22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 Hayalleri ve gerçekleri birbirinden pek de uzağa düşmüyor Feride Çetin’in. Seyirci onu “İki Genç Kız”ın Behiye’si olarak tanısa da, o öncelikle bir yönetmen adayı. En büyük isteği ise 30’lu yaşlarında ilk uzun metrajlı filmine imza atmak. Ama bu, oyunculuktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Gösterime girecek “Gomeda” ve yakında çekimleri başlayacak Kazım Öz filmleri de bunun göstergesi... Söz konusu sinema olunca... Geçen yıl bu zamanlar “İki Genç Kız” filmi Altın Portakal'da beş ödül toplamış, sizin adınız da filmle beraber duyulmuştu. Geçen bir yılda neler oldu? Altın Portakal’da ödül alamadım, ama bunun sebebi yine daha çok bendim. Çünkü film Altın Portakal’dan önce gösterime girdiğinde oyunculuk yapmak istemediğimi söylemiştim. Gerçekten o zamanlar çok da ilgilenmiyordum oyunculukla. Yine de daha sonra Adana ve Ankara Film Festivali’nde ödül aldım. Tabii pek çok dizi ve sinema filmi teklifi geldi. Dizi oyunculuğuna zaten sıcak bakmıyorum, ama gelen senaryolar da pek iç açıcı değildi... Birkaç sinema filminde oynadınız ama... Evet. Tan Tolga Demirci’nin yönettiği ve kasım ayında gösterime girecek fantastik korku filmi “Gomeda”da oynadım. Orada aseksüel, biraz da anarşist bir tipi canlandırdım. Bir de Amerikalıların çektiği bir filmde rol aldım. Amerikalı bir yönetmenin sıradan bir Türk kızına olan aşkını anlatıyor. Oradaki oyunculuğumun pek parlak olduğunu söyleyemeyeceğim, ama yabancı bir ekiple çalışmak açısından önemliydi. “İki Genç Kız”dan önce sinemaTV bölümünde okumuşsunuz ama oyunculuk tecrübeniz yoktu, değil mi? Evet, zaten Behiye rolüne de tesadüfen seçildim. Daha doğrusu ben yönetmen asistanlığı için görüşmeye gitmiştim, sonunda Kutluğ’la birbirimizi ikna ettik, böylece hem oyunculuk yaptım hem de reji ekibinin arasında kamera arkasını takip ettim. Aslında yönetmen olmak istediğim için tiyatroda oyuncuların dillerini anlamak, onlara nasıl yaklaşacağımı öğrenmek amacıyla bir ara Şehir Tiyatroları’nda çalıştım. O zaman sınava yaklaşık bin kişi girmişti, kazanınca şaşırmıştım. Onun dışında bir de arkadaşlarımın kısa filmlerinde oynamışlığım var, ama bu zaten hepimizin birbirimiz için yaptığı sıradan bir iş. Kısa filmleriniz vardır mutlaka... Evet, sekiz tane, ama sadece ikisi dişe dokunur. Başta mistik hikâyeler yazıyordum, sonra daha çok yaşanmış, kişisel hikâyeler üzerinden gitmeye başladım. En önemlisi hepsinde insan var. Mesela Tezer Özlü ve Pınar Selek projem var. Hep bir şeyleri kırmaya çalışan kadınlar. Yönetmen olmak için tekniğin çok da önemli olduğunu düşünmüyorum. Bazen bir film çekmek için bir cümle, bir dert yeterli olabilir. SİSTEMLE ÇATIŞAN GENÇLER DE VAR! Yakın gelecek ne gösteriyor hayatınızda, oyunculuk mu, yönetmenlik mi? Bir aksilik olmazsa eylülde Elfe Uluç’un bir projesinde oynayacağım. Bir de Kazım Öz’ün 90’ların başında üniversitedeki öğrenci olayları üzerine çekeceği milliyetçilik üzerine bir film var. Kazım benim master arkadaşım, senaryonun üç yıl önce yazılmaya başladığını biliyorum. Filmde bir yandan da dönemin örgüt içi ilişkileri, aşkları da anlatılıyor. Kazım bana inatla başroldeki karakteri canlandırmamı söylüyordu, ama biraz Behiye’ye benzediği için sonunda filmin tek sağcı kızını oynamama karar verdik. Kazım, ağustos başında Tunceli’de bir plan çekecek, sonra burada devam edeceğiz. Bu tür yakın tarihle hesaplaşma filmlerini, geçmişin daha çok konuşulması ve su yüzüne çıkması açısından çok önemsiyorum. Sanki daha çok, kendi kuşağınızın hikâyesini anlatan işlerin içinde olmaya çalışıyormuşsunuz gibi... Evet, bu bir tercih. Çünkü bu ülkede sistemle barışamayan gençler de var. Değiştirmeye çalışıyor, çatışmalar yaşıyor, sıkışıyorlar. Ben kendimi de kuşağıma yakın hissediyorum, içimizde gaz varmış gibi yaşıyoruz, biraz bilmeden, biraz farkında. Muhtemelen çekeceğim filmde ben de buna benzer hikâyeleri anlatacağım ve mümkünse bu filmi 30’lu yıllarımın başında çekmek isterim. Çünkü insan gençken daha fazla risk ve anarşist bir tavır alabiliyor. Bu yüzden genç sinemayla, komşu ülkelerin sinemasıyla da ilgileniyorum. Bir de Takeşi Miike’nin peşindeyim, kendisiyle sürekli yazışıyorum, Berlinale’de tam yakalayacaktım, kaçırdım... Onunla çalışmak gibi bir hayalim de var. Hayallere bak ya... Biliyorum, söz konusu sinema olunca çok açım... “İki Genç Kız” filminden... F eride Çetin, yerinde duramayan bir oyuncu. Onu “İki Genç Kız”daki asi, uyumsuz Behiye rolünden hatırlayabilirsiniz. Buluştuğumuzda bir arkadaşının kısa filminin çekimlerinden geliyordu. Geçen hafta ise Sırbistan’daki bir film festivaline katılmış. Bir yandan bir sinema dergisinde çalışıyor, festivallere katılıyor, kısa film çekiyor, bir yandan alternatif projelerde yer alıyor... Yakında iki filmde daha rol alacak. Biri Kazım Öz’ün milliyetçilik üzerine çektiği ve 90’lardaki üniversite olaylarını anlattığı bir film, diğeri de ayrıntıları henüz belli olmayan bir Elfe Uluç filmi. Yine de en büyük heyecanı kendine, 30’lu yaşlarının başında çekmek istediği sinema filmine saklıyor. Yani karşımızda bir oyuncudan çok, bir yönetmen adayı duruyor... Özlem Altunok YÖNETMEK İÇİN OYNAMAK... Peki, şimdi aklınız oyunculuk ve yönetmenlik arasında gidip geliyor mu? Oyunculuk; zor ve ağır bir iş, hele Türkiye’de daha da zor. Yine de oyunculukla beraber filmleri daha farklı algılamaya başladım. Önceden film izlerken hemen ışığa, senaryoya takılırdım, şimdi senaryoyla birlikte karaktere bakıyorum. Bir değişiklik yok, ama galiba çekeceğim film için oyunculuk bana çok yardımcı olacak. Yani yönetmenlik diyorsunuz... Çünkü ben nasılım biliyor musunuz, sette asla oyuncularla oturmuyorum. Hep monitörün başında, set ekibiyle birlikteyim. En yakınım hep yönetmen yardımcısı oluyor. Kendimi hiç oyuncu gibi göremiyorum. Biraz da ukalayım galiba, bunu biliyorum... Biraz sizi tanıyabilir miyiz? Mesela sinemaya nasıl yöneldiğinizi... Aslında küçükken mülkiyede okumayı kafama koymuştum. Politikayla ilgileniyordum. Okulda da haşarı bir çocuktum, kurallarla ilgili bir sorun çıktığında arkadaşları örgütleyip oturma eylemi filan yaptırıyordum. Bir yandan da okul birincisiydim, bu yüzden disiplinden yırtıyordum. Neyse, mülkiye derken istemeye istemeye İstanbul Üniversitesi SinemaTV bölümünü kazandım. Zaten fena bir sinema izleyicisi değildim, ama sınıfın ortalaması pek de parlak değildi. Yeniden sınava hazırlanmaya başlamıştım ki, babam sinema okumam için çok ısrar etti. Ben de elimden geleni yapmaya karar verdim ve bir yıl içinde 200’den fazla film izledim, Mimar Sinan’ın arşivinden çıkmaz oldum ve yavaş yavaş sinemaya âşık oldum. Aslında Orson Welles’e âşık oldum. Yurtdışından onunla ilgili kitaplar getirttim. Ardından Marmara Üniversitesi’nde master yaptım, yurtdışında workshoplara katıldım, festivalleri takip etmeye başladı. Hızlı ve yüklü bir program bu. Hırstan mı, tutkudan mı kaynaklanıyor? Tutku sanırım. Filmlerden o kadar çok şey öğrendim ki, problemlerim olduğunda ya da canım sıkıldığında beni sinema toparladı. Bir de galiba hedefe kilitlendiğimde fena çalışmayan biriyim. Çok programlı çalıştım, ama mümkün olduğunca da hayattan kopmadım. Çünkü sinema demek sokak, hayat demek. En çok kimler etkiledi sizi? Tarkovski, Welles, Pekinpach, Leone... Kendilerini her şeyleriyle sinemaya adayan insanlar. Bizden de Metin Erksan ve Lütfi Akad’ı sayabilirim. CUMHURİYET 16 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle