17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 7 ARALIK 2008 / SAYI 1185 Mekânın ve zamanın sesi... Replikas’ın yeni albümü “Zerre”de melodiler yine karanlık, söz örgüsü hicivli ve yoğun. Müzik serüvenlerinde on beşinci yıllarını dolduran grup için bu bir “olgunluk” albümü değil, çünkü onlar hep değişimden yana. Ali Deniz Uslu eplikas, Zerre albümünde stüdyolarda elde edilebilecek seslerin ötesine geçip, farklı mekânların akustiğinden yararlanabilmek için Gökçeada’da eskiden yarı açık cezaevi olan binayı stüdyoya dönüştürdü. Amaç, orada yaşanan trajedi ve dramların da müziklerine yansımasıydı. Amaçlarına ulaştıklarını düşünüyorlar. Yeni albümün tüm müzik prodüksiyon ve miks süreçleri de Replikas üyelerine ait. Bu albümde de “buralı rock” olarak tanımladıklarını tarzlarını koruduklarına inanan Replikas üyeleri; Gökçe Akçelik, Barkın Engin, Orçun Baştürk, Selçuk Artut ve Burak Tamer ile konuştuk. “Zerre” beklenip de şaşırılan türden bir çalışma. Albüm süreci nasıldı? Replikas yeni albümü Zerre’nin kayıtlarını Gökçeada’da kullanılmayan bir cezaevinde yaptı. R Orçun: Zerre’nin kayıtlarını gerçek bir mekânda, yani yaşanmışlığı olan bir yerde yapmak istiyorduk. Bunun sebepleri de hem kendi şartlarımızı oluşturmak hem de özgür ve rahat olabilmekti. O yüzden mekân arayışlarına girdik, Büyükçekmece’de Mimar Sinan’ın yaptırdığı bir kervansaray, Tekirdağ’da Rumlardan kalma bir şarap fabrikasına gittik, ama gerekli izinleri alamadık. Son durağımız Gökçeada’da kullanılmayan bir cezaeviydi. Siz de “yaşanmışlık” arıyordunuz! Orçun: Evet, yani bu tam istediğimiz şeydi. Orada ciddi trajedilerin yaşandığını öğrendik. Bu müziğin ruhuna da yansıdı, orada bunaldık, çalıştık, müziğimizle hesaplaştık. “Zerre”de Replikas yüzünü biraz daha Batı’ya dönüyor, elektronik tınılar belirgin. Müziğinizdeki değişimi ve farklılaşmayı ne yana yönlendirdiniz? Gökçe: Giderek ön plana çıkan en belirgin değişimimiz elektronik altyapıların müziğimize yayılması. Besteleme sürecinde endüstriyel sesleri artık sıkça kullanıyoruz. Doğu ve Batı hadisesine gelince, bunlar genelde hesaplanmadan ortaya çıkan şeyler. Barkın: İlk albümde yapmaya çalıştığımız daha belliydi, ama sonra bu coğrafyanın müziklerine gitmek için bazı formları kırdık. Selçuk: Tavır olarak “buralı rock” halimizi koruyoruz. Belki biraz şehirli olmanın değişimi hissediliyor. Bunu da elektronik müzikle sağlamaya çalışıyoruz. Replikas dili, tanımlamaları ile kendine özel anlatıya sahip. Bu tarz çok düşünülmüş bir tavır mı yoksa kendiliğinden mi gelişti? Gökçe: Metaforları koruyarak şiirselliği elde tutuyoruz, ama sözler için özel etütlerimiz yok. Biz ekip olarak birlikte büyüdük, hepimizin varoluşsal problemleri ortak, o yüzden de sözler farklı kişilerden olsa da aynı ağızdan çıkmış gibi geliyor. Gündelik hayatta bu anlatılara ne kadar yakınsınız, yani bu sözler gerçekte ne kadar “siz”? Gökçe: Kişisel ve grupça maruz kaldığımız hayat bize bunları yazdırıyor. Biz zamana, kişiye ve duyguya göre renk değiştiren sözleri dinlemeyi ve yazmayı seviyoruz. Zaten müziğin hesabı da dinleyenindir. Orçun: Müziğe ticari yaklaşanlar oldukça biz zor anlaşılır, ama çekici yerimizi koruyacağız. Çünkü dinleyenler bizim anlam dünyamızı eşelemeye devam ediyor. Elbette eleştiriler de oluyor, “bunlar ne saçmalıyor” denebiliyor, ama bu farklı bir disiplin ve gelenekten geliyor. Biz bir Replikas dünyası oluşturmaya çalışıyoruz. “Köledoyuran”, “Dadaruhi”, “Avaz” ve 2006 yılında film müziklerinden oluşan “FM” ile 15. yılınızı geride bıraktınız. Vardığınız nokta “olgunluk” mu? Selçuk: Bunu olgunluk olarak görmüyoruz, çünkü “biz olduk” demek “artık buyuz” anlamına geliyor. Biz sürekli değişimden yanayız. Replikas sahnede seyirciyle arasına bir mesafe koyuyor gibi. Çok sakinsiniz, coşkulu seyirciden kopuk duruyorsunuz. Niye böyle? Selçuk: Klasik normlardan uzağız, grubun içerisinde öne çıkan, solo şov yapan yok. Birinin bir konuşma yapması gerektiği zaman herkes birbirine bakıyor. Bizim sahnede en iyi yaptığımız şey müzik... Dinleyici ile iletişim kurmak değil. Gökçe: Belki sahnede mesafeli olabiliriz, ama oradan indiğimizde herkes gibiyiz ve dinleyicilerin arasındayız. Yani rock star kavramında sahnede iletişim, eğlence, coşku ve sohbet vardır. Sahneden inince o biter. Buna da profesyonellik denir. Bizde bu yok, aslında mesafesiziz. Replikas epey tecrübeli bir grup sayılır. Yeni grupları nasıl buluyorsunuz? Orçun: Türkiye’de MTV kriterleri var ve yeni gruplar çok çabuk yırtmanın derdinde. Görünür olmak çok önemli ve bu yüzden her şeyi yapabilecek türden müzisyenler yetişiyor. Bu da temelsizlik yaratıyor. Oysa müzik üzerine ciddi kafa yormak gerekli, çünkü gerçek başarı kriterleri farklı. G Emek ve imkânsızlık: Black Tooth Uğur Akagündüz B lack Tooth, Türkiye’nin son dönemlerde çıkardığı en önemli gruplardan Ankaralı Southern Metal grubu. Vokalinde Tuna Vural, elektrogitarda Orcan Kolankaya, basgitarda Deniz Karadoğan ve bateride Onur Akça bulunuyor. 2004’te kurulan grubun tarzı, Tuna Vural’ın anlatımına göre Orcan Kolankaya’nın 2006’da katılmasıyla şekilleniyor. Böylece Türkiye’deki ilk Southern Metal grubu ortaya çıkıyor. Southern Metal, ABD’nin güney eyaletlerine özgü bir müzik tarzı. Grup adını fanı oldukları Pantera grubunun favori içeceği Black Tooth’dan, yani Kanada viskisi ve kola karışımından alıyor. Black Tooth Southern Metal müziğin doğası gereği gözünü önce ABD’ye dikiyor ve müzik çalışmaları böylece başlıyor. Kısa bir süre önce kurulmasına rağmen şimdiden sadece Teksas’ta on iki fan kulübü, “Dimmebag” özel ödülü ve “Southern Rock Society” üyeliği var. İlk albümleri 2009’da çıkacak, yurtdışı dağılımı için de her şey hazır. Tuna Vural hem heyecanlı hem de huzursuz. “Ülkemizdeki piyasanın durumu belli, bu nedenle amacımız Türkiye değil yurtdışı olacak” diyor, “Türkiye’deki tek amacımız burada bizi seven dinleyicinin elinde Black Tooth’a ait bir albüm bulunması”. Biz sohbete devam ederken konuştuğumuz barda Black Tooth‘un “Iron Clad” şarkısı çalmaya başlıyor ve ortam biraz daha canlanıyor. Belli ki bar Black Tooth sevenlerle dolu. Konu, “Ride For Dimme” festivalinden açılıyor. Bu festivale katılma süreçleri çok ilginç. Tuna Vural anlatıyor: “Grubumuzun internette bulunan şarkıları öldürülen ABD’li efsanevi müzisyen Dimmebag Black Tooth, 2004’te Ankara’da Tuna Vural ve Deniz Karadoğan tarafından kuruldu. Türkiye’nin ilk Southern Metal grubu, ancak Türkiye’den ziyade ABD’de tanınıyor. Grubun sadece Teksas’ta 12 fan kulübü var.. Darrell’in eşi Rita Haney’in dikkatini çekiyor. Bize internetten ulaşan Rita Haney, eşi adına düzenlenen bu festivale davet etti.” Black Tooth’un 2007’de “Ride For Dimme” festivaline çıkması, Türkiye’deki gruplar için bir ilk. Festivale 2008’de de katılan grup kuralların bozulmasına neden oluyor, çünkü festivale birden fazla katılım yasak. Festivaldeki konserden hemen sonra grubun ismi ABD’nin güney eyaletlerinde duyulmaya başlıyor. Grubun fan kulüpleri kurulurken ABD’nin kapıları gittikçe Black Tooth’a açılıyor. Her yıl düzenli olarak yapılan Ozzfest’e katılma fikri ise Black Tooth’un ne kadar yükseldiğinin göstergesi. Vural, “İlk olarak 250300 grup arasında yapılan bir yarışmaya katıldık. Yarışmada ilk yirmiye girdik. Bununla da kalmayıp yirmi grup arasından ilk ona kaldık. Böylece bu on grup Dallas’ta yapılan büyük yarışmaya katıldı ve biz ikinci olup Ozzfest’e katılma şansı kazandık” diyor. Black Tooth, Ozzfest’e katılan ilk Türk grup. Birlikte sahne aldıkları grupları sorduğumuzda Ozzfest’in ne kadar büyük bir festival olduğunu anlıyoruz; dünyadaki en önemli müzisyenlerden Ozzy Osbourne, Metallica, Max Cavalera’nın son kurduğu grup Cavalera Conspiracy, son dönemlerin yükselen grubu Devil Driver, Kingdom Of Sorrow, Drowning Pool... “Evimizde CD’sini dinlediğimiz, DVD’sini izlediğimiz pek çok grupla Ozzfest’te müzisyen sıfatıyla bir aradaydık ve en önemlisi de Sharon Osbourne’un bizi festivallerine katıldığımız için kutlaması oldu” diyor Vural. Black Tooth’u yakalamışken gelecek planlarını sormamak olmazdı. İmkânsızlıktan yakınarak başlıyor yanıta. Katıldıkları başka bir yarışmada Rob Zombie’nin Scum Of The Earth isimli grubunu geçerek birinci olan ve dünyaca tanınmış “Hellyeah” grubu ile turne kazanan Black Tooth, imkânsızlıktan bu turneye katılamamış. Vural, “ABD’de kalıp gelmeyebilirdik. Fakat hepimizin belirli işleri var ve yıllık izinlerimiz bittiği için geri dönmek zorunda kaldık” diyor. Şimdiki planları, Avrupa ve Asya’da da isimlerini duyurmak. Vural, haber kesinleşmese de ABD’li gruplarla birlikte Asya’da bir festivale katılabileceklerinin müjdesini veriyor. Tabii eğer imkânlar sağlanırsa! G Jeff Buckley Sonbahar klasikleri bu albümde... T arzının klasikleşmiş müzisyenlerinden 18 sonbahar şarkısının bulunduğu “The Season CollectionAutumn Leaves” Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Albümdeki şarkılar dünya müziğinin en güzel örneklerinden seçmelerden oluşuyor. Yunan yorumcu Mario Frangoulis’ten “Skotinos Erotas”, Küba müziğini Fransız müziğiyle harmanlayan Cyrius’tan “Pinter Delson”, yine Küba’nın tanınmış piyanistlerinden Bebo Valdez ile Gypsy müziğin güçlü vokallerinden El Cigala’dan unutulmaz İspanyol klasiği “Lagrimas Negras”, yeni dönem caz müziğin Avusturalyalı genç yeteneği Mark Sholtez’den “If You Were A Song”, aynı tarzın buğulu seslerinden Lizz Wright’tan “This Is”, Nina Simone’la ünlenen 1960’ların unutulmaz klasiği “Don’t Let Me Be Misunderstood” ve yepyeni yorumunda Lyambiko bu müziklerden birkaçı. Ayrıca Santana, Jeff Buckley, JJ Cale, Carly Simon, John Lucien ve Vaya Con Dios da albümde. G Müziksel sinerji: Amadou ve Mariam Zekeriya S. Şen madou Bagayoko ve Mariam Doumbia Mali’nin en meşhur sanatçıları. Otuz yıldan beri evli olan bu iki sanatçı müziksel sinerjilerinin yanı sıra ülkelerinin ilk ve tek uluslararası çapta üne ulaşan ikilisi. Adları uluslararası platformda duyulmadan önce kısaca Mali’den gelen bu kör ikili sadece sanatçı olarak bilinirdi, oysa şimdi kültürlerarası birer elçiler. 1974’te, Mali’nin başkenti Bamako’da bir körler enstitüsünde tanışan ikiliyi birbirlerine yakınlaştıran dinledikleri İngiliz müziği, özellikle Pink Floyd, Led Zeppelin ve AC/DC gibi gruplar oldu. Bu etkilenmeyle birlikte müzik yapmaya başladılar ve evlendiler. Çift Mali’de stüdyoların yetersizliği nedeniyle prodüktörlerin, müzik dükkânlarının bol olduğu Batı Afrika’daki Fildişi Sahilleri’ne taşındı. Arka arkaya ağırlıkta Afrika blues üzerine yapılandırılmış dört kaset çıkarttıktan sonra önemli birkaç prodüktörün dikkatini çektiler. Bu, daha A rahat çalışabilmek Fransa’ya yerleşmelerine engel olmadı. Fransa’da, MarcAntoine yönetiminde üç albüm daha kaydeden Amadou ve Mariam yavaş yavaş kendilerine önemli bir dinleyici kitlesi sağladı. Hayranları arasında Mano Chao’un da bulunması ikilinin hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Amadou ve Mariam’ın bir parçasını radyoda dinleyen Mano Chao, yerel bir gazeteye verdiği röportajda onlardan söz edince tanışma gerçekleşti. Üçlü zamanlarının çoğunu stüdyoda buluşmaya ayırdı. Chao ve Bagayoko’nun gitarlarla şakalaşması, üzerine Mariam’ın eşsiz vokallerinin yerleştirilmesi büyülü bir sonuç yaratınca ekip birlikte albüm kaydetmeye karar verdi. “Dimanche a Bamako” adlı çalışma 2005’te raflarda yerini aldı ve 500 bin üzerinde bir satış grafiği yakaladı. Bu hayatlarını ve yaşama biçimlerini de değiştirdi. İkili, festivallerden gelen davetle dünyayı gezmeye başladı. Bu seyahatlerin bir nedeni de Sightsavers International adlı STK’nin temsilcileri olmalarıydı. Bu örgüt körlerin hayatlarını kolaylaştırmayı amaçlıyordu. Amerika dahil olmak üzere birçok ülkede müzikseverin ilgisini Mali’ye çekmeyi başaran ikili geçen günlerde, “Welcome To Mali” adlı bir albüm çıkardı. Bu defa Mano Chao’dan yoksun olan albüm yine de birçok ünlü isim içeriyor. Bunlar arasında Damon Albarn (Blur, Gorillaz), Etiyopyalı rapçi K’Naan, kora virtüözü Toumani Diabate ve Keziah Jones gibi isimler var. Bamako, Dakar, Paris ve Londra’da on iki ayda kaydedilen albüm, ikilinin müziksel paletini daha geniş bir yelpazeye taşıyor. Nefeslilerden, Afrobeat’e kadar zengin müzik tarzlarını içeren “Welcome To Mali” cümbüş dolu enerjik bir yapıya sahip. İkili Fransızca ve Bambara dillerinde şarkı söyleme özelliğini sürdürürken K’Naan ve Keziah Jones araya İngilizce sözler serpiştiriyor. Tek kelimeyle Doğu ve Batı harmanlaması olan çalışmada Amadou’nun gitarları bir önceki albüme kıyasla nispeten daha az çıkıntılı. Ritimsel olarak Afrobeat kontrolünde raggae ve hip hop sınırlarına sokulan çalışma ikilinin birazcık daha Batı’ya yakınlaşması olarak algılanabilir. Damon Albarn’ın yer aldığı ve albümün açılışını yapan “Sabari” adlı parça bunun en güzel kanıtı. G [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle