17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Çarşaflara rozet... Selçuk Erez Tehdit, gelenek olarak çarşaf kullanan insanın kafasının içinde değil, kravatlı insanların, pek çok aydın gözüken insanın kafasındadır! Bazı muhterem tarikat üyeleri bedenlerine çok sayıda şiş ve çivi batırıp zikir yaparlarken ses çıkarmayacaksınız da dini bütün bir bacımız topu topu altı tane oku yakasına saplayınca mı böyle yaygara koparacaksınız? Hadi ordan! “Mutaassıpsa mutaassıp... Size ne? Ahlakını, örfünü, geleneğini mutaassıp olarak sürdürüyor, sürdürecek tabii, size ne? Sizin gibi olacağına, memleketini, vatanını, dürüstlüğü seven onun gibi mutaassıp olsun. Ezberler, şartlanmışlıklar bir bir bozuluyor. İnşallah, bundan sonra toplumun her kesimiyle daha sıcak bir ilişki içinde olacağız: Fadime Şahin’i İstanbul’a belediye başkanı olarak düşünmekteyiz. Pek yakında Merve Kavakçı’ya ve Ali Kalkancı’ya da rozet takacağız inşallah.. Bizde kabahat; bugüne kadar bekledik... İcabında attan bile düşeceğiz; dişlerimizi misfak ile parlatacak, kömür de dağıtacağız! Şimdi söylediklerime kulak kabartın: Hikmetyarin sakalına, Vahabi celladına Takacağım bu rozeti Ey altıok.. Elifba defterine Boş yatır mezarlarına, Tavuklara, horozlara Takacağım bu rozeti .. Senin için doğdum ben: Ey altıok! Altı oktan birinin “laiklik” olduğunu mu hatırlatıyorsun? Laikiz elhamdürüllah. Laiklik ne demektir? Bunu bana mı sen mi öğreteceksin? Gerekirse altı oka bir tane ok daha ekleyip, “Sadece Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci değil, aynı zamanda da Dinciyiz” deriz.. olur biter! Değiştiğimi mi ima ediyorsunuz? Tabii ki değiştim.. hem de gelişerek değiştim. Önümüzdeki günlerde bir tüzük değişikliği yapacak, GOP projesinin eş başkanı da ben olacağım.. Çarşaflı üye olur da il başkanı olamaz mı diyorsunuz.. Olur tabii. Neden olmasın? Parti Meclisi Üyesi mi? Olabilir. Ne? Ne? Bu partiye başkan mı dedin? Asla! Çarşaflı veya çarşafsız.. başka biri gelip bu partiye başkan değil, başkan adayı bile olamaz! Bak oyunları nasıl bozuldu! Yüreklerine korku düşmeye başladı. O başka ne yapmıştı İl Başkanım? Şiir okumuştu Efendim!.. Güzeel.. Şimdi ben de bir şiir.. Ama başı belaya girmişti.. En iyisi ben okuyayım da size bir şey olmasın: Oku bakalım.. Söylediklerinde kızmıştın: Sen çok mu yaşlandın Başkan? Çarşafa taktın 6 oku; Artık seni kurtaramaz Ginko biloba ve Sodoku.. [email protected] Bir uzun mücadele Cem törenleri, Alevi kültürünün ayrılmaz parçası. 1989 yılından bir tören... Türkiye’de hak arama tarihi uzun, zorlu bir süreç ve bazen tahammül sınırlarını zorluyor. Bu, Aleviler için de böyle. Var olmak, ibadethaneleri açmak ve özgürce ibadet edebilmek için 1963’te atılan ilk adımdan bu yana çok da yol alınamadı. Aleviler değişti, yasalar değişmedi… Ankara’da düzenlenen Alevi mitinginden... Mustafa Timisi. Ortaca ilçesindeki olaylarda kadınlar da ön saflardaydı. Birsen Aydın, devriyede... Miyase İlknur ürkiye Cumhuriyeti tarihindeki Alevi açılımı için ilk adım,1963’te kurulan koalisyon hükümeti döneminde atıldı. Daha doğrusu atılmaya çalışıldı. Ancak başta Diyanet İşleri Başkanlığı, tarikatlara sırtını dayayan sağ partiler ile dinci basının direnişi karşısında atılmaya çalışılan bu adım, derhal geri çekildi. Ancak cin lambadan çıkmıştı bir kez. O ana kadar suskun kalan ve toplumda sesini yükseltmek bir yana kimliğini, toplumsal hayatın her alanında o güne kadar gizleyen Alevi, cılız da olsa sesini çıkarmaya, hakkını istemeye başladı. 1961 Anayasası’nın getirdiği örgütlenme özgürlüğünü kullanmaya henüz cesaret edemeyen Aleviler, kendilerini tanıma adına devlet tarafından atılacak en ufak adımı bile desteklemeye hazırdı. İşte bu ilk ve ufak adımın atılması için 1961 ihtilalini beklemek gerekecekti. 1961 ihtilalini gerçekleştiren kadro içinde, Atatürk’e ve laik Cumhuriyete bağlılıkları nedeniyle Alevilere sıcak bakanların sayısı fazlaydı. İhtilalden sonra Cumhurbaşkanlığı makamına oturan Cemal Gürsel, 1961 yılında ilk kez köşkün kapılarını Alevilere açtı. Önce Alevi ozanlarını köşke davet eden Gürsel, kısa süre sonra da Av. Cemal Özbey başkanlığında bir Alevi heyetini kabul etti. Cumhurbaşkanı Gürsel görüşmelerinden sonra Aleviler, biri Hacıbektaş’ta ikisi de Ankara’da olmak üzere inanç önderleri Hacıbektaş’ın adını taşıyan üç dernek kurdular. Yeni anayasayı hazırlamakla görevlendirilen Anayasa Komisyonu Başkanı Ord. Prof. Dr. Sıdık Sami Onar da, devletin Sünnilere tanıdığı olanakları Alevilere de tanıması gerektiği görüşündeydi. Onar, 60’lı yıllarda Sıdık Sami Onar. yayımlanan iki Alevi yayın organından biri olan Cem Dergisi’ne yaptığı açıklamada, “Devlet, Sünniler için ne yapıyorsa, Aleviler için de yapmak zorundadır. Alevilere de Sünniler gibi, kendi mezheplerine mahsus ibadethanelerinde kendi dini ayinlerini yapma, cenazelerini kendi ayinlerine göre kaldırma hakkı tanımak, okullarda Alevi mezhebinde olan öğrenciler için de gereken tedrisatı yapmak icap eder” diyordu. T “Alevilerle Sünniler arasındaki görüş ayrılığı dini olmaktan çok, siyasidir.” Bu edepsizce yayınların yanında “Alevilerle Sünniler arasında inanç bakımından bir farklılık yoktur”, “Diyanet İşleri Başkanlığı da sadece bir mezhebe değil bütün Müslümanlara hizmet etmektedir”, “Aleviler Müslüman değil mi?” türünden söylemler de bir koldan sürüyordu. Sağ basındaki, Alevilere yönelik hakaretler kesilmeyince Ankara Üniversitesi’nin çeşitli fakültelerinde okuyan 50 Alevi öğrenci, bir bildiri İbrahim Elmalı. hazırlayarak tasarıya destek verirken, Alevilere yönelik aşağılayıcı yayınları da protesto etti. Aralarında daha sonra siyaset sahnesine çıkacak olan Seyfi Oktay, Mustafa Timisi, Engin Dikmen ve Ali İlhan’ın hazırladığı bildiride, “Mevcut durumda itikat ve ibadet hürriyeti anayasa tarafından serbest bırakılmakla beraber teşkilatlanma, tedris ve teldin hürriyeti sağlanamamıştır” denilerek Mezhepler Müdürlüğü’nün kurulmasıyla bu özgürlüğün de sağlanacağını öne sürüyordu. Bildiri basında geniş yer aldı. Akşam gazetesi bildirinin tam metnine yer verdi. İsmet İnönü hükümeti, dinci kesimden gelen muhalefet karşısında tasarıyı yasalaştırmayı göze alamayıp geri çekti. Tasarı geri çekilince, dinci basındaki kışkırtıcı yayınlar da kesildi. Ancak, daha önce belirttiğimiz gibi cinin lambadan çıktığının sadece Aleviler değil, tarikatlar ve onların diyanetteki temsilcileri de farkındaydı. Alevi öğrencilerin bildiri yayımlaması, ikisi Ankara’da birisi Hacıbektaş’ta olmak üzere aynı yıl üç Alevi derneğinin birden kurulması, bu derneklerden birinin Ankara’da cem töreni düzenlemesi ve bu törene Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in de katılması, üç bakanın katılımıyla Hacıbektaş dergâhının müze olarak törenle açılması dinci kesimin uykularını kaçırmıştı. 1965’te Nurcuların desteğiyle iktidara gelen AP hükümeti, Nur tarikatına olan borcunun diyetini bu tarikata mensup İbrahim Elmalı’yı Diyanet İşleri Başkanlığı’na, aynı tarikattan Cemalettin Kaplan’ı da Başkan Yardımcılığı’na atayarak ödedi. Nurcu İbrahim Elmalı, görevine Aleviliğe karşı içinde biriktirdiği kini kusmakla başladı. Elmalı’nın biraz da yüzyıllardır sürdürülen “mum söndü” iftirasını çağrıştırması için “Alevilik sönmüştür” yönündeki açıklaması Aleviler arasında yeni bir infiale yol açtı. Üniversiteli Alevi öğrenciler ikinci bir bildiri yayımlayarak Elmalı’yı protesto etti. Muhalefet partileri ve basın, günlerce Elmalı aleyhine yazılar kaleme almasına karşın Nurcuların desteğini hele de kısa bir süre sonra yapılacak olan kısmi senato seçimleri nedeniyle yitirmek istemeyen AP hükümeti, Nurcu Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden almaya yanaşmadı. Demirel hükümeti, muhalefetin ve Alevilerin tepkilerine karşın Elmalı’yı görevden almamakta direniyordu. İbrahim Elmalı ile Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk arasında başlayan polemik haftalarca sürdü. Elmalı’nın yarattığı infiale Muğla’nın Ortaca ilçesinde başlayan olaylar da eklenince Türkiye’nin dört köşesinde yaşayan Aleviler, ayağa kalktı. Ortaca’da Sünni Kızılyurt köyü ile Alevi Feyziye köyü arasında uzun yıllar önceye dayanan arazi anlaşmazlığı, Nurcuların kışkırtmasıyla mezhep kavgasına dönüştü. Alevilerin gittiği sinemanın basılması sırasında Sünni bir genç vuruldu; birkaç gün sonra da Alevi bir kadına kocasının gözü önünde tecavüz edildi. Tecavüz olayıyla birlikte olaylar büyüdü ve kontrol edilemez duruma geldi. Alevi Feyziye köyünün köprüsü uçuruldu, köy sarıldı. Köyde gıda sıkıntısı baş gösterdi ve Aleviler silahlandı. İlçede sıkıyönetim ilan edildi. Diğer illerde yaşayan Aleviler, hükümet gereken önlemi almazsa kuşatılan köşe yardıma gidecekleri yönünde açıklamalarda bulundu. Ankara’daki Aleviler, Anıtkabir’e çelenk koyduktan sonra Cumhurbaşkanı Gürsel’i ziyaret ederek, olaya el koymasını istedi. Sayıları az da olsa AP içindeki Aleviler, kazan kaldırdı. Olaylar yatıştı ama İbrahim Elmalı olayı, bir süre daha gündemdeki yerini korudu. Nihayet savcılık, Elmalı hakkında soruşturma başlattı. Elmalı, görevden alındı. Nur tarikatının desteğini alan Elmalı, sonra Millet Partisi’nden milletvekili seçildi. Aleviler o günden bugüne, resmi olarak tanınmalarını ve diğer inançlarla eşit haklara sahip olmayı bekliyor. Geçen 35 yıllık süre içinde siyasi erkin ve devlet bürokrasisinin Alevilere bakışında bir değişiklik görülmezken, Alevilerin toplumsal yapısında ve sosyal statülerinde önemli değişiklikler gerçekleşti. Artık köylü değil kentli ve eğitimli bir toplum oldular, örgütlendiler, sermaye birikimi sağladılar. Bunun sonucunda da “devlet babanın himmetine sığındık, ne hak verirse kabulümüz” anlayışı yerine, “Anayasadan ve insan haklarından doğan taleplerimizin yerine getirilmesini bekliyoruz” noktasına geldiler. G İLK DENEME 1963 yılında, İsmet İnönü Başbakanlığı’ndaki koalisyon hükümeti, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kurulacak Mezhepler Dairesi kurulması için bir yasa tasarısı hazırladı. Hazırlanan yasa tasarısına göre, Diyanet Teşkilatı’na bağlı Mezhepler Dairesi’nde bir de Alevi Masası oluşturulacaktı. Yasa tasarısı TBMM’ye sunulduğunda kıyamet koptu. Sağ basın, Alevilere ve yasa tasarısını hazırlayan hükümete karşı taarruza geçti. Özellikle Zafer ve Adalet gazetelerinde bu konuda çıkan haber ve yorumlarda, Alevilere yönelik hakaretler günlerce sürdü. İnancını özgürce yaşama hakkını kendi tekellerinde gören anlayışın çarpık bakış açısını sergilemek için o yorumlardan birkaçını anımsamak yeterli: “Hazırlanan tasarı sayesinde Aleviler, mum söndü törenlerini camiye taşıyacaklar.” “İlmen ve tarihen hiçbir gerçeğe dayanmayıp tamamen efsane ve mugalataya dayalı olan Alevilik, İslamiyetin ifade ettiği vahdet ruhu için ciddi bir tehlikedir.” “Bu zümrenin ehli sünnet mezhebi ile eşit tutulması, 27 milyon Müslümanla alay etmekten başka bir şey değildir.” “Kanuni müeyyidelerle eşitlikleri teminat altına alınan Kızılbaşların yarın camilerimizde mum söndürme merasimleri yapmaya yeltenmeyeceklerini kim temin edebilir?” Alevilik, Sünnilik ve Cumhuriyetçilik İlhan Selçuk Önce meselemizi korkusuz ve kuşkusuz ortaya koyalım: Türkiye’de Alevilik de vardır, Sünnilik de vardır. Var olan şeye yok demek, gerçeklere göz yummaktır. Nerede din varsa, orada mezhepler olmuştur. Müslümanlık da mezheplere ayrılmıştır, Hıristiyanlık da. Bilimin, tarihin, sosyolojinin verilerini siyasi demeçlerle değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Cumhuriyet Anayasası’nın vicdan özgürlüğü, bütün dinlere, mezheplere, kanunlar karşısında eşitlik sağlamıştır. Atatürk Cumhuriyeti’nin temel ilkesi budur. Bunun içindir ki, Türkiye’de bir Diyanet İşleri Başkanı çıkar da; “Alevilik ölmüştür…” diye konuşursa hem Cumhuriyetin temel ilkelerini hem 27 Mayıs Anayasası’nı anlamadığını ispatlamış olur. Laik Cumhuriyetin hazinesinden aldığı maaş böyle konuşması için kendisine verilmemiştir. Çünkü o maaşın içinde Alevi vatandaşların alınteri ve vergileri vardır. Din sömürgenliği ortadan kalkıp, dini inançlar siyasi iktidara giden yollarda sömürülmekten kurtuldukça Anadolu’da mezhep anlaşmazlığı düşünülemez. Ama din sömürgenliği başladı mı bir kere, bin yıllık mezhep itişmeleri de ayırıcı etkilerini ve baskılarını toplum hayatı içinde duyuracaktır. Nitekim duyurmuşlardır. Diyanet İşleri’nin Başkanlığı’na geçirilen “Efendi Hazretleri”nin: “Alevilik ölmüştür…” sözü kışkırtmalara daha da hız vermiştir. Din sömürücülüğünün başladığı yerde mezhep sömürücülüğü de başladı. Devlet yönetiminde din etkisi arttıkça siyasi iktidardakiler ister istemez mezhepçiliğe kayacaklardır. Kimse bu gidişin önüne geçemez. Ve Ortaca’da patlak veren olaylar bu gidişin sonuçlarıdır. (18 Haziran 1966) C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle