Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 KASIM 2008 / SAYI 1180 5 Fotoğraf: Gökhan Kali Derdiyoklar’ın derdi hâlâ çok! Ali Deniz Uslu D erdiyoklar 70’li yılların değişen rock anlayışının en sıra dışı ve özgün müzik grubu. Onları Almanya’da bir düğünde izlemeyenler büyük ihtimalle Youtube’daki çılgın videoları ile tanıdı. Elbette akıllara ilk olarak yetmişlerin ortasında sadece Almanya’da değil, bütün Avrupa’da, İran’da, Azerbaycan’da hatta Arap ülkelerinde tanınan ve seksenlere gelindiğinde kaset satışları milyonlara ulaşan Derdiyoklar’ın Türkiye’de neden bu kadar geç fark edildiği sorusu geldi. Aynı yıllarda Barış Manço’yu Türkiye’de parlatan Türküola firması neden Derdiyoklar’ı Avrupa’ya yönlendirmişti. Yanıt Türkiye’nin siyasi tarihinde yatıyor, çünkü grubun kurucusu Alevi kökenli Malatyalı Ali Ekber Aydoğan kasetlerinde siyasi içerikli türküler okuyordu, mesajları keskindi. Malatya’da tanındığı için işi zordu; arabasının tekerlekleri parçalanıyor, camları kırılıyordu, linç kapıdaydı. Onlar da gurbetin yolunu tuttu. Ali Ekber Aydoğan ve hemşerisi İhsan Güvercin yollarına Almanya’da devam etti. İhsan Güvercin 1986’da gruptan ayrıldı ve yerini Mehmet Tanış’a bıraktı. Kendi icatları “halay partileri” ile ailenin tüm kuşaklarını bir arada halaya durduran düğünleri yapmaktan, sahnede kendilerinden geçmekten ve iğneli sözlerini söylemekten çekinmediler. Türküleri ağızdan ağza dolaştı. İbrahim Tatlıses “İsyan Etmek Boşuna”yı, Güler Duman “Türkülerle Gömün Beni”yi, Belkıs Akkale “Dam Üstünde Uzun Uzun Bacalar”ı, Sabahat Akkiraz “Yılgın Adası”ını seslendirdi. Biz de Derdiyoklar ikilisini, Ali Ekber Aydoğan ve Mehmet Tanış’ı, İstanbul’da bir konser öncesinde bulduk. İşte Anadolu rock hadisesinin gerçek kahramanlarının anlattıkları. Zorlu, dolambaçlı müzik yolculuğunuzda otuz beş yılı geride bıraktınız. Derdiyoklar Youtube sayesinde yeni kuşak tarafından da tanındı. Önce eğlenceli ve komik bulundu. Otuz yıl önce saykodelik pop rock tavrını bu kadar coşkulu yaşayan kimsenin olamayacağı düşünülüyordu. Mehmet: Derdiyoklar Youtube ile çok büyüdü. Önce anlaşılmadı, tuhaf karşılandı sonra başka bir şeye dönüştü. İnternette kendimizi izlemek tuhaftı. O dönemde bizim düğünlerde, derneklerde yaptıklarımız kadar, bizi seyredenlerin duruma alışkınlığı da izleyenlerin kafasında soru işaretleri yaratıyordu. Sahnede ayakla gitar, burunla org çalmanız, kendinizden geçmeniz sert eleştiriler aldı. Hiç yanlış bir şeyler yaptığınızı düşündünüz mü? Ali: Sahne şovlarımızla, giyinişimizle hep bir şeyler anlatmanın peşindeydik. Bunu yaparken çekinmedik, çünkü neysek oyduk. Sahnede şalvar ile spor ayakkabıyı giyiyorduk. Bu, bizim tarzımızla Batı Doğu sentezinin bir anlatımıydı. Sahnede aklınızdan ne geçiyor ya da tüm bunlar kontrolsüz bir ayin mi? Mehmet: Bir keresinde Ali Ağabey ile program listesini yaparken ona “İlk şu eser olsun, sonra da bu” dedim. O da dedi ki “Sen ne yazıyorsun yahu, ilk eser tamam da gerisinin ne olacağı belli mi? Belki sonra uzun havaya girerim, sahneden aşağı zıplarım, belki güler, belki de ağlarım”. Yani biz de sahnede nereye varacağımızı bilmiyoruz. Kaosu seviyoruz, onun kendi düzeni var. İsminiz “Derdiyoklar”, ama aslında derdiniz çok, bunları tavrınız ve sözlerinizle yıllardır yansıtıyorsunuz. Ali: Biz hep hayata dair yazmaya çalıştık. Türkiye’deki ilk İsimlerinin Derdiyoklar olması sizi yanıltmasın, çünkü onların hayatla ve sistemle derdi çok. Otuz beş yıldır mücadelelerini müzikleriyle sürdürüyorlar. Muhalif tavırları kadar sahneleri de güçlü ve şaşırtıcı… Grubun kurucusu Ali Ekber Aydoğan yani bilinen ismiyle Derdiyoklar Ali sazı sırtındayken ayağıyla gitar ve burnuyla da org çalıyor. yıllarımızda müziğimiz ve tavrımız yüzünden çok zorlandık, Almanya’da da durum pek değişmedi, hep mücadele ettik. Geçen yıl Almanya’da yabancı düşmanlığı ile mücadele eden sanatçı ödülünü aldık. Şairliğiniz de var, şairleri şiirle anlamak gerekir derler... “Yolculuk Nereye Alman Efendi?” şiiriniz bu anlattığınız düşmanlığa karşıydı sanırım. Ali: Fırınlar yaktığın çağ doğru mu? / kasaplık yaptığın sağa doğru mu? / yirminci yüzyılın son saniyesi / insanca yaşatmak varken herkesi / hoşuna mı gitti ırkçının sesi / Derdiyoklar karşıdır her barbarlığa / insanlar yanmasın çığlık çığlığa / bu gezegen yeter tüm insanlığa / yolculuk nereye Alman efendi? Biz mücadelemizi türkülerimizle veriyoruz. Şimdi de tam mücadele zamanı, Türkiye sancılı bir dönemden geçiyor. Hoşgörüsüzlük hat safhada. Bizi pek konuşturmuyorlar, ama biz hicivle, mecazla, taşlamalarımızı yılmadan yapacağız. Ya haşlanacağız ya da biz haşlayacağız. Zaten iki kültür ortasında gidip geliyoruz, ama köprü müyüz onu bilemiyorum. Örnek olup cesaret verdiğiniz kesin. Ali: Yine şiirle vereyim cevabı; “otuz yıla girmişiz biz / neler görmüşüz biz / daha çocuk sayılırız / güle güle bayılırız / sarhoş olsak ayılırız / bize Derdiyoklar derler / düğünde biz, dernekte biz, Malatya da Kernek de biz / çoklarına örnek de biz / bize Derdiyoklar derler”. Yakın zamanda yeni bir albüm çalışmanız var mı? Mehmet: Eserlerimizi düzenledik, yalın, minimalist bir tavırla geçmişe gidiyoruz. Albümü ise yalnızca konserlerin sayısını arttırmak adına yapıyoruz. G Mariza’nın dördüncü albümü “Terra” yayımlandı... Fadista Mariza... Zekeriya S. Şen ortekiz fadosu müzik ile söylenen şiir ve Portekiz halkının ruhunu ve karakterini yansıtan bir ayna. Jose Paradela Olivera, Amalia Rodrigues, Dr. Edmundo Bettancourt ve gitarist Carlos Paredes gibi efsaneleşmiş fado sanatçılarının bu iletişimi yakalarken son dönemlerde çıkan genç sanatçılar da bu patikaya yavaş yavaş sokuluyor. Bunların arasından hiç kuşkusuz bariz şekilde ön plana çıkan tek bir isim var, o da Mariza. Her ne kadar Amalia gibi bir diva statüsüne erişmesi için daha çok yol alması gerekse bile, Mariza bu yönde tutku ile ilerliyor. Bulunduğumuz dönem fado için en heyecan verici dönemlerden biri, zira eski klasiklerin gün ışığına çıkmasının yanı sıra yeni üretimlerle de tarza bir P hareketlilik gelmiş durumda. İşte böyle bir zaman diliminde dünyanın en çağdaş fado kadın solisti olarak kabul gören Mariza dördüncü albümü “Terra” ile üç yıl sonra yeniden kulaklarımızın pasını silmeye hazırlanıyor. Kuvvetli bir kişiliğe sahip olan sanatçının aynı zamanda cesur ve zarif bir karizması var. Fadoyu yansıtmak ve icra etmek konusunda sağlam fikirlere sahip ve sesinde en ufak bir çekimserlik yok. Aşk, özlem, mutluluk ve hüzün kavramlarını sesi ile işleyen Mariza daha okuma yazmayı çözmeden fado söylemeye başlamış. 2002 tarihli ilk albümü “Fado Em Mim” dahil olmak üzere ölümsüz Fado kraliçesi Amalia Rodrigues ile kıyaslandı. Şu ana kadar profesyonel anlamda en ufak yanlış adım atmayan sanatçı, karizmatik kişiliği ile fadonun özüne sadık kalarak tüm dünyanın kulağını bu tarza çekmeyi başardı. İkinci çalışması “Fado Curvo” ile sanatçılığını tescilleyen Mariza tüm müzikseverlere fadonun sınırları aşabilen ve dinleyenin yüreğini vuran bir tarz olduğunu kanıtladı. Bu tarzı önceden hiç duymamış olanlar kısa bir sürede fadonun karakteristik özelliği olan duygusal bir şarkıcı, Portekiz gitarı ve bas enstrümanına aşina oldu. Oysa Mariza müziğinde bu harmanlamaya saksafon, trompet ve hatta piyano ezgileri katarak fadoyu bir sonraki aşamaya taşıdı. Bu atılım da en önemli unsur ise Mariza’nın sesini çığlıktan, fısıltılara, ağlamalardan, şuhluğa kadar geniş bir yelpazede dans ettirebilmesi... Bu, inanılmaz ilgi çekti. Mariza’nın vokallerinin yanı sıra seçtiği repertuvar, şiirler ve aranjmanlarla bir ayrıcalık yarattığı hemen anlaşılıyor. Öte yandan bir Fadista’nın (Fadoyu hakkıyla söyleyen tutkulu bir sanatçı) normal koşullarda siyah giyindiğini düşünürsek Mariza’nın bu basma kalıplığa uymaması oldukça heyecan verici. Mariza modaya uygun, renkli kıyafetler giyerek mevcut mistikliğine bir de dram eklemeyi başarıyor. Dinleyenlerinin tam olarak nasıl yüreğini kazanacağını çok iyi bilen sanatçı, kültürel sınırları ve dilleri, yeteneğiyle zorlanmadan aşıyor. Eğer önceden fado hiç dinlemediyseniz Mariza’nın bu gelişmekte olan Portekiz sanatına en güzel giriş olduğunu söylemekte yarar var. Mariza yeni albüm ile birlikte yeni prodüktör felsefesini de sürdürüyor. Bu defa prodüktör koltuğuna oturan İspanya’nın en çok aranan prodüktörü, genç sanatçı Buika’yı keşfeden, Javier Limon. Prodüktör kendine özgü akıcı gitar tınılarını albüm boyunca serpiştirmekten kaçınmamış ve bir önceki çalışmalardan aşina olduğumuz yumuşak yaylılar, perküsyon, piyano ve trompet ile yer değiştirmiş. Fado hâlâ ortama hâkim ancak “Terra”da daha bir uluslararası sınırlara sokunulmuş. Albümdeki repertuvar önceki çalışmalara kıyasla daha geniş, sessel palet ise çok zengin. Çalışmada yer alan on dört parça da farklı besteciler tarafından üretilmiş ve katkıda bulunan müzisyenlerin uyrukları Küba’dan Brezilya’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor. Yeni albüm genel olarak daha sık caz sınırlarına sokulurken birden değişen ritimlerle dinleyenleri karşılıyor. Tito Paris ile yapılan “Beijo de Saudade” adlı parça Cesario Evora için yazılmış bir ağıt ve albümün en dikkat çeken çalışması. Buika ile birlikte gerçekleştirilen “Pequenas Verdades” adlı düet fadonun cesur yönünü ve ileride nerelere sokulabileceğini yansıtıyor. “Fronteira” adlı parça ise Chucho Valdes’ın piyanosu eşliğinde fadonun Küba cazı ile birleştiği keyifli bir köprü. Şu bir gerçek ki, Mariza’nın albümleri ona sahip olduğu ünü getirmesine rağmen, asıl hayran kitlesi sanatçının müziğe getirdiği heyecanla oluşuyor. Bundan dolayı sanatçı her çalışması ile sürdürülebilir, kalıcı müzik peşinde koşuyor. “Terra” dikkat çeken gerçekçi melodileri ile gerçekten cesurca ve başarıyla ama fadonun köklerine bütünüyle sadık kalarak tarzı farklı bir yöne itiyor. Mariza’nın kristal net vokalleri hiç olmadığı kadar büyüleyici ve açıkçası albümde negatif eleştiriye fırsat verecek her köşe sıkı sıkıya kapatılmış. G muzik@tikabasamuzik.com C M Y B C MY B