Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 8 8/2/07 15:26 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 11 ŞUBAT 2007 / SAYI 1090 Karapaks, bugüne kadar derdini anlatamamış bir kuşağın “196468” arası doğmuşların bilinçaltını anlatıyor. Biz bu toprağı sevdik, ama sevilmedik! Bu kabuk meselesini deşebiliriz. Bunu, içindeki yumuşak doku, dışındaki sert doku meselesinin ötesinde içe kapanma, dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunma diye de algılayabiliriz... 196468 arası doğmuş olan kuşağın özelliği de denilebilir sanırım. Ne bugünkü sisteme entegre olabildiler ne de seksen öncesi devrimci ruha yaklaşabildiler. Şarkılar da bu arada kalmışlığın özeti gibi. Uyumsuz aşklardan, o kuşağın zararlı hayallerinden söz ediyorsunuz. Kaan: Şarkılar yazılıp bittikten sonra baktığımızda gerçekten şaşırdık. Bilinçaltımızda ne varsa dökülmüş. Kendime dışardan baktığımda, zararlı hayallerimi düşündüğümde, gerçekten de yaşama zarar vermişim hissi uyandı bende. Bize öyle hissettirildi çünkü. Önümüze koyulan iki seçenekten birini seçmek zorunda kaldık. Yaşadığımız aşklardan tutun, her türlü seçimlerimizde o iki şıktan birini seçmek zorunda bırakıldık. Kötü bir çalışkan olacağına, iyi bir tembel ol diye laf vardır. Biz hiçbir şeyin iyisi olamadık. Kabuğa çekilmekte bir öfke, saldırganlık yok aslında, sindirilmişlik var. Sinan: Bir iç ses diyebiliriz buna. Meydanlarda bağırmak yerine kendi kendine konuşmak diyebiliriz. Sokağa da çıkamıyoruz. Sokaklar sevmiyor bizi. Oraya da aykırıyız. UYKU DA BİR GEÇİT “Bu toprak bizi kabul eder mi?” diye soruyorsunuz şarkınızda. Yeterince sevilmediğinizi mi düşünüyorsunuz? Kaan: Rahat edeceğimiz yer bulamıyoruz. Şurada evimi kurayım, bahçemi düzenleyeyim gibi planlar yapamıyorsun. Hiçbir şeye ait hissetmiyorsun. Hiçbir düşünceye ait olamıyorsun, bir yere bağlanamıyorsun. Bu toprak beni seviyor mu; uğraşsam sever mi diye soruyorsun. Bu toprak bizi sevdi mi? Bizim kuşağı sahiplenmedi. En azından biz onu hissetmedik. Hep çatışmayla dolu, hatırlamak istemediğimiz dönemler geçirdik. Sinan: Sevilen, başarılarla anılan bir kuşak değiliz. O nedenle de bizi sevdin mi diye soruyoruz. Biz bu toprağı çok seviyoruz, ama biz yeterince sevilmedik. Bunun ezikliği belki de sert kabuğun içindeki yumuşak dokuyu koruma derdinde yatıyor. Uyuyunca sanki huzuru bulacakmışsınız gibi bir ifade var şarkılarınızda. Sylvia Plath ise “Uyumak düşlerinizi kemiren mezar gibidir,” diyor. Belki de uyumak bir kaçıştır. Kaan: Uyku da bir geçit. Uyku durumuna geçince her şey kapanıyor. Belki düş görüyorsunuz ama, uyandığınızda çoğu hatırlanmıyor. Unutmak için uyumak da önemli... Sinan: Belli bir saatten sonra insanlar ışıklarını kapatıp uyuyorlar. Toplu bir eylem gibi. Sonra gün doğuyor ve büyük bir çoğunluk uyanıyor. Müthiş bir şey aslında. Dışarıdan biri, insan dışı herhangi bir canlı bizi izlese; şaşıracağı bir şey bu. Hummalı bir faaliyetle herkes yatay duruma geçiyor. Şöyle düşünebilir dışarıdan bakan; bu bir ayin mi? Ya da bir şekilde makineye girip şarj mı oluyorlar? Neticede metabolizmanın gerçekleştirdiği bir zorunluluk bu, tercih değil. Ama orada neler oluyor, oradan neler besleniyor, uykunun ardından insan nasıl kalkıyor... Kaan’ın o dönemde yazdığı, uyku halinde ve sonrasında neler olabileceğine dair şeyler. Gerçekle hayalin çakışması da irdelenmiş şarkılarda… Kaan: Gerçekler o kadar ezici ki, insan yaşamında artık hayale çok yer yok. Hayaller daha masum, yumuşak. Sanki o masumiyete ulaşmak artık çok güç. Yarın cennet olacak Deniz Durukan M avi Sakal üyelerinden Kaan Altan, Andy Wand ve Sinan Tansal’ın Timur Kurşunluoğlu ile Kramp’ın eski solisti Erdinç Ünlü’yü de yanlarına alarak kurdukları Karapaks, ilk albümleri “İkinci Yol” ile karşımızda. Psychedelic temalar, sert ritimlerin yanı sıra yumuşak dokunuşların da hissedildiği, hem yerel hem de Batı’ya dair perküsyonların kullanıldığı son derece önemli bir çalışma. Mavi Sakal, doksanlı yılların efsane grubu. Bir kısmınız o grubun üyelerindensiniz. Mavi Sakal gibi bir grubun ardından Karapaks ismiyle çıkmak bir risk değil mi? Kaan: Mavi Sakal 2000’den beri üretim anlamında pek bir şey yapmıyordu. Sadece birkaç konser verdik. Diğer elemanlar başka işlerde çalışıyordu, kimisi de yurtdışına çıktı. Mavi Sakal’dan ben, Sinan ve Andy, ek bir grup olarak Karapaks pro jesi üzerinde o yıllardan beri çalışıyorduk. Mavi Sakal olarak faaliyet sürdüremeyince bu grupla devam etme kararı aldık. Mavi Sakal’ın son albümü olan “Kan Kokusu”nda Karapaks’ın bugünkü soundundan izler var. Zaten o albümde senin imzan var. Peki, “Kan Kokusu”nu dışarıda bırakıp, bildiğimiz Mavi Sakal sounduyla devam etseydiniz bugünkü koşullarda şansınız ne olurdu? Kaan: Evet, “Kan Kokusu” bu sounda doğru bir yön gösteriyordu. Karapaks’ın diğer elemanlarının oluşturduğu enstrüman çalma tavrı ve değişen solistimizin yorumuyla “Kan Kokusu”nda hissettirdiğimiz sound daha da belirginleşti. Bu kadro ile Mavi Sakal olarak çıksaydık, yapacağımız müzik yine bu olurdu, ama o zamanki kadroyla yapsaydık albüm bu karakteri taşımazdı. Mavi Sakal adı belki işimizi kolaylaştırırdı, ama albümün çıkış tarihi gecikmezdi. Bu albüm çok sert ve karanlık. Aynı zamanda yüzünüzü doğuya dönme gibi bir derdiniz de var. Sizin bu duruşunuz, içe sindirilmiş bir duruş. Yapay değil. Kaan: Yola çıkış nedenimiz öncelikle iyi bir müziğin peşinden gitmek. Buraya ait bir şeyler yapalım, diye özellikle kurgulanmış bir şey yok. Karapaks uzun bir sürecin, birikimin sonucu. Yaşadığımız her şey yaptığımız müziğe yansıdı. Kısacası her şey kendiliğinden, doğal bir akışla gelişti. Şaman kültüründen etkiler de var albümde. Ayin yapar gibi bir ruh hali hissediliyor. Bazı şarkılar da birkaç aşamalı. Yarın Cennet Olacak şarkısı buna örnek gösterilebilir. Kullanılan teknikler, yavaşlama, kendini bırakma, sonra hız kazanma... Ama o hızın da bir sükuneti var. Kaan: Evet, spontane gelişen, biraz aykırı başlangıçlar var şarkılarda. Geçişler özümsenerek, yavaş bir şekilde seyrediyor. Bunlar söylediklerimizi çağrıştırıyor. Orta Asya ve Şaman ritüellerine göndermeler var. Cennet bizi en iyi ifade eden şarkı. Hiddet de var, sakinlik de; aynı hayat gibi. Karapaks’ın özü o şarkıda. Karapaks; deniz kaplumbağasının dışında bulunan o sert kabuk, yaşamı işaret ediyor. Kabuk, içindeki dokunun korunmasını sağlıyor. Müziğimizi de böyle ifade edebiliriz. Şehvetli ritimler: LURA Zekeriya S. Şen enegal’in başkenti Dakar’ın 550 km batısındaki Cape Verde takımadalarından gelen müzik, göçmen müziği olarak sınıflandırılıyor. Ülkenin en bilindik sanatçısı Cesaria Evora olmasına rağmen, son zamanlarda Lizbon’da doğup büyüyen, bir Cape Verde göçmeni olan genç bir şarkıcı, adanın müziğini Amerika ve Avrupa’ya tanıtma bayrağını devraldı. Adı Maria de Lurdes Pina Assunçao, kısaca Lura. 13 Ocak’ta İş Sanat Kültür Merkezi’nde müziğiyle herkesi büyüleyen Lura’nın dördüncü albümü “M’bem di Fora/Uzaklardan Geldim” Sony/BMG etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kolomb’dan otuz yıl önce, Portekizliler tarafından 1462’de ilk Avrupa kolonisinin kurulduğu Cape Verde’nin müziği, Portekiz ve Batı Afrika ezgileri içeriyor. 1975’te özgürlüğünü kazanan Cape Verde, Senagal Okyanusu’na dağılmış on farklı adadan oluşuyor ve her adanın kendine özgü diyalekti ve müzik stili var. Cesaria Evora, takımadaların en kalabalık nüfusuna sahip Sao Vincente, Lura ise Afrika özellikleri taşıyan Santiago adasından geliyor. Evora, Avrupa temelli ağır tempolu mornas ve hızlı coladeraz tarzında müzik yaparken Lura atalarından kalma batuku ve funana (akerdeon bazlı müzik tarzı zamanında çok erotik bulunduğu için kilise tarafından yasaklanmış) gibi oldukça hareketli müzik geleneklerini irdeliyor. S Akustik Foo Fighters Ali Deniz Uslu S on yılların en dikkat çekici gruplarından Foo Fighters, kariyerinin canlı kaydedilmiş ilk akustik albümü “Skin and Bones”u yayımladı. Albüm, grubun “In Your Honor”dan sonra çıktığı turnenin Los Angeles’taki Pantages Tiyatrosu’nda gerçekleşen üç gecelik kapalı gişe konserlerinden derlendi. Foo Fighters grubunun yaratıcısı Dave Grohl, 90’ların kayıp kuşağının müzikal lideri Kurt Cobain’li Nirvana’nın bateristi. Bu da Foo Figters’ı daha ilk anda çekici kılmaya yetiyor, ama kafanızda müzikal soru işaretleri varsa hepsini unutun! Çünkü Foo Fighters ikinci bir Nirvana değil, özgün, güçlü ve bambaşka… Bu konser albümünde ise Dave Grohl, Taylor Hawkins, Nate Mendel ve Chris Shiflett’dan oluşan ekibe, Petra Haden (viyolin), Rami Jaffee (keyboards), Drew Hester (perküsyon) ve Pat Smear (gitar) eşlik ediyor. 1995 yılında, kendi adlarını verdikleri ilk albümleri ile tanıştığımız Foo Fighters, ikinci albümleri “The Colour&The Shape” ile rock müziğe yeni bir soluk getirmişti. 1999’da “There’s Nothing Left to Lose”u yayımlayan grup, bu albümdeki “Learn To Fly” ile en iyi video ve en iyi rock albümü dalında iki Grammy’yi birden kucakladı. 2002 tarihli “One by One”da albümle aynı adı taşıyan parça “All My Life” ve “Times Like This” albümün unutulmazları oldu. Bu albümün sonrasında Dave Grohl, “Queens Of The Stone Age” ile davulcu olarak baget salladı ve “Songs For The Deaf” albümünü kaydetti. Üstüne bu grupla bir de dünya turnesine katıldı ve Foo Fighters’ın yeni albümünün gecikmesine neden oldu. Bu heyecanlı bekleyiş “In Your Honor” gibi bir başyapıtla son buldu. Foo Fighters kimilerine göre bu günlerine Nirvana’nın şöhretini arkasına alarak geldi, ama tanıyanlar iyi bilir ki Dave Grohl yeteneği ile rock âlemlerinin bir numaralı adamı. Ayrıca onun Nirvana’nın gölge kahramanı olduğunu da söylemeden geçmemeli. Elbette 90’lı yıllarda dünyayı sarsan Nirvana’da demlenmesi onun en büyük avantajı. Gelelim yeni albümdeki parçalara: Albüm, harika bir “Razor” yorumu ile açılıyor. “Over & Out”, “Walking After You”, “My Hero” ile iyice kanınıza giriyor. “Next Year”, “Times Like These”, “Best Of You” akustik olarak kulağa çok daha iyi geliyor. Albümün kapanışını ise şaşırtıcı bir kimliğe bürünen “Everlong” yapıyor. CAPE VERDE MELODİLERİ Lizbon’da Afrika müziği yapan Juka’nın daveti üzerine 17 yaşında ilk stüdyo tecrübesini yaşayan Lura, sesindeki potansiyeli keşfetti. Hatta Juka ile birlikte kaydettikleri parça bir anda listeleri altüst etti. Daha sonra kariyerine Cesaria Evora’nın arka vokalisti ve dansçısı olarak devam etti. Yeterince sahne tecrübesi ve tozu yuttuğuna kanaat getiren Evora’nın desteği ile solo kariyerine atıldı. 21 yaşına kadar doğduğu yere ayak basmayan birisi olarak, atalarının topraklarını ve köklerini müziksel olarak irdelemeye karar verdi. Dans pistlerini hedefleyerek kaydedilen ilk albüm “Nha Vida”, ticari bir yapıya sahip olmasına rağmen, entelektüeller tarafından da oldukça beğenildi. Her tempodan parçalar içeren albümde yer alan “Nha Vida/Benim Hayatım” çok büyük bir başarı sağladı. 2002’de yaptığı, adeta zouk (parti anlamına gelen yöresel bir müzik türü) ve R’n’B kokteyli olan, ikinci albümü “In Love” yine gençleri hedef aldı. Belirli bir ticari başarı sağladıktan sonra Cape Verde’nin, Portekizce konuşan, şehvet dolu muhteşem bir gülümsemeye sahip yeni soluğu 1975 doğumlu Lura, 2004’te çıkardığı “Di Korpu Ku Alma/Ruhsal ve Bedensel” adlı üçüncü albümü ile gerçek ve istediği Cape Verde melodilerine doğru yolculuğuna başladı. Lura’nın enerjik şarkı söylemesi ve başarılı yorumu ona kısa sürede ayrıcalıklı ve güçlü bir konum sağladı. Büyüleyici, mest edici, Portekizce sözler ve enstrümantel sentezleri Cape Verde’nin eşsiz melodi ve ritimleri ile karıştıran albüm, 2005 BBC Dünya Müzik ödüllerine aday gösterildi. Müziğini, “göbekten gelen” müzik olarak tanımlayan sanatçı, ritimlerinin kadınlara özgü olduğunun altını çiziyor. 2006 sonundaki “M’bem di Fora” albümünde kültür mirasının Afrika tarafını irdelemeye devam eden sanatçı, yerel ezgileri, büyüdüğü R&B ve zouk ritimleri ile etkileştirerek kıpır kıpır iyimserlik yüklü bir albüm üretti. Paris ve Lizbon’da kaydedilen on üç parçalık albümdeki besteler bağımsız melodi yapısına rağmen sağlam bir bütünlük içerisinde. İlk parça “Bida Mariadu” ile yavaş yavaş başlayan melodisel serüven, “Fitiço Di Funana” adlı son parça ile sorumlu ve sürdürülen bir yapıya ulaşıyor, dinleyeni dans ederek uğurluyor. Zouk, batuku, funana, caz, Flamenko ve R’n’B gibi müzik sentezlerini kendine has özel ses fanusunda karıştıran Lura, Cape Verde’nin hasret, aşk, deniz tuzu, müzik kokan kıyılarından bir esinti getiriyor. Müziksel sınırlarını geniş tutup bir o kadar belirleyici olabilen sanatçı, Cape Verde’yi olabilecek en kaliteli biçimde temsil ediyor. Genelde Batı tarafından göz ardı edilen bu tür müziği torpil yapmadan dinleyenin zevkine sunuyor. muzik@tikabasamuzik.com