22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 16 KASIM 2008 / SAYI 1182 Çocuk hakkı mı, o ne? 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günü. Dört aylık bir bebeğin sadece kız doğduğu için dövülerek öldürülmesi, düşes Ferguson’un gizli kamerayla ortaya koyduğu akıl almaz koruma evleri görüntüleri ve Üzmez’in 14 yaşında bir çocuğu taciz etmesine rağmen salıverilmesinin ardından bu günü iyi anmak pek de mümkün olmayacak. İşte taciz ve istismara uğrayan çocuklara dair uzmanların ve hukukçuların anlattıkları… Deniz Yavaşoğulları ört gün sonra, yani 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü. Biz bugünü anarken ne yazık ki iyi şeylerden bahsedemeyeceğiz. Aklımıza, Hüseyin Üzmez’in tecavüz ettiği 14 yaşındaki B.Ç. veya İngiliz düşes Ferguson’un çektiği insanlık dışı görüntüler gelecek… Dahası da var. Beş gün önce, Çorum’da 12 yaşında bir kıza tecavüz ettikleri ve onu fuhuşa zorladıkları gerekçesiyle 13 kişi tutuklandı, İstanbul’da 12 yaşındaki bir çocuk kendini astı, İskenderun’da dört aylık bir kız çocuğu ölü bulundu, üzerinde darbe izleri vardı, hatta bebeğin kız doğduğu için babaannesi tarafından öldürüldüğünden şüpheleniliyor... Avrupa Birliği Komisyonu, açıkladığı 2008 Türkiye İlerleme Raporu’nda çocuk adalet sistemi, korunmaya muhtaç çocuklar, çocuk işçiliğiyle mücadele ve eğitim alanında daha fazla çaba harcanmasını talep ediyor. Rapor Türkiye’nin çocuk hakları konusunda eskiye göre gelişme kaydettiğini de belirtiyor. Ancak Hüseyin Üzmez’in serbest bırakılması ve buna itirazın geri çevrilmesi gibi gelişmeler, bizlere yasaların ve adaletin çocukları korumaya ve istismarcıları caydırmaya karşı hâlâ çok yetersiz olduğunu gösteriyor. Çocuklara karşı işlenilen suçlarda en çok istismar (kötüye kullanma) öne çıkıyor. Tabii istismar, sadece taciz ve tecavüzden ibaret değil, fiziksel şiddeti de içeriyor. Bir de duygusal boyutu var, reddetme, alay, tehdit, şantaj, yasaklar getirme, yaşam alanlarını sınırlama, küçük düşürme... İstismarın, çocukların psikolojisine nasıl yansıdığını Uzman Dr. Çocuk ve Ergen psikiyatr Ahmet Çelikaslan’la konuştuk. İstismara uğrayan çocuklar bu durumu kabulleniyorlar mı yoksa kaçıyorlar mı? Kabullenmelerinden söz edemeyiz. Ancak çocuk yaşadığının farkında ya da yaşadığını muhakeme edecek olgunlukta olmayabilir. Her çocuk bilinçli ya da bilinçsiz yaşadıklarına tepki verir. Bebekler ve küçük çocuklarda huzursuzluk, ağlamalar, uyku ve beslenme düzeninde bozulma, ebeveyne daha çok yapışma şeklinde davranışlar ortaya çıkabilir. Daha büyük çocuklarsa açıktan karşı gelebiliyorlar. Bazen de pasif agresif ilişki biçimi dediğimiz, farklı zamanlarda dolaylı tepkilerle kendilerini ortaya koyabiliyorlar. Ailelerine söyleyebiliyorlar mı? Anne babası ile açık iletişimi olan çocuklar genellikle söylerler ama açık iletişimin olmadığı aile yapısında cesaret edemeyebilirler. Küçük yaştaki çocuklar yaşadıklarına anlam veremedikleri, çok korkutuldukları ya da yaşadıklarından kendilerini sorumlu tuttukları için de suskun kalabilirler. Cinsel istismarın üzerini kapatanlar genellikle olayı dışardan bilen üçüncü şahıslar… Ensest ve aile içi cinsel taciz olaylarının örtbas edilmesinin en sık nedeni töreler ve hurafeler. Bazen çocuk da yaşananlardan sorumlu tutulabiliyor. Kötü davranmanın “hak edilebileceğini” düşünen, çocuğu “kendisi kaşınmakla” suçlayan büyüklerin sayısı hiç de az değil. Bu çocuklar sosyal hayatlarında diğer yaşıtlarından ne gibi farklılıklar gösteriyorlar, davranış bozuklukları gösteriyorlar mı? Çok standart bir profil yok. Ancak yaşından beklenmeyecek yoğunlukta cinsel ilgi ve merak artışı olan (cinsel tacizin en güçlü belirtisidir), çevresini ayartıcı davranan ya da abartılı bir mahremiyet duygusuna kapılan çocuklarda cinsel istismar akla gelmelidir. İstismara uğrayan çocuk kendisi de aynı yöntemi kullanmayı öğrenir, arkadaşlarına karşı uyumsuz olur. Özgüven kaybı, sosyal içe kapanma, ifade zorluğu, utangaçlık, sinirlilik, saldırganlık, kaygı artışı ise bütün istismarlarda görülür. Uzun süreli takiplerde; atlatılamayan travma nedeniyle duygusal küntlük, korku ve kaygı, akademik başarısızlık, sosyal fobi, cinsel sorunlar, alkol ve madde kullanımı, intihar girişimleri sıktır. Peki istismarın ardından kız ve erkek çocuklarının tepkilerinde, psikolojilerinde farklılıklar oluyor mu? Kız çocukları daha çok içe, erkek çocukları daha çok dışa dönük davranışlar sergiliyorlar.Yine de bu konuda çok keskin genellemeler yapmak doğru değil. Siz en çok hangi şekillerde istismara Ahmet Çelikaslan. uğramış çocuklarla karşılaşıyorsunuz? Türkiye’de aileler çocuklarını terbiye etmek, onların tabiri ile “söz dinletmek” adına sindirme, şantaj, tehdit, suçluluk duyurma vb birçok yönteme başvuruyorlar. Daha da ileri gidip fiziksel istismara yönelen anne babaların ve öğretmenlerin sayısı bilinenden çok daha fazla. Seyrek de olsa cinsel taciz olguları ile karşılaşıyoruz. Ağabey tarafından kız kardeşe, dede tarafından toruna, bir kuzenden diğer kuzene, yaşça büyük arkadaştan küçük olana ve bir yabancı tarafından çocuğa yapılan cinsel istismarlara rastladım. Aile içinde yaşanan ensest olguları biraz daha geç ortaya çıkıyor ve ebeveynleri daha çok zorluyor. Anneler babalardan daha fazla depresyon yaşıyorlar. Aile ne kadar telaşlı ise çocuk da istismarın etkilerini o kadar zor atlatıyor. Tüm bu konularda, çocuklarını korumak adına anne ve babalara ne gibi görevler düşüyor? Öncelikli görev anne babaların. Ancak çocuklara yönelik tacizlerin önlenmesinde ve çocukların gördükleri zararların en aza indirilmesinde yasa organlarına, eğitimcilere, hatta bütün vatandaşlara görev düşüyor. Her gün ekranlarda, dizilerde, sitcom’larda büyümüş de küçülmüş çocuk oyuncuların, erişkin jargonu ile erişkin dünyasının gönül ilişkilerinde rol aldığını görüyoruz ve izleyicileri de çoğu kez çocuklar oluyor. Çocuk güzelliği birçok ticari reklamda ayartıcı argüman olarak kullanılıyor. Güzellik yarışmaları ve ilgili sektörler ortaya sürekli olarak 1415 yaşında lolita mankenler sürüyor. İnternet ortamında işlenen suçlarda hâlâ yasal boşluklarımız var. Çocuğun ve ergenin cinsel argüman olabildiği bir popüler kültürümüz var. Özetle, çocuğu cinsel istismardan korumak bütün büyüklerin sorumluluğudur. G D FATMA BAŞAR (İstanbul Barosu Çocuk Hakları Komisyonu Çocukların en çok maruz kaldıkları suçlar istismar; yani şiddet, cinsel taciz ve ailenin ihmali. Çocuk hakları sözleşmesine göre herkes 18 yaşına kadar çocuktur ve çocuğun bakımından aile sorumludur. Aile bakamıyorsa da devlet... Önce aileler bu mantığı kavramalılar. SHÇEK’lere bırakanların sayısı da artıyor. Yaptığımız hesaplamaya göre o kurumlarda 34 çocuğa bir kişi düşüyor. Bence bu konuda atılacak ilk adım oradaki işçileri biraz memnun etmek, çalışma saatlerini azaltmak olmalı. Özürlü çocuklara bakmak gerçekten zor. 14 yaşta bir çocuğa tecavüz suçu içinse kanunda hiçbir şeye bakılmadan sanığın tutuklanması ve en az sekiz sene cezaevinde yatması gerektiği belirtiliyor. Bu tip olaylar çok oluyor, çevrelerinde bir çocuğun istismara uğradığını görenler hiç vakit kaybetmeden en yakın karakola, savcılığa gidip bildirmeli. Çünkü bunu çocuğun kendisi yapamaz... İnanmak ya da inanmamak Furkan Baran D in kültürü ve ahlak bilgisi dersi, 82 Anayası’nın 24. maddesinde yer alan, “Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi İlk ve Ortaöğretim Kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” hükmü ile birlikte kimliğinde İslam dinine mensup olduğu yazılan her TC vatandaşı için zorunlu bir ders. Dersten Hıristiyan ve Museviler muaf olabiliyor, onlar da 1990’dan beri. Dersin adı “din kültürü ve ahlak Bilgisi” ama içeriği neredeyse tamamen İslamiyet’ten oluşuyor. Diğer dinlere veya mezheplere ayrılan yer oldukça az. Örneğin Alevilik hakkında bilgi ilk olarak 9. sınıfın ders kitabında yer alıyor. Oysaki Türkiye’de Alevi nüfusu azınmanamayacak kadar çok, üstelik bu derse onlar da girmek zorunda. Onlar da bunu geçen pazar Ankara’da protesto ettiler. Din kültürü ve ahlak bilgisi dersine karşı ilk davayı Alevi Hasan Zengin, kızı Eylem Zengin’in dersten muaf tutulmaması üzerine açmıştı. Bugün üniversite öğrencisi olan Eylem Zengin davayı açtıkları sırada 7. sınıftaydı. İç hukukla bir yere gelemeyen Zengin sonunda AİHM’ye başvurdu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü düzenleyen 9. madde ve anne ve babanın dini ve felsefi inancına uygun eğitim verilmesini düzenleyen ek protokol1’in 2. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle dava açtı. Haklı bulundular. Tabii iş işten geçmiş Eylem Zengin eğitim hayatı boyunca bu dersi almak zorunda kalmıştı… Karar, diğer öğrencilerin de önünü açmadı. Ancak şimdi Avrupa Birliği, 2008 İlerleme Raporu’nda Türkiye’den AİHM’nin zorunlu din dersiyle ilgili kararının uygulamasını istiyor... ÇOCUKLAR NE YAŞIYOR? Peki bütün bunlar olurken çocuklar ne yaşıyor? 15 yaşında bir kız olan D.K ne Alevi ne Hıristiyan ne de Musevi. Ateist, ancak nüfus kâğıdında dini İslam olarak geçiyor. Bu onu kızdırıyor, çünkü yine de din kültürü ahlak bilgisi dersine girmek zorunda. Bugün lise birinci sınıfta okuyan D.K “Annemlerin zamanında seçmeliymiş, annem bugüne kadar bir Alevi Hasan Zengin, kızı Eylem Zengin’in din kültürü ve ahlak bilgisi dersinden muaf tutulmaması üzerine AİHM’ye başvurmuş ve haklı bulunmuştu. Ancak kararın ardından hiçbir şey değişmedi. AB Komisyonu’nun açıkladığı 2008 İlerleme Raporu’nun çocuklarla ilgili bölümlerinde inanç özgürlüğüne de değiniliyor; Avrupa Konseyi Türkiye’nin AİHM kararını uygulamasını bekliyor... defa bile girmemiş” diye sitem ediyor. Ona göre ders biraz da öğretmenlerin insiyatifine bağlı. Bugüne kadar çok okul değiştirdiği için bu tespitte bulunduğunu söyleyen D.K “Bazı öğretmenler dua ezbeletirdi, tahtaya kaldırıp ‘abdest almayı göstererek anlatın’ diyen ve bundan sözlü notu veren bile oldu” diyor. “Aynı dönem arkadaşlarıma sorduğumda, kimisi kendi hocasının böyle şeyler yaptırtmadığını kimisi de daha beterini yaptırdığını anlatmıştı. Bu derse girmesem o boş saati benim için çok daha yararlı olacak bir şekilde geçirebilirim. Sonuçta hem inanmıyorum hem de hoşlanmıyorum, ama ne kadar rahatsızlık verirse versin girmek, istenilenleri de yapmak zorundasın”… C. Y ise bir Alevi. 16 yaşında lise ikinci sınıfta okuyor, erkek. Onun pek de umrunda değil bu ders, “geçmek için çalışıyorum işte, ne yapayım” diyor. AİHM kararı üzerine de “muaf olsak çok iyi olurdu” diyor. C. okullarında din dersinin zaten çok “geyik” geçtiğini anlatıyor. Daha küçükken bu dersten daha çok rahatsız oluyormuş, özellikle de Alevi olduğunu açıklamak durumunda kalmaktan, arkadaşlarının buna dair sorular sormasından. O zamanlar gerçekten bu derse hiç girmek istememiş, dersi bir işkence saymış. “Ama şimdi bir yıl daha dayanacağız, bu saatten sonra benim için muaf olsa çok bir şey değişmez” diyor… Musevi S.Y için durum çok farklı, o bir kolejde okuyor. Normal bir okula kendi isteğiyle gittiğini sölüyor, dini inançları da çok kuvvetli değil. Dersten muaf tutuluyor, ancak bazen de bunun rahatsızlık verici olduğunu söylüyor. Ona göre ders ayrımcılığa da sebep. “Keşke hiç böyle bir ders olmasa ne gereği var, burası laik bir ülke değil mi” diye soruyor. “Hem zaten etraf Kuran kursu dolu, isteyen çocuğunu İslam bilgisi alsın diye oraya gönderebilir”… G Kolaj: Zeynep Özatalay C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle