17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 ARALIK 2008 / SAYI 1185 3 DERGİDEN janslara düşen Papua Yeni Gine kaynaklı bir haber, kadınlara dair ezberi bu kez esasından bozdu. Haber, anneliğe yüklenen bütün imgeleri, misyonu tuzla buz etti. Çünkü anneler, geleceği kurtarmak adına erkek bebeklerinden vazgeçiyor, dahası onları öldürüyordu. Nedenleri ise yirmi yıldır hayatlarını kanla yıkayan kabile savaşlarına son vermekti. İlk on yılda savaşı ne yaparlarsa yapsınlar durduramayan kadınlar erkek çocuklarının büyüdükçe annelerinin barış isteklerini paylaşmaktansa erkek dünyasının yasalarına uyup savaşçı olmalarından, kendileriyle birlikte, annelerinin, kız kardeşlerinin, eşlerinin ve kabilelerin diğer kadınlarının geleceğini yok etmelerinden usanmış, kendilerine ortak bir yazgı biçmeye karar vermişlerdi. “Minik bebekler büyüdüklerinde önce erkek, kısa süre sonra da savaşçı oluyorlar. Bu korkunç savaş kabilemize sadece ölüm ve yıkım getiriyor” diyor Papua Yeni Gineli Rona Luke, “Kabile kadınları savaşı önlemek için yeni doğan erkek çocuklarını öldürmek konusunda anlaştı.” On yılda kaç erkek bebek annesi tarafından öldürüldü bilinmiyor, anneler arasında bu anlaşmaya ihanet edenler olup olmadığı da. Annelerin savaşı durdurmak için çocuklarını imha etmesi güç kavranabilir bir konu elbette, özellikle de savaşta iki yetişkin erkeğin birbirini yok etmesini meşru gören, ölümü süsleyip püsleyip yeni ölümler için bir tuzak olarak kullananlar için… Oysa insanın temel güdüsü yaşamak, bunca rezilliğe katkı ve tahammül biraz daha fazla yaşamak için! Altmış yıl boyunca gerçek ihtiyaç sahiplerinin değil, kapitalizmin bekasını temel alan İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre Papua Yeni Gineli kadınlar suçlu. Çünkü yaşam hakkını gasp ettiler. İhtimal BM ülkeye heyet üzerine heyet gönderecek, hükümeti kınayacak, cinayetlerin önlenmesini isteyecek! Ülkenin zengin altın ve bakır rezervleri peşinde, bunca kana neden olmalarının sorumluluğu böylece bertaraf edilecek… Ve ihtimal, bildirgenin kâğıt üzerinde de olsa, konut, iş, eğitim haklarını güvence altına aldığını bilmeyen, evleri yıkıldığı için çadırlarda yaşayan geleceksiz Ayazmalıların Papua Yeni Gineli annelerden de hiç haberi olmayacak… Onlar çocuklarına sadece dillerinde kalan son öğüdü fısıldayacak, şükret çocuğum şükret! İyi haftalar... Berat Günçıkan [email protected] Adanalı mı, vur abalıya! Önce sinema, sonra televizyon karakter boşluğuna düşünce Adanalıyı keşfetti. Adana’nın suyundan içen içmeyen herkes sert, şiddet yanlısı, küfürbaz bir Adanalı yarattı. Yaşar Kemal’in, Yılmaz Güney’in kentinin bu yeni popüler erkek ve kadınlarının gerçekle hiçbir ilgisi yok. Yoksulluğu anlatamayan, gerçek şiddeti göremeyen, kendisiyle alay etmektense uzaklardan bir karakter seçip Yaşar Kemal. A seyircinin önüne atan senarist, yönetmen ve yapımcılar Adanalılara göre “Allahına kadar yalancı”... Adana, göç çeken şehirlerden biri. Adana’nın yeni yüzünde bu işsiz göçmenler de etkili. Bugün, kültürsanat etkinlikleri, nitelik ve nicelik açısından birçok kenti kıskandıracak düzeye gelen Adana, bazen bambaşka bir havaya Yılmaz Güney. bürünüyor, inanılmaz görünümler sergiliyordu. Bu yönüyle zaman zaman, yer yer İstanbul’un Beyoğlu’sunu, Paris’in Champs Elysees’ini, New York’un Manhattan’ını andırır... Özellikle, akşamları ışıl ışıl bir renk cümbüşü içinde akıp giden caddeler, Seyhan nehri ve baraj gölü kıyılarına vuran görüntüler insanları farklı boyutlara götürür. O boyutta, dizilerdeki maço kültürün çok uzağına düşer kent; Çukurova’nın, Doğu Akdeniz’in “kültür ve sanat merkezi” diye anılır... Uluslararası Çukurova Sanat Adana’nın yeni yüzü... Artık ne dizilerdeki Adanalılar var ne de eski Adana. Günleri, Çoksesli Müzik Festivali,13 Kare Sanat Festivali ve TÜYAP Kitap Fuarı gibi etkinliklerin düzenlendiği kentte, Altın Koza Film Festivali ise her yıl farklı renk cümbüşünü Çetin Yiğenoğlu belleklere kazıyor. Belki biraz da bu nedenle ekrandan yansıyan Adanalı tipi itici geliyor bu kentin insanlarına... Böyle bir insan tipinin hiçbir zaman olmaması da besliyor bu tepkiyi... Çünkü, o “Adanalıyık / bici yerik / şalgam içerik / karpuzu yararak yerik Adana yiğidi, belleklere kazındığı gibi Allah’a düpedüz sinkaf / gündüzün pambuk (pamuk) doplatır / geceleyin pambuk gibi etmezdi... Bazen “Allahından başlatma...” gibi bir çıkışta kalırdı o avradı donuynan ..... ” Daha önce bu ve benzeri sözleri duyduğumuzda gülüp geçiyorduk... Meslekten bir dostun bir gün Adanalılığı sertlik yanlısı yönüyle anmasına, bir başka dostun da Adana’yı artık magazinci “Pambuk Ayşe”nin temsil ettiğini söylemesine alınmamış, üzerinde durmamıştık... Ancak, son günlerde sözde Adanalı tiplemelerinin TV dizilerinde furya halini alması, internette de bazı uydurma sözlerin Adana patentiyle ışık hızında dolaşmaya başlaması, Adana’ya karşı sorumluluk duyanların dikkatini çekti... Adana ve Adanalı, dizilerde ve internette tanıtıldığı gibi miydi gerçekten? Böyle bir Adana ve Adanalı var mıydı? Vardı da şunca yılın Adanalısı, Çukurovalısı olarak biz mi bilmiyorduk? Uçkurundan, midesinden, paradan başka şey düşünmeyen, sert mizaçlı, kavgacı Adana erkeğini bugüne dek neden tanımamıştık?.. “Gadasını aldığım” gibi özveri ve sevgi yüklü güzel sözü öyle sert söyleyen, sözde Osmanlı, güçlü, çapkın, tuhaf kadın tipine neden rastlamamıştık? Ölü diller mezarlığındaki yerini alan Adana ağzı, Avrupa Yakası’nın ünlü Adanalı karakteri “Dilber Hala”. kentin yaşayan dili gibi acaba neden sunuluyordu? Adana ağzının yaşadığı dönemde bile küçük bir azınlık, altkültür mensubu ünlü söylemi... Öyle, çözümü hep sertlikte arayan biri hiç değildi... tarafından kullanılan ve bugün popülerleştirilmeye çalışılan jargona Tipik bir Akdeniz insanıydı; duygusal, romantik, naif... Yüreklilikse benzemediği halde nedendi bu ısrar? Kullanılan jargonun, bazı yüreklilikti; gözünü budaktan esirgemezdi, ama maçolukla, dizilerdeki Antep ağzı, Makedon ağzı gibi sanatsal masumiyetle magandalıkla ilgisi yoktu... Kabadayılığı da avanta peşindeki lümpen sunulmaması nedeniyle mi alınganlık gösteriyorduk acaba? tetikçi, mafya bozuntularınınkine benzemezdi. Ne yazık ki, Bir kez, betimlenen Adana imgesi gerçeği yansıtmıyor. Dizilerin Adana’nın doğal ve fiziksel çehresiyle birlikte o insan tipi değişti... Adana’sıyla gerçekte nabız vuran Adana’nın hiç ilgisi yok. Bugünün Zaten, hep böyle olurdu, bu kentin yıldızı bir parlar, bir söner... Adana’sında dünya sorunlarının üst düzey yorumlarla irdelendiği, Dünden bugüne hep kolonyel bir bölge olmasından kaynaklanırdı çoğunluğunu niteliksizler ittifaklarının yönettiği kartel gazetelerinin bu. İskender’in, Pompeius’un, Sezar’ın at koşturduğu bu ‘güzel köşe doldurucularıyla, müptezellik ve kan fışkıran televizyonların atlar diyarı’, Herodotos’un ‘Altın ovası’nın merkezi Adana, ekran kuşlarını tiye alabilen niteliğe sahip seçkin ortamlar da var... Hatti’si, Hitit’i, Hurri’si, Mısır’ı, Fenike’si, Asur’u, Pers’i, Yunan’ı, Makedon’u, Roma’sı, Bizans’ı, Ermeni’si, Arap’ı, Selçuklusu ve Osmanlısı gibi yükselen her uygarlığın dikkatini çekmesi, yıldızının parladığı dönemlere denk düşmüştü... Ne de olsa Ortadoğu’daki, üç önemli deltadan (Nil/Mezopotamya) birinin merkezinde kent. Ne var ki, varsıllığının bedelini hep ağır ödedi... Sosyoekonomik gelgitlerin etkisiyle yıldızının her sönmesinde birileri terk etti, her parlamasında yeni, yadırgı, yabancı birileri geldi... Dizilerde, yaratılmaya çalışılan sözüm ona Adanalılar ise bu ovanın güzel atlarına binerek çoktan gittiler yitik bir evrene... Eğer, hâlâ bu kentte yaşıyor olsaydı asla izin vermezlerdi bazı müptezelliklere... Onların boşluğunu “göçer” diye de tanımlanan insanlar doldurdu. Onlar geldiğinde, ırgatlık ya da marabalık, dizilerdeki jargon gibi çoktan yitik bir dünyada kalmıştı. Malum küresel saldırı sürecinde gelen bu insanların sığındıkları kentle tek benzer yanları ise yoksulluklarıydı... Dilleri de, tipleri de benzemiyordu o yitik Adanalılarla dizilerdeki Adanalılara... “Masaya ne katmamı istiyon” diye soran bir dil konuşuyorlardı onlar... Üstelik, her yerde vardı onlardan, İzmir’de, Ankara’da, özellikle de İstanbul’da... Onların gelişi, her yerin biraz köylüleştiği sürece rastladı... Onlar ki, ezilmiş, itilmiş, horlanmış olmanın acısını o jargonun yerine kendi jargonlarını/kültürlerini “katarak” çıkarmaya, kendilerini ifade etmeye çalışan insanlardı sadece. Her şeye, her ilişkiye şiddet “katarak” katılıyorlardı yaşama. Dizilerdeki karakterler, cebinde biber taşıyan, her zaman öfkeli, kavgacı insan tiplemesiyle bu insanlara benziyorlar daha çok... Nedense kentin bu son savruluşundaki günahın hepsi onlara yıkılmak isteniyor, onları yerlerinden, yurtlarından göçürenlerin hiç kusuru yokmuş gibi? Ya onlara aşiş olanağı yaratmayan sözde kent önderlerinin sorumluluğu? O dev fabrikaları birer birer kapatarak ekonomisini 20 basamak gerilettikleri bu kenti rantiyecilikte Türkiye ikincisi yapanların, komprador burjuvalığa soyunarak derebeyliklerini tasfiye ederken Çukurova’nın rant birikimini sanayi sermayesi olarak önce Marmara’ya transfer eden, sonra global finans kapitale eklemleyen sonradan görme ağaların, türedi zenginlerin hiç mi suçu yok? Tek suç, çerçevesini törelerin çizdiği ahlak anlayışının gereğine uygun davrandıkları için düştükleri adliyede kamerayı görünce biraz da ekran için oynayan göçerlerin mi? Adliye haberlerini abartarak yayımlayan İslamcı ve kartel medyaları çok mu masum? Kim bilir, belki de tek suçlu Vahi Öz... O, “Çukurovalı Hacıağa” tiplemesini çizmede bu denli başarılı olmasaydı, bu uydurma Adanalı karakteri de kentin ve sakinlerinin üzerine böyle yapışmayacaktı... Kaldı ki, Vahi Öz’ün yarattığı tipin Adanalı ağa tipi gerçekliğine uygun biçimde olduğu da söylenemezdi… Dizilerdeki Adanalı tiplemesinin durumu daha vahim, tarlada, fabrikada çürüyen Çukurova insanına ise hiç benzemiyor... Zaten, günümüzde, yiğidin harman olduğu o eski Adana da yok, Adanalı da... O eski Adana, malum küresel saldırıda yerle bir edildi... Moderniteyi çağında yakalamış bir kent olma unvanına sahip olan bir Adana, her şeyi ucuzlatan neoliberal ideolojinin biçtiği kılıkla kendine özgü postmodern bir köylülük çağını yaşamaya başladı... Dizilerle internet geyiklerine sinir olan Adanalılar ise ancak yönetmenlerin kafasındaki şablona uyan ekranlardaki Adana’ya sırtlarını dönerek o yitik dünyanın cennet kentini ve güzel insanlarını aramaya başladılar nostalji albümlerinde... G Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle