22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Parfüm lüks bir şey mi? Selçuk Erez “Parfümün lüks bir şey değildir!” Bir dergide yer alan söyleşide ünlü parfümcü V. GabaiPinsky, böyle diyordu: “Kadının kendini beğendirmek için başvurabileceği en etkin yollardan birine lüks diyemeyiz!” Seks feromonlarının, yani kelebek, tırtıl ve kaplanların karşı cinsten birini kendilerine çekmek için salgıladıkları maddelerin insanlarca da üretildiğini öğrendiğimize göre Veronique Hanım haklıdır. Ancak, ekonomik kriz maalesef parfüm endüstrisini de ciğerinden vurmuş ve düne kadar “yüzelli yetele artı kadeve”ye satılan ünlü parfümlerin yeni fiyatları, en kalantor alıcıyı bile ürkütecek düzeylere varmıştır. Tabancayla havaya ve çevredeki balkonlara ateş edilmesi geleneğinin yasaklanmasından bu yana düğünler zaten eskisi kadar sık yapılmıyordu. Şimdi de feromon etkili kokular sürmediklerinden eş bulamayan kızlar artık evde kalmakta, düğün salonları ise tek tek kapanmaktadır. Bu acı gelişme, nüfusumuzun Başbakanımızın önerdiği kadar hızla artamamasına yol açacak, Recep Bey önümüzdeki günlerde çıkacağı gezilerde artık eskisi gibi “en az üç çocuk yapın” diyemeyecektir. Çare? Bu felaket, kadınlarımız ancak bundan böyle pahalı Fransız kokuları yerine hacıyağı kullanmaya başlarlarsa sona erebilir. Hacıyağının “Melike dö Sabah, Roz dö Sıra çocuklukta, yani Bal’da... Gönül DönmezColin emih Kaplanoğlu “Yumurta”, “Süt” ve “Bal” üçlemesinin ikincisi “Süt” Antalya Film Festivali’nden ödülsüz döndü. Film ocak ayında gösterime girecek. Gençlik dönemi filmi, modernle gelenek arasındaki geçişi, bu geçiş sırasında bireyin hallerini anlatıyor... Kaplanoğlu filmle ilgili sorularımızı yanıtladı: “Yumurta”, “Süt” ve “Bal’ üçlemesinde her film kahramanın yaşamından değişik devreleri gösterse de aslında zaman aynı, yani şimdiki zaman. Bu, sizin cümleniz. Neden? Sinemanın ana malzemesinin zaman olduğunu düşünüyorum ve bir filmi oluştururken önce zaman algısına yönelik çalışıyorum. Sıraladığınız üç film de aynı karakterin belirli dönemlerini, gençlik, çocukluk ve olgunluğunu anlatıyor. Olgunluktan geriye, gençliğe ve çocukluğa doğru gidiyoruz. Geçmişte bile şimdiki zamanı yaşadığımız için tarihsel zaman dilimi olarak eşyayı ve mekânı kullanmadan filmleri şimdiki zamana yayarak anlatmayı denedim, “Quickcut”lar kullanmadan, çok fazla bölmeden, parçalamadan. “Süt”te belli bir devrin tonu var, önemli detaylar belli bir zamanı çağrıştırıyor. Bilmiyorum, süt evlere hâlâ o şekilde mi dağıtılıyor? Evet. Bugün Anadolu’nun, tam da değişimin ve çatışmanın en yoğun yaşandığı bölgelerinde hem geleneksel olan hem modern hayat bir arada. Modern hayat yayılıyor ve geleneksel üretilen, markasız süt ve peynirin pazarda yer alması giderek azalıyor. Şu an, iki şeyi birden anlatabilmeye çok müsait. Bugünden kopmadan, yani birebir seksenleri anlatmadan orada bir alan açmak beni ilgilendiriyor. S Verlaine, Rimbaud hayranı bir şair adayı. Gelecekten korkuyor. Erkek olabilmesinin ölçüsü annesi… Semih Kaplanoğlu’nun, insanın gelişimini tersten okuyan üçlemesinin ikinci filmi “Süt”te anlattığı Yusuf işte böyle bir karakter. Modern ile geleneksel arasında gidip gelen, değişimin hızından başı dönen Yusuf’un zamanı bugün. Yani film, “bizi” ve bugünü anlatıyor… ŞİMDİKİ ZAMANIN RUHU... Bence “Süt” modernitenin eşiğine gelmiş insanların öyküsü. Yusuf hem süt satıyor, hem de modern şeylerle çevrili… Evet, Yusuf ikisini birden yaşıyor. Şiirle uğraşıyor, edebiyat ya da şairlik anlamında bir meselesi var. Bu onda entelektüel bir zemin hazırlıyor olabilir. Erkeklik durumunun ataerkil bir toplumdaki geleneklerle olan çatışmasında vicdanını nasıl etkileyeceği de söz konusu, çünkü örnek aldığı kişiler, odasına fotoğraflarlarını astığı Rimbaud, Verlaine… C M Y B C MY B Bagdat” gibi hazır satılanları da bulunur, ama satıcısı tarafından çeşitli egzotik maddeler katılmış organik tiplerinin yeğlenmesi daha doğru olur. Bunları 1/3 oranında tuvalet ispirtosuyla karıştırsanız Moco Chanel’i andıran bir koku elde edebileceğiniz söylenmektedir. Hacıyağ nasıl elde edilir? Bazılarının sandığı gibi hacıların sıkılmasıyla değil çeşitli bitki ve hayvan sıvılarından elde edilmektedir. Hacıyağı nerede bulunur? Eyüp, Fatih gibi semtlerde en çok camilere yakın yerlerde çember sakallı kimselerce satılır. Bu kokuları satın almadan öyle parfüm dükkânlarında yaptığınız gibi “tester” şişelerini sürünüp sürünüp koklamanız gerekmez. Çünkü sattığı kokudan dökünmüş olan esansçı aslında canlı bir testerdir ve onu koklamanız yeterli olur. Hacıyağının tarihçesi: Eskiden bayramlarda birçocuğun dedesini ziyaret ettiği, hacıyağ kokmasından anlaşılırdı. Böyle kokmayan çocukların anaları, mahalle baskısından çekinir, çocuklarına “saygısız zındık” damgası vurulmasın diye önceki bayramdan kalmış hacıyağını onların başlarına sürerlerdi. Hacıyağının avantajları: Bu kokuların son kullanma tarihleri daima “sonsuz” simgesiyle belirtilir. Öyle ikide birde yıkanmazsanız çok uzun süre dayanır. Hacıyağında kolesterol hemen hemen yok gibidir, damar kireçlenmesine katiyen yol açmaz. Lorenzo yağı gibi yararlı bir şeydir. Bugüne kadar birçok kadın, birçok erkeğin, gömleğine sinmiş çeşitli parfümler nedeniyle başka kadınlarla flört ettiğini anlamış ve bu yüzden aileler dağılmıştır. Hacıyağ sadece kadınlar değil erkeklerce de sürüldüğünden bunu kullanmak bu tür faciaları önler. Anlayacağınız, hacıyağ sadece ter ve pastırma kokusunu değil, her türlü pisliği öyle güzel gizler ki bunları Kılıçdaroğlu bile fark edemez. G erezs@superonline.com yazma öğrenmeye çabalaması ve bütün dünyada arıların ölmesi ve balın azalması. Kovanlarını daha derinlerde, ormanın içinde kurmak zorunda kalıyorlar. Amaç metaforik olarak dünyanın ruhuna, eksilen, azalan, maneviyata bir çocuk aracılığıyla yaklaşmaya çalışmak ve doğa yoluyla bozulmamış olan şeye, öze doğru gitmek. Bu nedenle de kasabadan kıra doğru yol alacağız. Özellikle sinemanızda dijital jimnastikleri kullanmadığınız için de takdir ediyorum. Artık öyle bir döneme gelindi ki gerçek sinema bulmak zor. O konuda direnmeye çalışıyorum. Kötü kullanılıyor ve çok kolay bir şey. Mesela bir sahnede o ışığı bulabilmeniz için sabah beşte kalkmanız gerekiyor. Şimdi gündüz vakti de çekiyor, bağlantıyı kurar gibiyiz. Ama gençlerin yaptığı kısa filmlere yoğun olarak baktığımda (hep onlardan asistan devşiriyorum kendime) özgün bir Türk sineması yapısı gelecek gibi gözüküyor. Yerli bir kültürden birşey çıkabilir mantığı içerisinde bir kuşak var gibi, daha yerel ama dünyaya da çok açık. Dünya sinemasında ne oluyorsa, en yeni, en iyi ve en otantik filmleri takip eden bir kuşak var. Mesela 1819 yaşındaki çocuklar Tayvan sinemasını da biliyorlar artık, çünkü internet var, DVD’ler var. Yetiştiğim seksenli yıllarda biz hiçbir şey bilmiyorduk, hiçbir şeyden haberimiz yoktu. İlgi de yoktu. Üstelik örneğin Asya sineması önemsenmiyordu. Şimdi Satrajit Ray izleniyor, konuşuluyor. Yani her şey var. O yüzden çok iyiler çıkacak görülüyor. Ulusal sinemadan bahsedebilir miyiz? Şu anda iki durum var. Ben ticari sinema gibi bir ayırım görmüyorum. Bir televizyon ve diziler gibi bir estetiği, yapısı, hikâye kurması, karakterleri olan filmler var, bir de auteur sineması. Bu ne kadar kendine özgü bir sinemadır, bunun cevabını size çok açık seçik veremeyeceğim. Kendi adıma daha bize ait otantik bir yere gitmem gerektiğini hissediyorum ve oraya doğru çabalıyorum ama şart mıdır, onu da bilmiyorum. Mesela Fransızlardan şöyle teklifler geliyor Nuri Bilge’ye de gelmiş gel Fransa’da film çek. Fransız filmi çekmemizi istiyorlar. Neden, anlamıyorum. Fransa’da yaşayan başka kökenli yönetmenler de sonunda kendi çevresini anlatıyor. Ama ulusal bir sinema olmalıdır, olmak zorunda mıdır, bunu da açıkçası bilmiyorum. Dünyanın şu dönemi o kadar karmaşık ki. “Yumurta” filminden. “Süt” filminden... BAL, SENEYE... “Süt”teki Yusuf karakterini nasıl buldunuz? Filmi çekeceğimiz bölgede liselere gittik aradık, ama o güçte birini bulamadık. Sonra Boğaziçi Üniversitesi’ne küçük bir duyuru astık. Başvuranlar arasından Melih’i seçtik. Mardin Kızıltepeli bir çocuk, Boğaziçi’ni kazanmış. Zeki ve duygulu bir insan ve yakın zamanda taşradan gelmiş olması çok önemliydi. Toprakla, doğayla fazla ilişkisi daha bozulmamış, henüz ortada bir yerde duruyor. Orada yetişmiş, iki sene önce buraya gelmiş, burada hayat bambaşka, kızlar filan... Tam sallantıda, hele bir de film teklifi alınca… Ama her şeyi çok iyi kavradı. Bence eğer devam etmek isterse geleceği parlak. Küçük Yusuf bulundu mu? Hayır, onu çekim yapacağımız yerde bulacağız. “Bal”ın senaryosu hazır sanıyorum. Parasal sorunlar çözüldü mü? “Süt”teki Alman ortağımız Heimat ki şimdi Lars von Tiers’in filmini çekiyorlar ve Kırgız, Özbek, Somali filmlerinde küçük ortak olarak çalışan Fransız şirketi Arizona’dan destek aldık. “Bal”da da büyük ihtimalle yine aynı ortaklar olacak. NTV televizyonu hiç ummadığımız bir şekilde “Biz sizin yaptığınız filmleri ve sonraki filmleri de satın almak istiyoruz” dedi. İlk defa böyle bir şey oluyor, inanamadık, sözleşme imzaladık. Kısacası bütçemiz hazır gibi. Seneye Ağustos, Eylül, Ekim aylarında çekim yapacağız. Önümüzdeki süreyi bazı kararlar vererek, mekân bakarak, oyuncu arayarak, oyuncu bulursak onunla çalışarak geçireceğiz. G Annesi de bir değişimin içinde… Evet, annenin oğlan büyüdükten sonra, kendinin de bir kadın olarak istenebileceğini fark etmesi, bunun cazibesini yaşamaya başlaması, yeni bir hayat kurma isteği meselesi var. Bu da şu anda toplumumuzda yaşanan bir şey. Buna çok yoğunlaşmıyorum ama bu açı erkeğin üstünden anlatırken oradaki bir durum olarak ortaya çıkıyor. Bu bir tür şimdiki zamanın ruhuna temas etme çabası. Yusuf karakterinde klasik anlamda bir Oidipus kompleksi görmüyorum. Bana kalırsa düzenin bozulmasından tedirgin bir hali var. Annesi yaşam şartını değiştirirse ona ne olacağı kaygısında... Aynen öyle. Ürettikleri sütün artık bir karşılığı yok. Çocuktaki gelecek korkusu, ya muhafazakârlaşmaya, ya milliyetçiliğe, ya da herkesi düşman görüp dünyadan kopmaya yol açıyor. Çok zor olanı seçip cesurca o hayatın içine atlamak, orada başına gelecek şeylerle mücadele edip yeni bir hayat kurmak da mümkün. Bu, genelde taşradaki gençlerin karşı karşıya kaldıkları bir durum. Filmler giderek daha çok kasaba yaşamına yöneliyor. “Yumurta” şehirde başlamıştı. “Bal”da doğada çok küçük bir yerleşim içinde geçen bir hikâye anlatacağız. Daha da primitif bir yere gidiyoruz, çocuk altıyedi yaşlarında olacak. Ortaya yetişkinlerin de zevk alabileceği bir çocuk filmi çıkabilir. Bunun için uğraşıyorum. Konu, kasabaya yakın küçük bir köyde bir çocuğun okuma kısıyorlar, düzeltiyorlar. Film zaman kaydetmekle de ilgili. Orada olmak, onu hissetmek, soğuksa oyuncunun o soğuğu hissetmesi başka bir şey ve ben ona çok önem veriyorum. Film çekebildiğim sürece mümkün olduğu kadar film olarak çekmek ve hiç müdahale etmemek tarafındayım. Film yıkandıktan sonra renklerle oynayabiliyoruz, biraz. Onun dışında hiçbir şey yapmayıp her şeyi çekim zamanıyla göstermekte kararlıyım. İKİ SİNEMA VAR, BİRİ AUTEUR, DİĞERİ... Müzik de kullanmıyorsunuz... Çünkü etkisiz bir çaba olarak görmeye başladım. Müziğin duygu çıkmamış, onu duyuralım gibi bir konumu var. O zaman oyuncular, kamera ne işe yarıyor? Ben gerçek sesler, aldığımız mekân sesleri gerçeklik duygusu yaratsın ve olabilirse onların dramatik etkisi olsun istedim. Onu da yapabildik sanıyorum. Beğeniyorum yaptığımız çalışmayı. Elemanlar çok iyi elemanlardı ve teknik kalite çok yüksekti. Şu anda Türkiye’de “ulusal sinema” diyebileceğimiz bir sinema var mı? Gerçi bu, ulusal sinema ile ne demek istediğimize de bağlı. Nuri (Bilge Ceylan), Zeki (Demirkubuz), Yeşim (Ustaoğlu), ben bizim kuşağımız arada bir yerde duruyoruz. Bir ayağımız eski Yeşilçam’da, 1970’lerin o çok da sevmediğim sinemasında, bir tarafımızda da işte bu gibi işler var. Bana göre aradaki
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle