Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 John Malkovich olamamak! Bugüne dek altmışı aşkın filme imzasını atmış olmasına karşın, Malkovich hâlâ sahnedeki gençlik yıllarını arıyor. Keskin zekâsı ve gözden kaçmayan kibirli tavrıyla ün salan sanatçı henüz 52 yaşında olmasına karşın, kendisini yaşlanmış hissediyor. Yoksa, “Art School Confidential” filmi yakında gösterime girecek olan Malkovich, yaşamı boyunca aradığını hiç mi bulamayacak? İ nsan John Malkovich’le konuşurken altmışı aşkın filminden hiçbirini aklında tutamadığı izlenimine kapılıyor, çünkü kendi filmlerini hiç izlemediğini öne sürüyor. Dahası bu filmler, çoğu zaman olduğu gibi, birer bomba etkisi yarattığında da, “İşte, size bir fiyasko daha. Fiyasko yaşamın doğal bir parçasıdır” diye düşünüyor. Belki filmlerindeki dengesizliğin kaynağı da bu, “The Killing FieldsÖlüm Tarlaları”, “Dangerous LiaisonsTehlikeli İlişkiler”, “Being John MalkovichJohn Malkovich Olmak” gibi gerçekten kayda değer birkaç filme karşılık, ipe sapa gelmez filmleri de yok değil. Ancak o bugüne dek çevirdiği hiçbir filmden ötürü pişmanlık duymadığını, çünkü her filmle yeni bir şey öğrendiğini belirtiyor. Gelgelelim, çoğu zaman aynı yönetmenle bir daha çalışmamayı yeğliyor. John Malkovich olmak 1953: Christopher, Illinois’de dünyaya geldi. Annesi orada yerel bir gazetenin sahibiydi. 1976: Steppenwolf Tiyatro Topluluğu’nun kurulmasına katkıda bulundu. 1982: Oyuncu Glenne Headly ile evlendi. 1984: “Satıcının Ölümü” adlı oyunda Dustin Hoffman ile birlikte Broadway’de sahne aldı. “Places in the Heart” adlı filmle sinemaya adımını attı. 1988: Headly’den boşandıktan sonra “Dangerous Liaisons” filminde kendisine eşlik eden Michelle Pfeiffer ile kısa süreli bir ilişki yaşadı. 1999: Spike Jonze’un “Being John MalkovichJohn Malkovich Olmak” filminde kendisini canlandırdı. 2002: İlk yönetmenlik deneyimi “The Dancer UpstairsÜst Kattaki Dansçı” filmi gösterime girdi. 2004: Fransız hükümeti ile arasında çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle, yıllardır birlikte yaşadığı Nicoletta Peyran ve iki çocuğunu da yanına alarak ABD’ye taşındı. Erkek sinema oyuncularının birçoğunun albenilerinin doruğuna ulaştığı yaşta, 52’sinde Malkovich kendisini yaşlı hissediyor. Bir dizinin artık tutmadığını, bu yüzden artık çok sevdiği bahçe işleriyle ilgilenemediğini söylüyor. O, eşi ve çocukları bir süredir Boston’da yaşıyorlar. Peki, Malkovich Fransa’daki günlerini özlüyor mu? “Evet” diye yanıtlıyor “Yemek pişirdiğim, bahçeyle ilgilendiğim, markette alışveriş ettiğim ve çocuklarımın serpilip büyümelerine gün be gün tanık olduğum o günleri özlemle anıyorum”. İyi de, o zaman Fransa’yı neden terk etti? Kimi gazetelerde Malkovich’in Başkan Chirac’ı ve Fransız halkının Irak savaşına karşı sergilediği tutumu onay“Art School Confidential” filminden... lamadığı için bu ülkeyi terk ettiği belirtiliyordu. Oysa kendisi bunun çok daha tatsız bir nedene bağlı olduğunu, çocuklarıyla ilgili olarak Fransız yetkililerleden gelmesi ve kızdığında yumruğunu savurmaktan kale arasında bir tür vergi savaşı yaşandığını söylüyor ve, “Çoçınmayan en büyük erkek kardeşinin etkisi olabilir mi? İlk cuklarımın annesi Avrupalı ve kendisiyle resmi nikahlı defilmlerinden biri olan “The Killing Fields”de bir tanktan nağiliz. Bu yüzden Fransız hükümetinin bu davada yenik düsıl sürekli atlamak zorunda olduğunu anlatıyor. Bir fotoğşeceğini sanıyorum, ama dava yıllar boyu sürecek gibi. Gerafçıyı canlandırdığı bu filmde taşıdığı kameraların sürekli lecekte aynı tür sorunlarla karşılaşmamak için de ülkeyi terk yüzüne çarpıp durduğunu, yirminci sıçrayışta dişsiz kalıp etmek zorunda kaldık,” diyor. olsa olsa Macbeth’in cadılarını oynayabilecek duruma geMalkovich çok okuyor, uluslararası gündemi yakından izleceği korkusuna kapıldığını belirtiyor. Malkovich sonunliyor ve birçok yabancı dil biliyor. da bir yetkiliye derdini anlatmaya karar veriyor. Ne yazık 2002 yılında kiminle kıran kırana savaşmak istediği soki, bu kişi sert tavrıyla bilinen Bill Wesley oluyor. Malkovich rulduğunda, yanıtı George Galloway ve Independent gakameralara bant sarılmasını önerince, Wesley küplere bizetesinin Ortadoğu muhabiri Robert Fisk olmuş ve ardınniyor ve, “Yerine dön, lanet olası Max Factor,” diye haykıda da, “Onları bir kurşunla yere sermeyi yeğlerim,” diye ekrıyor. Malkovich’in yaşamı yüreği ezik masum bir tavırla, lemişti. O an ağzından öylesine çıkan sözcüklerdi bunlar, “Yalnızca bir bant istemiştim,” diye açıklamaya çalıştığı bu ama Fisk’in yaygarayı koparmasına ve “John Malkovich tür olaylarla dolu olsa gerek. Onunla konuşurken insan süNeden Beni Öldürmek İstiyor?” başlıklı bir makale yazmarekli olarak neler döndüğünü kestirebilen çok daha kurnaz sına yetmişti. Ne var ki, bugüne dek bu soruya yanıt veren biri tarafından köşeye sıkıştırılacağı duygusuna kapılıyor. olmadı. Kendisine Fisk’i neden öldürmek istediği sorulduNe de olsa kibiriyle ün salmış biri. Bu ününü geçimini sağğunda, “Sözde Ortadoğu uzmanı olup da Kudüs’ün İsa’nın ladığı endüstriyle ilgili küçümseyici sözlerine borçlu olabidoğum yeri olduğuna inanan birinden nefret ediyorum. İğlir. Bir ressamın üstünkörü bir şeyler karalamasına benzetrenç bir antisemitizm göstergesi olduğunu düşündüğüm tiği sinema oyunculuğu “sanatını” sürekli yerden yere çatavrı bende nefret uyandırıyor,” diyor. larak, “Filmlerin büyük bir bölümü bundan ibaret ve bunun Tüm bunları dile getirirken ateşli ve öfkeli bir tutum sebir kaçışı yok. Sinemada tiyatronun derinliği kesinlikle yok! ziliyor. Malkovich savaşçı yönünü ortaya dökmekten pek O rengi, o inanılmaz dokuyu, sahnelere sürekli eklenen o hoşlanmıyor. Bunun nedeni, kendi deyişiyle “tümü de işnüansları sinemada bulamazsınız” diyor. kenceye uğramış sanatçılar” olan beş erkek çocuklu bir ai Tiyatroya çocuklarından aylarca ayrı kalmaya katlanamadığı için ara verdiğini, ancak sahneye geri dönmeye can attığını belirtiyor. Dahası, söyleşilerde kuruluşunda kendi katkısı da olan Steppenwolf’tan hiç kopmaması gerektiğini bile söylemekten kaçınmıyor. Steppenwolf’un dağılması bir bakıma Malkovich’in başarısıyla bağlantılı. İlk sahneye çıktıkları sezondan itibaren basının kendisini göklere çıkarttığını belirten sanatçı, “Bu durum başından beri bir huzursuzluk yarattı. Tabii ki, herkes pohpohlanmak ister, ama biz bir ekiptik ve ben kişiliğime yönelik bu ilgiden ötürü utançtan yerin dibine batıyor, bunun bölücü bir tavır olduğunu düşünüyordum. Dahası, büyük bir haksızlık söz konusuydu. Çünkü aramızda övgüyü benden çok hak edenler vardı. Bunu alçakgönüllükten söylemiyorum, ama bu göklere çıkarılmadan yeterince nasibimi almıştım ve daha fazlasını kaldıracak durumda değildim” diyor. Birilerinin söyledikleri, en ufak bir olumsuz eleştiri bile onun o doğaüstü serinkanlılığını bozmuyor. Bu durum insana pek de inandırıcı gelmiyor. Ne var ki, Malkovich’in başkalarının görüşlerinden hiç etkilenmeyen biriymiş izlenimini yaratmaya çalışması da son derece ilginç. Çünkü, “Art School Confidential” filmi gösterime girdiğinde böyle bir özelliğe gereksinim duyacak! The Observer/Review’dan çeviren: RİTA URGAN İnsanın evrensel portresi Aslı Selçuk T insel ve psikolojik yaklaşımlar, iç hesaplaşmalar, alegoriyle fantezinin karanlık sarmalları, yaşam döngüsünü sorgulama, suçluluk duygusu, yabancılaşma, yalnızlık, iletişimsizlik, umutsuzluk, ölüm, ölümsüzlük, korku, kaygı, düş kırıklığı, yazgı ve varoluşçu sorunlar... İngmar Bergman insana özgü tüm bu olguları masaya yatıran, sinema sanatının en önemli yönetmenlerinden biri. Başta Woody Allen olmak üzere çok sayıda sinemacıyı etkileyen usta filmlerinde kişisel canavarlarının saklandığını, bunların umulmadık anlarda belirerek panik, terör yarattıklarını vurguluyor: “Bu olumsuz güçleri çıkarlarım doğrultusunda yönlendirmeyi öğrendim. Önemli olan çirkinliğin içindeki güzelliği çıkarabilmek.” Lutherci doktor bir babayla Wallon kökenli baskıcı bir annenin katı kurallarıyla yetişen İngmar aile baskısı altında büyüdü. Öyle ki yatağını ıslattığında babasının ona uyguladığı ceza, saatlerce bir dolaba kilitlemekti. 1918 Uppsala doğumlu İngmar ve kızkardeşi Margareta, bu baskıdan kendilerine bir düş dünyası kurarak kurtulmaya çabaladılar. İlk sahne oyununu izledikten sonra beş yaşında tiyatroya âşık olan İngmar, evde bir kukla tiyatrosu kurdu, ayrıca film gösterileri düzenledi. Yirmisine gelince Stockholm’e edebiyat ve sanat tarihi okumaya gitti. Üniversite tiyatrosundaki çalışmalara hevesle katılan Bergman, 30’ların sonunda İsveç sinemasının önemli adlarıyla tanıştı. İlk oyunundan (Punch’ın Ölümü/1942) sonra Senaristler Birliği’ne katıldı, senaryolar yazdı, İbsen, Strindberg, Molière, Shakespeare’in oyunlarını sahneledi. Alf Sjöberg’e yazdığı Frenzy (1944) uluslararası başarı kazanınca Bergman da ilk filmini (Kriz/1945) çekti. İlk çalışmalarında İsveçli gençlerin sorunlarını, düş kırıklıklarını ele aldı, ölümle yaşamı, iyilikle kötülüğü sorguladı, felsefi, etik tartışmalar yaptı, kadınların içsel dünyalarına yöneldi. Filmografisinde önemli yeri olan Yedinci Mühür (1957) onun Faust’uydu, yaşam ve ölüme dair kaygılar taşıyan film, insanın Tanrı’yla olan felsefi ve metafizik ilişkisini, ölümle karşılaşmasını anlatıyordu. Nükleer kıyamet olasılığını, dünyayı saran Soğuk Savaş tehdidini ortaçağ vebasıyla tanımladı. İstek, yitirme, suçluluk, acıma, onarma, varoluş temalarıyla yüklü filmdeki uzun plan sekans, ufuk çizgisinde yürüyen köylülerin silueti modern sinemanın ikonları arasındaydı. “Yedinci Mühür”den sonra tüm dünyada Bergman modası başladı, sanatçı daha çok iç dünyasını deşip acılarını, sevinçlerini, umutlarını aktarmaya ağırlık verdi. “Yedinci Mühür”ün uluslararası başarısı yönetmene art arda dört film yaptırdı. “Yaban Çilekleri”nde (1957) yaşlı profesör yaşamının ne kadar boş geçtiğini ayrımsıyordu, bencilliğinden ötürü kimseyi gerçekten sevememiş, gerçek hiçbir ilişki kuramamıştı. Karabasanlar, pişmanlıklar, düşler, anılar arasında gidip gelen dramında Bergman bir kez daha çocukluğuna döndü. Yetkin bir oyuncu grubu da kuran (Max Von Sydow, Bibi Andersson, Erland Josephson) yönetmen onlardan hiç vazgeçmedi, Norveçli Liv Ullmann gruba “Persona/1966”yla katıldı. Ingmar Bergman, insanı korkularıyla yüzleştiren filmlere imza attı. Bu korkularla yüzleşirken yabancılaşma, iletişimsizlik, umutsuzluk yükledi karakterlerine... Aile yaralarına da dokundu... Bergman’ın filmleri “Yedinci Mühür”ü, “Persona”yı, “Bir Evlilikten Manzaralar”ı şimdi de izleyebilirsiniz, ama DVD ya da VCD’de... metaforik ayrıntılara, görsel ritme verdi. Televizyonun etkisini 1973’te, İsveç TV’sine 50 dakikalık 6 bölüm halinde “Bir Evlilikten Manzaralar”ı yaptı. Bir burjuva evliliğinin trajikomik durumlarını yansıtan film İskandinav ülkelerinde çok tutuldu... Ailesinin öyküsü epik dram “Fanny ve Alexander”ı (1983) son filmi olarak duyursa da çalışmayı sürdürdü. “Saraband”ı 2003’te, 85’indeyken çekti. İsveç duyarlılığı ile İskandinavya’nın sert doğasını harmanlayarak insanın evrensel portresini çizen Ingmar Bergman, sanat dünyasının görsel ve felsefi açıdan en büyük yaratıcılarından. Sinema tarihini onsuz düşünmek mümkün değil. Sonunda Saga Collection, yönetmenin “Yedinci Mühür”, “Yaban Çilekleri”, “Persona”, “Bir Evlilikten Manzaralar” filmlerini DVD ve VCD olarak sinemaseverlere sundu. Hem yönetmeni tanımak, hem de yaşadığımız çağı ve insanı anlayabilmek için... YÜZLER VE ELLER... “Persona”da yine metafizikten insan psikolojisine geçiş yaptı; insanın dünyadaki, sanatçının toplumdaki rolünü tartışmaya ara verdi. İnsanoğlunun gelişiminde kritik bir noktaya geldiğini, çağdaş dünyanın duyumsamazlığının düş kırıklığının yansıması olarak düşünen Bergman, bu filmle sanatının doruğuna ulaştı. Düşle imgelemeyi iç içe geçirerek derin bir psikanalize doğru yol aldı. Jung’un etkisinde kişiliklerin yer değiştirmesini, persona (dış maske) ile alma’nın(insan ruhunun görüntüsü) savaşımını anlattı. Yunan trajedisinde oynarken aniden konuşmayı kesen aktris ıssız bir adaya çekiliyordu. Hemşirehasta rolünü tersine çeviren psikolojik dramda, hasta hemşireyi dinlemeye başlıyor, onu avutuyordu. Film, yakın yüz planlarıyla doluydu, Bergman’a göre yüz ve eller insanın iç dünyasını en iyi yansıtan görsel öğelerdi. Bergman genellikle oda sineması türünde çalıştı, mekânı, zamanı kucaklayarak dikkatini yönetime, CUMHURİYET 06 CMYK