22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 PAZARIN PENCERESİNDEN 30 TEMMUZ 2006 / SAYI 1062 Amazon’un termitleri... Selçuk Erez “Amazon’un yağmur ormanlarının, milyondan fazla kuş ve memeli türünü, on binlerce bitkiyi barındırdığı sanılıyor. Her yıl bunlardan birkaç tanesi daha keşfediliyor.” Amazon Nehri üzerinde Manaus’tan kalkan gemilerle bir yolculuktan sonra küçük motorlara binip su basmış ağaçlıklara, oradan da çamurlu, bin böcekli, maymunlu, kuşları tuhaf öten ormanlara gittiğimizde Prof. Ghilliean Prance bunları anlattı. Prof. Prance, önemli bir bölümü Amazonia’daki botanik incelemeleri kapsayan 510 bilimsel yayın yapmış, Brezilya cumhurbaşkanınca ödüllendirilmiş bir bilim adamı. Ormana ayak bastığımızda bizi uyarmıştı: Yüksek sesle konuşmayın; hayvanlar ürker! Dallara tutunmayın, dikenler, böcekler canınızı acıtır.. Zemini her renkte ve şekilde yapraklarla, devrilmiş, çürümüş, yosun bürümüş ağaçlarla kaplı ormanda yürürken burada tabanın, ağaçların tepesi kadar ilginç olduğunu fark ediyoruz: Profesör bize, doksan santim uzunluğunda solucanlar, yerde bulduğu kovuklarda gizlenen tarantulalar, ağaçlara insanların boyundaki urlar gibi gibi bitişmiş termit yuvaları, ormanda kaybolanların uzun falçatalarla kesip içinden akan suyu içerek yaşamlarını sürdürebildikleri kalın sarmaşıklar gösterdi. Ormanda saatlerce dolaştıktan sonra motorlara binip gemiye dönerken bize yeryüzünün denizlerine akan tatlı suyun beşte birini sağlayan ve ağaçlarıyla dünyanın atmosferinin gaz dengelerini, tümümüzün yaşamını sürdürebilmesini sağlayacak şekilde dengeleyen bu bölgenin nasıl yok edildiğini de anlattılar. Turistik bir gezide değildik: Ortodoksların Patriği Bartholomeos ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın öncülüklerinde düzenlenmiş olan ve Amazon’un çevre sorunlarını konu edinen bir semineri izlenmekteydik. Yeryüzünün her bölgesinden gelen uzmanlardan, Amazon bölgesi ormanlarının önce kauçuk üretimi için, sonra soya fasulyesi yetiştirilmesi için nasıl yakıldığını, buranın yerlilerinin ellerinden ucuza alınan, direndiklerinde tehdit ve baskıyla gaspedilen ağaçlıkların uluslararası firmaların Lübnan’dan insan manzaraları... Y usuf Bakri bir Lübnanlı. İyi eğitimli bir eczacı. Yüzünde kibar ve kederli bir ifade. 22 Temmuz Cumartesi öğleden sonra dağlık bir bölgede, yanında eşi ve iki yaşındaki çocuğuyla, yakıcı güneşin altında otostop çekiyorlar. Önlerindeki toprak yolda binlerce araç, toz bulut halinde ilerliyor. Üstelik eşi hamile, doğum sancıları her an başlayabilir. Kadın tüm metanetiyle, ayakta hareketsiz duruyor öylece. Bakri kucağında çocuğu, acele acele konuşuyor, kendileriyle röportaj yapmak için duran BBC ekibinin kamerasına. “Ne yaparsınız ki? Hayat bu. Annemden babamdan haber alamadan ayrılıyorum. Ne yaparsınız?” Evlerini terk etmek ve o akşam şehri boşaltmak zorundalar. Çünkü sorumlusu olmadıkları bu savaşta yanlış yerdeler. Aslında bulundukları yerde bir yanlışlık yok. Orası onların memleketleri, Lübnan’ın güneyinde Sur şehri. Eğer Lübnan’dan çıkmayı başaramazlarsa, çocukları bir mülteci olarak doğacak, onlar da kendi topraklarında bir mülteci olacaklar, şu anda 500 binin üzerinde Lübnanlının olduğu gibi. İsrailli General Yishai Efroni, “Elimizden geleni yapıyoruz” diyor, “megafonlarla ikaz ediyor, köyleri boşaltmaları için ilanlar atıyor, verdiğimiz süre dolduğunda köye giriyoruz.” Generalin köye giriyoruz dediği, uçaklarla ve tanklarla düzenlenen bomba yağmuru. Canlı kalmadığından emin oluncaya kadar... “Bunun aynısını Irak’ta Amerika ve İngiliz birlikleri de yapıyor” diye ekliyor general. Üç milyonun üzerinde Filistinli ve 200 bine yakın Iraklı mültecinin dramına 500 binin üzerinde Lübnanlı mülteci eklendi. Binlerce insanı yersiz yurtsuz bırakan bu savaşların nedeni, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın çekinmeden dillendirdiği “Yeni bir Ortadoğu kurma” arzusu... Yusuf Bakri, Ali, Halil Mahda, Ahmet Savad, Ali Zabad içinse bu arzunun karşılığı, ölüm ya da yokluk! Volkan Aran yeryüzünün çevre felaketine yol açacağı kesin bu tutumlarının nasıl durdurulamadığını, bu olumsuz gidişe direnebilmek için yerli halkın nasıl örgütlenmeğe çalıştığını öğrendik bu kongrede. Bunları hem Brezilya’nın Çevre Bakanlarından Marina Silva, Amazon Ulusal Araştırma Enstitüsü Ekoloji Bölümü’nden Prof. Philip M.Fearnside gibi yetkililerden ve bilim adamlarından, hem de kongreye ulusal giysileriyle katılan yerli liderlerinden dinledik . Ekvatorda güneş saat 18 de batıyor, sabah 6’da doğuyor. Seminer konferanslarından ve inceleme gezilerinden yorgunargın döndükten sonra “Bu sularda piranalar vardır. Adam yutan anakonda yılanları da vardır!” diyenlere kulak asmadan suya dalan , yüzenlerimiz az değildi.. Brezilyalıların Cachaça içkisinden yaptıkları ve akşamları bol bol sundukları Capirinia kokteylinin bu cesarete anlamlı katkısının geçerli olduğu kesin! Amazondaki gemilerde internet yoktu, yeryüzünün anlı şanlı basın organlarının bu toplantıyı izleyen temsilcileri dünyada olup bitenleri ancak zaman zaman çeken cep telefonlarına varan “sms” mesajlarından bölük pörçük alabiliyorlardı. Seminer bittiğinde Lizbon üzerinden geri dönerken Başbakanımızın Irak’ın Kuzeyine girme konusunda söylediklerini öğrendik. Yetkililerimiz her uluslararası anlaşmazlıkta hiçbir sonuç vermeyenarabuluculuk girişimlerine gün aşırı bir yenisini eklerken “Ekümenik midir, değil midir?” diye tartıştığımız Ortodoks aleminin Patriği Sayın vatandaşımız, Amazonlarda çok önemli bir uluslararası çevre sorununa çözüm arayan semineri gerçekleştiriyor ve de bu seminere çevre korunması konusunda İslam dininin ne buyurduğunun da anlatılması için Azerbaycanlı İslam Bilim adamı ve ünlü yazar Neriman Gasimoğlu’nu da götürüyordu. Yaşlı ve hasta nüfusun neredeyse tüm hanelere dağıldığı fakir bir coğrafyada tüm aileyi saatlerce sürecek çöl sıcağındaki bir yolculuğa çıkarmak o denli kolay değil. Güney Lübnan’ın Itri köyünün boşaltılması sırasında 55 kişilik Şaira aşireti kendilerini taşıyacak sayıda araçları olmayışı nedeniyle, daha önceden evlerini boşaltan komşularının gönderdiği kamyonet tipi araçlarla yola koyulduklarında İsrail’in verdiği mühlet sona ermişti. Üstelik Şaira ailesinin kaçmak için bulduğu bu üç kamyonet, İsrail’in füze yerleştirilebileceği şüphesiyle kullanılmaması için uyardığı araç sınıfına giriyordu. Beyaz bayrak ve silahsız bir sivil olmak Cenevre Sözleşmesi için insani koruma altına alınma garantisiydi, ama İsrail savaş uçakları için aynı anlama gelmiyordu. Pazar günü sabah saat 10’da antitank füzesiyle konvoydaki üç araçtan ortadaki vuruldu. Anneannesinin öldüğünü gören 12 yaşındaki Ali annesinin de ölümüne izin vermemek için sıkıca elini tutuyor, güçlükle nefes alan kadına ölmemesi için yalvarıyordu. Ağır yaralı 16 kişi kanlar içinde aracın etrafına dağılmışlardı. Mervahan köylüleri İsrail’in istediği şekilde 22 Temmuz Cumartesi akşamüstü altıdan önce köyü boşaltmış ve nereye gideceklerini çok da bilmeden ilk gördükleri Birleşmiş Milletler kampına sığınmak istemişlerdi. Ama alınmadılar. Birkaç dakika sonra İsrail F16 uçaklarınca konvoylarına bomba yağdırıldı. Çoğu çocuk 20’den fazla kişi öldü. Yaralananlara ulaşacak ambulansların ya da araçların ise artık köye gelmeleri mümkün değildi. Süre dolmuştu. Yaralıları taşıyan ve mavi sirenlerle, kızıl haç logolarıyla yollara koyulan ambulanslar bile bombalanıyordu. Kızılhaç adına görev yapan Lübnanlı şoför yaralanırken, hafif yaralı olarak araca alınan Ahmet Savad ambulansa atılan füzeyle bacaklarını kaybetti. Birleşmiş Milletler kampının kapılarının Mervahan köylülerine kapanması yıllar öncesindeki başka bir drama dayanıyor. 1996’da İsrail, Hizbullah’a yönelik düzenlediği “Gazap ÜzümleriGrapes of Wrath” operasyonunda mültecilerin bulunduğu bir kampı bombalamış ve 106 Lübnanlıyı öldürmüştü. Bu olay hem harekatın, hem de mültecilerin evlerine dönüş umudunun sonu olmuştu. YANİ ÖLÜRLER Mİ? EVET... Görüldüğü gibi bugün, savaşın yoğun olduğu bölgeden kaçabilenler, sanıldığı kadar şanslı değil. İsrail Güney Lübnan’daki otobanların ve köprülerin pek çoğunu vurduğundan, uzun konvoylar daracık patika yollara sıkışmış rotaları takip ederek kendilerini kuzeye ulaştıracak güzergâhı bulmaya çalışıyorlar. Bazen az ötedeki tepenin ardında patlayan bombalar tüm araç konvoyunun geri dönmesini, başka bir yo lu denemelerini gerektiriyor. Bir araca doluşmuş bazen sekiz kişi bir de sıcakla baş etmeye çalışırken, yaşlılar ve çocuklar en büyük acıyı çekiyor. Bir anne ağlamaklı, kameralara çocuğunun böbrek yetmezliği için kullanması gereken tabletlerden kaç tane kaldığını gösteriyor... Bu yüzden, hızlı bir ateşkesin bir çözüm olmadığını savunan ABD’nin neden bahsettiğini anlamıyorlar. Hâlâ ilaç, yiyecek yardımı yapılacak bir insani yardım koridoru açılabilmiş değil. Dünya Sağlık Örgütü’nden Altaf Musani'ye CNN muhabiri soruyor: “Peki bu insani yardim yollarının açılması mümkün olmazsa durum ne olur?”, “İnsanlık dramı olur” diye cevaplıyor Musani. “Yani ölürler mi?” “Evet...” Ali Zabad, boşaltılması istenen Manşureh köyünden bombalanmadan az önce eşini, annesini ve kimsesiz kaldıkları için bakımını üstlendikleri iki çocuğu alarak yola çıktı. Sur şehrine geldiklerinde bir karar vermeleri gerekti, ya eşinin Kanada pasaportu nedeniyle yetkililerin kendisine, annesine ve çocuklara da izin vereceğine güvenerek limana birlikte gideceklerdi; ya da kendisi, burada annesiyle kalacaktı. Daha fazla hali kalmayan yaşlı kadının limanda saatler sürecek bir bekleyişe ve Avrupa’ya gidiş yoluna katlanamayacağını düşünen Zabad, eşi ve çocuklarını gönderdi, kendisi annesi ile kaldı. Ali Zabad’ın eşi, Rose Zabad iki çocuğu alarak Kanada gemisine doğru uzaklaşırken, kocasını tekrar ne zaman görebileceğini bilmeden el sallıyordu. BM, ülkede nüfusun yaklaşık dörtte birinin mülteci konumunda olabileceğini söylüyor. İnsani yardım koridorları açılmazsa, Lübnan’ın hâlâ bombardıman altında bulunan ve yiyecek sıkıntısı çeken bölgelerinde kitlesel ölümlerin olabileceği korkusu var. Kurtulanların bundan sonraki hayatlarını ise birkaç ay önce basına röportaj veren 110 yaşındaki Filistinli mülteci Halil Mahda’nın sözleri özetliyor: “En son mutlu nesil bizdik. Geceleri oğlumla dışarıda top oynardık. Bizim ülkemizdi. Çok mutlu günlerdi; evim, toprağım vardı.” Kendi ülkesi dışındaki bir mültecinin toprak ya da ev sahibi olma, dışarıda çalışma izni yok. Elindeki tek şey bir kilometre karelik alandan kendi payına düşen. Resmi rakamlara göre 45 bin, kendilerine göre 90 bin mültecinin soluduğu, hastalıklı, pis ve ihmalsiz bir yaşam alanı... Bütün bu zor koşullar yetmiyormuş gibi Halil Mahda’nın bulunduğu Lübnan’daki Aynel Helveh mülteci kampı son İsrail saldırıları sırasında neredeyse tamamıyla boşaltıldı. 110 yaşındaki bu adamın akıbeti ise tüm diğer mülteciler gibi belirsiz. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın dillendirdiği “Yeni Ortadoğu” arzusu işte bu yıkımların ve acının üzerine kurulu... Görülen o ki ABD kana doymuyor... CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle