02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 27 AĞUSTOS 2006 / SAYI 1066 Puslu camın ardında 84 yıl TKP, 27 Mayıs, TİP, DİSK, 12 Mart, 12 Eylül... Bunlar, Sadun Aren’in hayatının anahtarları. Bu hayatta, Mehmet Ali Aybar da var, Can Yücel de, Aziz Nesin, Behice Boran, Şoför İdris de... Aren şimdi bunları İmge Yayınevi’nden çıkan bir kitapta, “Puslu Camın Arkasından”da anlatıyor. İçinde eleştiriler kadar, özeleştiriler de var: “Hayatım boyunca insanları ihmal ettim”... İşte 84 yıllık bir yaşamın hikâyesi. Esra Açıkgöz Turan Güneş , Fethiye Kürklü, Sadun Aren, Seha Meray. (1964) P uslu Camın Arkasından... Bu, Sadun Aren’in 84 yılını anlattığı kitabının adı. Anlatılan sadece bir hayat hikâyesi değil, aynı zamanda Türkiye’deki devrimci hareketin tarihi. TKP, 27 Mayıs, TİP’in ve daha sonra da DİSK’in kuruluşu, 12 Mart, 12 Eylül, cezaevleri, Behice Boran, Şoför İdris, Neriman Hikmet, Mehmet Ali Aybar, Adnan Cemgil, Kemal Türkler, Aziz Nesin, Can Yücel, Hayrettin Karaca, Çetin Altan... İmge Yayınevi’nden çıkan kitabın yazılmasını sağlayan ise, öğrenci ve arkadaşlarının Aren için düzenledikleri 80. yaş günü partisi. “Dünyayı yeni yeni tanımanın şımarıklığı ve yozluğu ile, birçok insan gibi ben de ‘geçmişe mazi derler’ sığ düşüncesini kendime rehber olarak seçmiştim” diyor Aren, “O kutlamayı gördükten sonra geçmişin mazi değil, yaşamın ta kendisi olduğunu gördüm”. Peki kitabın adı nereden mi geliyor? Yanıt Aren’den: “Arkadaşlarımın acaba ne özlemleri, hırsları var anlamında etrafımı anlamaya uğraşmadım. Onun için insanları tanımadım. İnsanlara puslu bir camın arkasından baktım. O insan âşık olabilir, hırslı, kindar olabilir... Bunları hiç bilmem. Bütün insanlar aynı şekilde hareket ederler gibi bir düşünce vardı bende. O anlamda bütün hayatım boyunca insanları ihmal ettim”. 1951’de kızı Yeşne dünyaya gelir. 40 gün sonra, Birleşmiş Milletler’e bağlı Avrupa Ekonomik Komisyonu’nda burslu olarak çalışmak için, Cenevre’ye gönderilir. 51 Komünist tevkifatı başlayınca görev süresini uzatır, Cambridge’e kaydolur, dönemin önemli ekonomistleriyle tanışır. Geçimini BBC Türkçe yayınlar bölümünde çalışarak sağlar. Ta ki, “vatandan uzak kalmanın yozlaştırıcı bir etkisi olacağını” düşünene kadar... Fakültenin hocalarından Bedri Gürsoy’un “Biz senin kötü bir duruma düşmemen için elimizden gelen katkıyı yaparız” demesi üzerine geri döner. Tutuklansa da 15 gün sonra salıverilir, fakülteye görevinin başına döner. 1958’de oğlu Haldun doğar. Demokrat Parti döneminde üniversitede de baskılar artar. 28 Nisan 1960’ta Sıkıyönetim Komutanı Namık Argüç’ün emrindeki askerler fakülteyi sarar. O gün Aren de fakültededir. Kuşatma, dekan Fehmi Yavuz’un Argüç ile görüşmesi sonucu kaldırılır, ama Turan Emeksiz vurularak öldürülür... Ve 27 Mayıs 1960... Aren, Milli Birlik Komitesi İktisat Komisyonu’na seçilir. Yeni kurulan Devlet Planlama Teşkilatı’nda İktisat Dairesi Başkanı olması düşünülse de, MİT’in itirazıyla engellenir, DPT’de sözleşmeli danışman olarak çalışmaya başlar. 1 Mayıs 1990, Moskova (üstte). Sadun Aren, Aybar ve Selahattin Hilav ile. Marmara Adası, Ağustos 1964 (solda). TİP’TEYİM TİP, 1961 Şubat’ında kurulur, ama Aren, 1963’te, Mehmet Ali Aybar’ın teklifiyle katılır partiye. 1965 seçimlerinde aday gösterilir, TBMM’ye giren 15 milletvekilinden biri odur. İlk Meclis kavgasını, Çetin Altan’ın “Nâzım Hikmet bu memleketin en büyük şairidir” sözünden dolayı Adalet Partililerle yapar. Çetin Altan ve Kemal Nebioğlu dövülür, bir yumruk da Aren’in gözüne isabet eder. “O kadar çok acıdı ki, öylece kaldım” diye yazıyor Aren; “Eve döndüm, burnumdan kan gibi sıvı bir madde akıyordu. Ertesi gün doktora gittim. Meğerse bende sinüzit varmış, gözüme yediğim o darbe sinüsün yolunu açmış”. Sadun ve Munise Aren... Zamanla TİP’te saflaşma olur, Mehmet Ali Aybar’ı savunanlar ve muhalif olanlar. Aren de muhaliflerdendir. Partinin başına Behice Boran geçer. Doğulular grubunun gündeme getirdiği, Kürt sorunu konusundaki öneri kabul edilince dava açılır, TİP kapatılır. Tutuklamalar başlar. Aren de, tutuklanır, “Kapı çalındı, açtım baktım iki albay... Beni Yıldırım Bölge’ye getirdiler, hangar gibi bir yere soktular ve kapıyı üzerime şırank diye kapadılar”. Kapı 1974 genel affıyla açılır. Ancak bu pek de kolay olmaz. Çünkü MSP 141. maddeden yargılananlara af çıkmasını istemez. Onlar da açık bir cezaevine gitme isteğinde bulunurlar. İstek, Munise Aren ve Fatma Hikmet İşmen tarafından Ecevit’e iletilir. Ecevit’in daha iyi bir önerisi vardır: Anayasa Mahkemesi’ne başvurun! Başvururlar, iki ay sonra da salıverilirler. 1980’de, bu kez cezaevinde yazdığı “Ekonomi Dersleri” kitabı nedeniyle tutuklanır. 12 Eylül darbesi eşiktedir... Nisan 1981’de bir kez daha tutuklanır. 10 gün 1. Şube’de tutulur. İşkenceye uğrayanlar olur. Bir gece sıra Aren’e de gelir, “Beni kaldırdılar. Çok saldırgan tavırlı bir polis vardı, o gece o nö betçiydi. Gittiğim yerde gözleri bağlı, işkence gördüğü anlaşılan insanlar vardı. Sağcı tutuklulardan 23 kişiye beni göstererek ‘Yatırın bunu’ dedi. Yatırdılar. Birisi ayaklarımı tuttu, diğeri de falaka attı. Saydım, 12 tane vurdular... Sonra beni tuvaletin önünde, ıslak bir zeminde, ayaklarım şişmesin diye yürüttüler”. 1982’de kitabı yüzünden yine tutuklanır. Avukatları arasında Halit Çelenk, Uğur Mumcu, Turgut Kazan, Erşen Sansal da vardır. O sırada DİSK davasına da dahil edilir. Kitabıyla ilgili davadan beraat eder, evine gider, ertesi gün tekrar polisler tarafından alınır. 1984’e kadar içeride kalır. 12 Eylül’den sonra Sosyalist Birlik Partisi’ni kurar. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle çıkan “Sosyalizm öldü” söylemleriyle mücadele eder. “Artık ne kapitalizm eski kapitalizm, ne de sosyalizm eski sosyalizm olacaktır” diyor Aren, ama bir şeyden emin: “Kapitalizm gelişen insanlar tarafından niteliği değiştirilerek özgürlükçü bir topluma dönüşecektir. Bu topluma sosyalist deyin, ne derseniz deyin”. SOSYALİZME GİDEN YOL... Aren’in hikâyesi, 19 Mart 1922’de Erzurum’da başlar, Mevlevi tarikatına mensup bir annenin ve Ziraat Bankası müfettişi, demokrat bir babanın dört çocuğundan biri olarak. Annesinin isteğiyle Kuran öğrenmek için mahalle mektebine gider. Dokuz yaşında, annesi tifodan ölür. Aynı hastalık onu da üç ay hastanede yatırır. Babasının işinden dolayı Türkiye’yi gezer, Ankara, Erzurum, Afyon, İstanbul, Eskişehir, Balıkesir, Gaziantep... Afyon’daki arazilerini eken günlükçülere, işlerinin zahmetli olduğunu düşündüğü için normal ücretlerinden fazla para verince, komşu çiftliğin sahibinden azar işitir. Bu, Aren’in “yönetenlerin çalışan insanlar üzerindeki baskısıyla” ilk tanışmasıdır. 17 yaşı “Hayatın manası nedir? Neden yaşıyoruz? Nasıl yaşarsam iyi yaşamış olurum?” sorularına aranan yanıtlarla geçer. Yanıt, yazdığı bir şiirdedir: “...vuruldukça ses veren bir teneke gibi, ağlatıldığı için ağlamak, güldürüldüğü için gülmek istemiyorum”. Memleket meselelerine olan duyarlılığı, onda kaymakam olma isteği uyandırır, ama Mülkiye ikinci sınıftayken iktisatçı olmayı seçer. Askerlik ve İstanbul İktisat Fakültesi’nde asistanlıktan sonra, Mülkiye’deki doçentlik günleri başlar. 35 yaşında profesör olur. 1947’de Kemal Ergin sayesinde TKP’yle tanışır, Ergin’in evinde, tahtaların altından çıkararak “Marksizmin Sorunları” isimli elyazması bir çeviriyi birlikte okurlar... Aynı yıllarda tanıştığı kız kardeşinin okul arkadaşından hoşlanır, babasının dükkânına gidip Munise Hanım’ı ister, nişanlanırlar. O zaman aldığı yüzük bugün hâlâ parmağındadır... Türkiye tarihinden isimler BEHİCE BORAN Bir gün arkadaşımın önerisiyle DTCF’ye Behice Hanım’ın bir konferansını dinlemeye gittim. Konuşmanın özellikle bilimsel yapısı çok sağlamdı. Benim üzerimde çok iyi bir intiba bıraktı. Arkadaşlığımız iş arkadaşlığı çerçevesindeydi. Fakat bir gün, galiba uyanık olmadığı bir sırada bana “Amerika’dan gelirken bir dans elbisesi getirdim ama bir kere giyebildim” demişti. Herhalde boş bulundu, yoksa özel hayatından hiç bahsetmezdi. Munise, ziyaretlerde çamaşır getiriyordu. Bana geldiği zaman Behice Hanım’a da uğruyordu. Onunla yüz yüze konuşturmadıkları için pusulalaşmışlardı. Onların bir kısmı hâlâ bendedir. Bir tanesinde Behice Hanım Sadun Aren, Behice Boran, Nihat Sargın ve eşleriyle, Temmuz 1969. “Yüklükteki çarşaflar ıslak gibiydiler, küflenebilirler, Galiba 1984’te Barış Derneği davasından Aziz Bey’le onları asarsanız iyi olur” diyor. Yani son derece eve dönük birlikte yargılanıyoruz. Selimiye Kışlası’nda bir yerde yan talepler. yana oturuyorduk. Bana “Akşam yemeğini beraber AZİZ NESİN yiyebilir miyiz?” diye sordu. Ben de “Evet, ama karım da Aziz Nesin çok cimri olarak tanınırdı, ama 12 Eylül burada” dedim. “Daha iyi” dedi.... Birlikte bir dolmuşa döneminde TİP'in çıkardığı “Sosyal Adalet” dergisine 10 bindik, Boğaz’a geldik ve orada bir lokantaya girdik. bin lira göndermişti. O zaman bir milletvekilinin maaşı üç Lokantanın içinde küçük ayrı bir salon vardı. Masada genç bin liraydı. bir kız oturuyordu, anlaşılan onun sevgilisiymiş. Orası çok “Onbinler Gazetesi” çıkarma girişiminde de pahalı bir lokantaydı. Bizi o pahalı lokantaya getirdi, ama Ankara’daki evini gazeteye hasretti, tüm elektrik vs. dolmuşla getirdi. Yani belli konularda asla cimri değildi, giderlerini karşıladı. O iş için defalarca İstanbul'dan geldi ama israfa ve kendince gereksiz tüketime karşıydı. gitti, masraf etti. Aziz Nesin’le... CUMHURİYET 10 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle