bir mecrada oynamaya başlar ve eğitim süreci biter. Hayatı sadece prova ve oyun olur. Halbuki bir oyuncu hayatı boyunca çalışmalı, workshop’lara katılmalı, bedensel ve ses üzerine çalışmalar yapmalı. Biz bu işin metotlarını biliyoruz, çünkü senelerdir çalışıyoruz. Bizden bir şeyler öğrenmek isteyen herkese de kapımız açık. Sahnedeyken konsantrasyonunuzun bozulduğu, bir an kaldığınız anlar oluyor mu? Olmaz mı, hatta o nefis bir andır. Televizyon programına alıştınız mı, başka çalışmalar yapacak mısınız? Doğaçlama tekniklerine yönelik, başka şov çalışmalarımız, birkaç da dizi projesi var. Sinema da yapmak istediğimiz işlerden. Senaryo grupları oluşturmaya başladık. Sinema filmi yaparken gişe kaygısıyla hareket etmek istemiyoruz. Hangi işi yaparsak yapalım, bugüne kadar oluşturmuş olduğumuz sıcaklığımızı ve yaratıcılığımızı diğer işlerde de yansıtacağız. Tek sıkımlık kurşun olmak istemiyoruz. Ayrıca, Beyin Fırtınası oyunumuzla Anadolu’ya turneye çıkmak istiyoruz.G D Ayaktakiler (soldan sağa): Ayhan Taş, Burak Satıbol, Dilek Çelebi. Oturanlar (soldan sağa): Yiğit Arı, Özlem Türay, Ayça Işıldar. projesi olarak bir araya gelmedik, 6 senedir bu oyunu oynuyorduk ve 150 kişilik salon tıklım tıklım doluyordu. Bu durum televizyon kanallarının dikkatini çekti, “Ne oluyor orada?” demeye başladılar. Şimdi doğaçlama tiyatroya yönelik program yapıyorlar, ancak bir proje gibi davranıyorlar. Bu işi becerebileceklerini düşündükleri oyuncuları yan yana getiriyorlar. Bu oyuncuların hepsi çok yetenekli ve başarılı, ama hamuru tutmadı. Neden? Belki de biraz bu işe hazırlanmak, doğaçlama teknikleri ve ekibin arasındaki dili ve doğaçlama bağını güçlendirme üzerine çalışmalar yapmak gerekiyor. Mevcut grupların çalışmalarını olumlu buluyorum, ancak bu işin üzerinde biraz daha titizlenmeleri gerekiyor. Kendi tiyatronuzda ve televizyon programında yaptığınız gösteriler dışında bir de bu işi öğrenmek isteyenlere öğretmenlik yapıyorsunuz… Evet, bir buçuk senedir 40’a yakın kursiyer yetiştirdik. Haftanın bir günü sahne alıyorlar. Aralarında avukat, öğretmen, öğrenci, emlakçi gibi bir meslekten olanlar da var. Oyuncu değiller, ama kendi seyircilerini oluşturmaya başladılar. İlerleyen MUSTAFA ALBAYRAK, sıcak renklerin ressamı... Sanatı yaşama dönüştürmek Esra Açıkgöz ustafa Albayrak, resim öğretmeni ve ressam. En büyük isteği, “sanatını yaşamı haline dönüştürmüş” sanatçılar arasında yer alabilmek. Resimleri, genç sanatçılara destek vermek için Cihangir’de açılan Daire Sanat’taki “Veya Kare” adlı karma sergide gösteriliyor. Merak edenlerin gezmek için 28 Haziran’a kadar vakti var. Resimle ilişkiniz ne zaman, nasıl başladı? Resimle ilişkim alışılagelmiş haliyle ilkokulda başladı, ancak resim dersiyle değil. İngilizce dersinde ödevlerimizi resimlememiz gerekiyordu, bu resimlerin en iyisi bir hafta panoda kalıyordu ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Liseden 1989’da mezun olduğumda resim öğretmenim Vicdan Bek’in katkılarıyla; resim bölümüne girmeye karar verdim. O dönem üniversite giriş sınavları iki basamaklıydı, annem ve babam bunu bu yazıyı okuyunca öğrenecekler, ancak ben sınavın ikinci basamağına hiç girmedim, neyse ki Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’nü dereceyle kazandım, burs aldım. Atölye hocam Söbütay Özer’di ve sanatsal anlamda resmi öğrendiğim kişiydi. 1993’te mezun olduktan hemen sonra resim öğretmeni olarak göreve başladım. Öğretmenlik, sanatınızı nasıl etkiliyor? İlköğretim ve normal lisede resim öğretmenliği yapmak çok eğlenceli değil, ancak benim çalıştığım güzel sanatlar liselerinde çalışmak, mesleki anlamda tatmin edici. Güzel sanatlar liselerinin her meslekten, sanatı anlayan, takip eden ve yorumlayabilen gençlerin yetişmesinde çok önemli işlevi olduğunu düşünüyorum. İşlerinizde daha çok nelerden besleniyorsunuz? Resim öğretmeni olmanız işlerinizi nasıl etkiliyor? Belki klişe olacak, ama resimlerimde yaşamımdan daha doğru ulaşamadıklarımdan besleniyorum. Resimlerinizde sıkça görülen bisiklet figürü de bundan mı kaynaklı? Orta halli, üç çocuklu bir ailenin ilk çocuğuyum, benden iki yıl sonra kardeşim doğduğundan iki yaşında büyümek zorunda kalmışım. Çocukken hiç bisikletim olmadı, ilkini öğretmen olarak göreve başladığımda aldım. Şimdi üç tane var. Sanırım bisiklet özlemim onu resimlerimin ayrılmazı yaptı. Son dönemlerde bisikletin resimlerimde deforme olarak; bana özel bir hale dönüştüğünü sevinerek izliyorum. M Sizce bir sanatçı olarak İstanbul’dan uzak olmak, sergi imkânları, alıcıyla buluşmak adına nasıl bir engel teşkil ediyor? İstanbul’dan uzak olmak bir sanatçı için kuşkusuz bir dezavantaj, ama böylesi eksiklikler insanı daha mücadeleci ve istekli yapıyor. Ankara’da atölyemde çalışıyorum ve ayda bir kez İstanbul’a geliyor, zamanımı galerileri gezmeye ayırıyorum. Sergi imkânlarına gelince; genç sanatçılar için İstanbul’da tutunmak ve mücadele vermek zor, İstanbul dışında yaşayan biri için daha da zor. Karma sergimizin yapıldığı Daire Sanat bu anlamda önemli bir eksikliği giderecek. Resimlerinizde, renklerin ağırlığı hissediliyor... Renkleri seviyorum, özellikle sıcak renkleri ve renkçi kalmaya özen gösteriyorum ama en çok önemsediğim samimiyet. Bu benim için resim yapmak kadar önemli. Resmin hayatınızdaki yeri nedir? Resmin veya sanatın bir sanatçının hayatındaki yeri şüphesiz herhangi bir mesleğinkinden çok daha derindir. Algıları; onu dünyayı herhangi biri gibi yaşayamayacak kadar meşgul eder. Bütün amacım, sanatını yaşamı haline dönüştürmüş sanatçılar grubuna girebilmek. Bundan sonrası için ne yapmayı planlıyorsunuz? İstanbul’u solumaya daha çok vakit ayırmayı; İstanbul’dan daha çok beslenmeyi, daha çok boyamayı, daha çok üretmeyi planlıyorum; sonrası gelecektir diye umuyorum. (www.albayrakmustafa.com) G Daire Sanat: www.dairesanat.com / (0212) 244 12 68 C M Y B C MY B