22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 KASIM 2008 / SAYI 1182 5 Bir deniz masalı Berat Günçıkan Z aman az, oradan oraya koşturuyor, fotoğraflar asılıyor, katalog son kez gözden geçiriliyor, afişlerin yerini bulup bulmadığı soruluyor. İlker Maga, “İstanbul: Bir Deniz Masalı” sergisiyle Avrupa’ya kendi İstanbul’unu anlatıyor. Daha doğrusu İstanbul masalını Bremen’e taşıyor. Bu yerleşik bir sergi değil, bütün Avrupa’yı dolaşacak ve Avrupa Kültür Başkenti olduğu yıl, yani 2010’da İstanbul’da soluklanacak. Maga ile onca telaşının ortasında, Leica Fotografie International’in son sayısında geniş bir yer ayırdığı, 7 Kasım’da açılan, 4 Ocak 2009’a kadar sürecek sergisini konuştuk. ilişkisi de başka. Her anlamda bir övgü yok söyleyeceklerimde, masalımsı bir hava her zaman saklıdır bu şehirde; reel ve irreel iç içedir. İstanbul’u diğer dünya şehirlerinden ayrıcalıklı kılan özellikleri size bir liste olarak hazırlayabilirim. Bir şehirde kaybolmak mı, kendini bulmak mı? Sizce hangisi daha tehlikeli ya da cazibeli? Bence birey olmayı becermiş bir insan şehirde kaybolmaz. Sadece şehrin güzelliklerine kendini bırakıp kaybolmak ister ve bu da bence o şehrin o insanı çektiğine işarettir ve geliştiricidir. İstanbul hep Batı’ya pazarlanan bir kent oldu, oryantalist iştahı yatıştırmaya yönelik fotoğraflarla tanıtıldı. Oysa sizin fotoğraflarınızda kalıcılığa ya da geçiciliğe yer vermeyen, tarihi kendisiyle başlatan insanlar var, bir anlamda sahici İstanbul… Bunun tercihiniz olduğunu mu düşünmeliyiz? İlker Maga... Fotoğrafçı ya da sanatçı. Onu nasıl tanımladığınızı pek umursamıyor, hayata fotoğrafla dokunduğunu düşünüyor, fotoğrafında insanı esas alıyor. Bremen’de açılan “İstanbul: Bir Deniz Masalı” sergisinde de insan var. Avrupa’yı ve Avrupalıyı 2010 yılının Kültür Başkenti İstanbul’a hazırlıyor. Ben sizi Adana’dan tanıyorum, sonra da Bremen’e geçtiniz, İstanbul, ne zaman, nasıl kanınıza girdi? Bence her Türkiye’de yaşayan ve belli bir algı düzeyine ulaşmış her dünya insanının kanında olmalı İstanbul. Ancak sorunuzu cevaplarken bu kanaldan ilerlemek yerine İstanbul’un bizim ailemizle ilgisi üzerine bir şeyler anlatmak istiyorum. Şimdilerde herkes İstanbul’da olduğu için bu söyleyeceklerimin tam anlaşılacağını sanmıyorum. Bizim ailemizde vaktiyle 18 yaşına gelmiş her erkek ve kız İstanbul’a mutlaka gönderilir ve bir süre orada yaşaması sağlanırdı. Bu dedemin kuralıydı. Böylelikle aile fertlerine bir şehir ölçüsü verilmek istenirdi. Bu nedenle İstanbul kitabımı da ailemize bu kuralı yerleştiren Mehmet Maga’ya ithaf ettim. İstanbul’a ilk kez üç buçuk yaşımda götürülmüşüm, ama beş yaşından itibaren İstanbul’u hatırlıyorum. 16 yaşımda ise tek başıma İstanbul seyahati gerçekleştirdim, ilk fotoğraflarımı da bu sırada çektim. Gözünüzde İstanbul’u diğer kentlerden farklı kılan ne? Biraz dünya görünce bu farkın daha çok belirginleştiğini söyleyebilirim. Resmi olarak adı öyle konmamış hâlâ, ne yazık, ama dünyanın en büyük “eski şehri” İstanbul. İnsan bazen şehrin birçok yerinde olmak ister; güzellikleri şehrin onlarca yerine bu kadar geniş yayılmış bir şehir bilmiyorum doğrusu. Denizinsan İstanbul, her gün içine aldığı binlerce insanla yeni anlamlara kavuşuyor. Birkaç yıl önce bir kenar mahallede karşılaştığım bir Tuncelili 1972’den beri İstanbul’da yaşadığını söylemişti, ancak Taksim’i görmemiş... Benim için bir toplum günlük hayat içinde çıplaktır. Bir kültürün vitrini sokak, ona hayat veren ise insandır. Bu nedenle İstanbul’un günlük hayatını fotoğraflıyorum. Ama oryantasyonumu yitirmeden: Denizinsan ilişkisi hâlâ birinci sırada geliyor. Artık herkesin bir fotoğraf makinesi var, nereye gidilirse gidilsin, vücudun bir uvzu gibi hissettirilen makineler… Bu bana insanların o anı yaşamayıp dondurduklarını düşündürüyor. Sizse fotoğrafla hayata dokunma imkânı bulduğunu söylüyorsunuz… Bu farkındalığı yaratan ne? Sanat bir mazeret olabilir mi? Günümüzde herkes kendine fotoğrafçı diyebilir. Bu önemli değil, tıpkı fotoğrafın sanat olup olmadığı tartışması gibi. Önemli olan o araca sahip olmak değil, o araçla üretilenler ve onun hayata, insana tesiri... Bir ürün paylaşıma açılmış ve bu paylaşım bir yerlere dokunabilmişse bence değerlidir. Adına sanat denir, denmez mühim değil. Sorduğunuz farklılık bence şöyle bir şey olmalı: Söyleyecek sözünüz varsa bir şekilde söylemenin yolunu bulursunuz. Bu yazı, görüntü ya da sesle ilgili olabilir. Önemli olan söylenecek sözün olması. Bu günümüzde kendini çok ağır hissettiriyor. Elinde dünyanın en pahalı fotoğraf makinesi de olsa, söyleyecek sözü olmayanın yapacağı en ahlaklı şey, susmaktır. Şimdiye kadar kendinize ait bir fotoğraf kitabınız olmadı, fotoğraf üzerine yazdınız, ama ilk kez sadece fotoğraflarla konuşuyorsunuz... Geç kaldığınızı düşünüyor musunuz? Kitap yayımlamada geç kaldığımı kesinlikle düşünmüyorum. Bu benim tercihim. 4243 yaşında geniş bir monografi yayımlamak kolay bir şey değil. Kalıcı ve tesirli şeyler zaman ister. Bense kalıcı ve tesirli işler üretmek istiyorum. Bu da uzun ve yorucu bir yol demek. Kendimi yolun başında sayıyorum. İstanbul, ilk fotoğraf kitabım, ardından yenileri gelecek. İki on yılda biriktirdiklerimi kitap formunda paylaşmaya açmaya başlıyorum. İlk ve son fotoğraf arasında bir hayli zaman açıklığı var. Bu proje hep kafanızda mı çıktınız İstanbul sokaklarına, yoksa sokaklar mı sizi bu sergiye taşıdı? 1987 yılında İstanbul üzerine büyük bir proje yapmaya karar verdim ve bunun için bir dosya açtım. Bu dosya hâlâ durur ve içinde bir de çekim defterim vardır. Sırada hangi kent var? Kendinizi borçlu hissettiğiniz diğer kentler hangileri, örneğin Adana size kendinizi borçlu hissettirmiyor mu? Fotograf anlamında monografik olarak kitaplaştırmak istediğim bir başka şehir yok doğrusu, olabilir belki, ama şimdi yok. Üzerine yazdığım ve metin kitabı olarak yayımlamak istediklerim var. Adana ise bir başka yerde duruyor. Adana’yı İstanbul ile ya da “İstanbul’a borçlu hisssetmek”le Adana’yı karşılaştırmak değil benim sorunum. Sanıldığının tersine dünyada önemli şehirlerin sayısı öyle çok değildir. İstanbul dünyanın en önemli beş şehrinden biridir. Kısa bir tarih gezintisi bile bir sürü ipucu verir bu konuda. Adana ise İstanbul’dan daha eski bir şehir, ama o başka yerde duruyor: Adana ile bağları hâlâ güçlü biriyim ve oradan hala besleniyorum. Benim için güç kaynaklarından biri hâlâ. Adanalı olduğumu büyük harflerle severek yazdım hep. “İstanbul: Bir Deniz Masalı” projenizi neden özellikle bu dönemde paylaşıma açıyorsunuz ve proje dahilinde neler var? Politik hedefler nedeniyle açtığımı söyleyebilirim. Amacım, İstanbul 2010 için Almanya ve Avrupa’da kamuoyu oluşturmak. Avrupa’da entelektüel dünya dahil Türkiye ve İstanbul hakkında bildikleri ne yazık kötü klişeleri aşamıyor. Bunları kırmak istiyorum. Avrupa’da gezici sergi olarak dolaşarak, değişik boyutlarda 100 fotoğraf sergileyeceğim. Proje dokümantasyonu olarak büyük bir boy kitap da basıldı. Avrupa’da dolaştırdıktan sonra projeyi 2010 sonunda İstanbul’da tamamlamak istiyorum. G GALERİ SPLENDİD Karmaşanın ortasında galeri... Deniz Ülkütekin stanbul’un kozmopolit yapısından belki de en çok etkilenen ve bu etkileşimi en çabuk üretime dönüştüren kitle, kentteki genç sanat camiası. Son birkaç aydır galeri duvarlarındaki kendine dönüklüğün yerini güncel konulara değinen işler alıyor. Beyoğlu’nun ara sokaklarından birinde eski bir binada çarşamba günü kapılarını açacak olan Galeri Splendid da kabuklarını kırmaya başlayan Çağdaş Türk Sanatı’nın genç temsilcilerini bir araya toplamayı hedefliyor. Leyla Gediz ve Derya Demir’in projeleri Galeri Splendid’ın ilk gösterimi ise İstiklal Caddesi’ne taşacak işleri de içeren Fetişizm Sergisi. Galeri Splendid sanat izleyicisinin pek de alışık olduğu bir yerde değil. Leyla Gediz: Beyoğlu’nda hiç de karşına çıkmasını beklemeyeceğin bir mekan hazırlamaya çalışıyoruz. İmam Adnan’ın sonunda Süslü Sokak’ta bir binanın altında bir ocak başı, onun üstünde bir kunduracı, onun üstünde de bizim galerimiz var. Bu bina yıllardır Beyoğlu’nun geçirdiği aşamalardan bir şeyleri kendi içinde barındırıyor. Anlattığın çeşitlilik sokakta bir cepheleşme yaratıyor mu? L. Gediz: Kesinlikle hayır. Hatta “açılıştan sonra ocak başında yemek yer miyiz” havasındayız. Sonuçta kozmopolit olması hoşumuza gidiyor. Biliyoruz ki orası Fotoğraf: Hıdır Durman Sanal dünyanın rol modeli İ da yavaş yavaş değişecek ve değerlenecek. Eminim ki böyle bir apartmanda olmanın türlü dezavantajları olacak. Merdivenleri çok dar, iki kat çıkmaktan bahsediyoruz. Gerçekçi olmak lazım, hiçbir zaman oraya çekemeyeceğimiz bir kitle olacaktır. Ne yaparsak yapalım, o sokaktan aşağı yürümeyi reddedecek insanlar tanıyorum. İçerik olarak anlamlı bulduğumuz için mekânı seçtik ama yegâne satış tekniği koleksiyonerleri sergiye getirmek değil. Sonuçta her şekilde sanatçılarımızın çıkarlarını koruyacağız. Derya Demir: Splendid’ı açmaya karar verdikten sonra belli koleksiyonerlere de danıştık. Onların tavrı “bir yerde bir inci tanesi varsa biz oraya gideriz”di. Son yıllarda Türk sanatı yurtdışında da büyük ilgi görüyor. Buradaki durum Çin ve Hindistan’daki gibi değil. Anadolu’da farklı etnik kökenlerden gelen insanların çeşitliliği işlerine de yansıyor. Bu sebeple sonradan birbirine dönüşecek işler çıkacağını sanmıyorum. X BİR KÜLTÜRÜ GÖRÜNÜR KILMAK Galerinizin isminin yabancı olması birtakım eleştiriler aldı... L. Gediz: Splendid bana o kadar İstanbul’a ait bir kelimeymiş gibi geliyor ki. Bu biraz aldığınız kültürle alakalı. Bizde oryantalizmden çok batıcılık var. Galerinin olduğu bina 1874’den kalma bir Rum binası, mimarisi de bunu sonuna kadar yansıtıyor. Bu kökler İstanbul kültürüyle alakalı değil mi? Bu ismi, güzel Türkçemizin değerini bilmediğimizden ya da dilin yozlaşmasına tepkisiz olduğumuzdan seçmedik. Bina her haliyle İstanbul’un gayrimüslim tarihiyle ilgili bir şeyler söylüyor. O açıdan bakacaksak galerinin çevresindeki mekânlar son derece yerel. Biz o yerellikten çok daha önce var olan bir kültürü yeniden görünür kılmak istiyoruz. Çeşitli disiplinlerde “ait olduğun coğrafyanın sanatını yapmak zorundasın” sık yaşanan bir dayatma. Siz bu dayatmayı yaşadınız mı? L. Gediz: Hayır, belki ben o diyalogların içinde yer almadım. İzleyicilerle, bu sorulara muhatap olmayacak şekilde iletişim kurmayı başardım sanırım. Çalışmanızın öyle bir gücü varsa birtakım şeyleri aşıyorsunuz.. Bugüne kadar alternatif disiplinlerden sanatçılarla çalışıyordunuz. Ancak ticari açıdan getirisi olanlar hâlâ resim, fotoğraf gibi geleneksel disiplinler. Buna adapte olmayı nasıl başaracaksınız? D. Demir: Zaten Leyla’yla bir araya gelmemizin sebebi de tam bu dediğin. Yeni insanlarla farklı disiplinlerle çalışan kişileri sevmemiz. Splendid bir ihtiyacın gereğiydi. G Splendid, muhteşem ya da görkemli anlamına gelen bir kelime. Ayrıca Leyla Gediz ve Derya Demir’in ortaklaşa açacağı galerinin ismi. İsmin yabancı olması nedeniyle bazı tepkiler almışlar ama kelimeyi İstanbul’a çok yakıştırıyorlar. Galerinin bulunduğu 19. yüzyıldan kalma bina da kentte yüzyıllardır var olan kültür çeşitliliğinin izlerini taşıyor. ing, işi konusunda uzmanlaşmış ve internetle haşır neşir olanlar arasında son derece yaygın olan bir internet ağı. 2006’da faaliyete geçen Xing yatırımcılar için yeni bir piyasa oluşmasını sağladı. İnternet yatırımları ve girişimciliği alanında bir uzman olan ve Dünya Ekonomik Forumu tarafından kendisine “Genç Global Lider” sıfatı ithaf edilen Lars Hinrichs, genç yaşına karşın bu yeni sayılabilecek alanın en önemli ismi olarak görülüyor. Xing’in kurucusu ve şu anki CEO’su olan Hinrich, hikâyesini ve tavsiyelerini dinlemek isteyenler için İstanbul’da bir konferans verdi. Ardından bizim de sorularımızı yanıtladı. İnternet, bütün sektörler için bir aracı, aynı zamanda başlı başına bir sektör. Sizce internet aracı olduğu sektörlerle baş edebilecek bir konuma geliyor mu? İyi bir soru, daha önce bu soru bana hiç sorulmamıştı. Olaya biraz farklı bakıyorum. Bugün bir çiftçi bile iş gelişimini takip etmek için internet kullanıyor. Bu açıdan bakıldığında internet biraz şartların oluşturduğu “doğuştan” bir sektör. Hatta sektör bile diyemeyiz. Bence sektörden daha çok bir altyapı sistemi. İnternet sayesinde birçok kullanıcı büyük imkânlara kavuşuyor. Bu imkânlar sırf yatırımcılar için değil, kendi evinde program tasarlayan kullanıcılar için de geçerli. İnternetin geleceğini nerede görüyorsunuz? İnternetin insanların birbirleri hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak gibi bir misyonu var. Diğer insanların nerede olduğunu, ne yaptığını internet sayesinde öğrenebiliyorsunuz. Bu kullanıcılar için inanılmaz bir bilgi kaynağı anlamına geliyor. Aynı zamanda iş için de önemli avantajlar sağladığını hepimiz biliyoruz. Ulaşımı ortadan kaldırarak insanların yaptıkları iş hakkında çok daha çabuk ve dinamik çözümler üretmesine olanak tanıyor. Bu kadar çabuk çözüm üretmeye yönelik bir gelişme tarihin hiçbir döneminde olmamıştı. İletişim altyapısı olarak internetin kullanım alanlarının yaygınlaşmasıyla birlikte hayatımızda çok daha önemli rol oynayacağını düşünüyorum. Sizin için global dünyanın sanal lideri deniliyor. İş hayatına atılırken, kendiniz için ithaf edilen bu sıfata yönelik çalışmalar yapmayı planlıyor muydunuz? Kesinlikle hayır. Birçok doğru ve yanlış şey yaptım. Her şey aslında tesadüfen gelişti. Elbette bir işe yatırım yapmaya karar verdiğinizde birtakım planlar yapıyorsunuz. Geçmişinize baktığınızda yaptığınız şeyler hep bir stratejinin sonucuymuş gibi görünür. Oysa ileriye baktığınızda, daima belirsizlik vardır. İnternet yatırımlarında, daha çok işin ticari kısmıyla mı ilgileniyorsunuz? Yoksa ekibinizde fikir paylaşımı da yapılıyor mu? Ben daha çok bir üreticiyim. Tabii ki şirketi de yönetmem gerekiyor. Ancak programlama konusunda benden çok daha başarılı olan insanlar var. Ben de bu alanda olabildiğince az zaman harcamaya çalışıyorum. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle