02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 MAYIS 2006 / SAYI 1053 9 Film, bir lokantada başlayıp bitiyor. Adı, “Kısık Ateşte 15 Dakika”. Oyuncuları Metin Akpınar, Haluk Bilginer. Yönetmeni ise AlmanyaTürkiye arasında mekik dokuyan Neco Çelik. “Para çoksa sorun da çok” diyor. Bu yüzden daha çok “gerilla” taktiğiyle, senaryosuz, amatör oyuncularla ve dijital kamerayla film çekiyor. Sırada ise Almanya’daki dünya olimpiyatı sırasında çekeceği bir futbol filmi var... Tuncay Kulaoğlu Sahada kamera varsa, bilin ki o film çekiyor! erlinli yönetmen Neco Çelik’in biri Almanya’da diğeri Türkiye’de iki uzun metrajlı filmi gösterime girdi, ilk sahne oyunu Alman tiyatro camiasına adeta bomba gibi düştü. Genç yönetmenle sinemanın farklı dünyaları, tiyatronun büyüsü ve dünya futbol şampiyonası üzerine konuştuk... Bütün Almanya hummalı bir şekilde dünya kupasına hazırlanıyor. Maçları nerede seyredeceksiniz? Maç seyretmeye pek fırsatım olacağını sanmıyorum, çünkü şampiyona sırasında film çekiyorum. A Milliler Almanya fırsatını kaçırınca, buradaki milli takım hayranları büyük hayal kırıklığına uğradılar. Ben de iki senedir çekmecede bekleyen projemi çıkarıp gerilla taktiğiyle bir film çekmeye karar verdim. Konusu tabii ki futbol. Türk ve Alman milli takımları arasında bocalayan müthiş bir yeteneğin öyküsü. Dünya kupası sırasında orijinal mekânlarda çekeceğiz. Senaryosuz, amatör oyuncularla, dijital olarak dalıp, şampiyonanın ruhunu yakalayacağız. Şu günlerde Almanya’da vizyona giren ikinci uzun metrajlı filminiz Urban Guerillas gibi mi? Evet, Urban Guerillas’ı da, yapımcı aramadan, gerilla taktiğiyle çekmiştik. Gerçi film biteli iki yıldan fazla oluyor, ama ancak sinemalara giriyor. Çekmek için iki yıl uğraştık, vizyon için de. Film yapmak kolay değil! Urban Guerillas’ın yaşamınızdan derin izler taşıdığını biliyoruz. Evet, rapçilere, graffiticilere, hiphop kültürünü yaşam olarak benimseyenlere bir saygı filmi bu. Gençlik dönemimde tanıdığım deli dolu insanlara bir anıt dikmek istedim. 80’li yılların sonunda Almanya’da hiphop kültürünün ilk ortaya çıktığı yerlerden birisi, benim de sosyal danışman olarak uzun yıllar çalıştığım Kreuzberg’deki Naunynritze idi. Urban Guerillas bu dönemi anlatıyor. Bugüne kadar yaptığınız kısa, belgesel ve uzun metrajlı filmler hep Kreuzberg’de geçiyordu. Birkaç yüz metrekarelik bir mikrokozmosu anlatıyordunuz. Ama aktüel filminiz Kısık Ateşte 15 Dakika ile bu çemberi kırıp İstanbul’a gittiniz. Aslında çemberi genişlettiğim pek söylenemez. Sonuçta Kısık Ateşte 15 Dakika da, mekân olarak bir lokanta ile sınırlı. Yani öykü yine dar bir alanda geçiyor. Yalnız bu filme bir oda tiyatrosu duygusu hâkim. İlk defa neredeyse tamamen iç mekânlarda çalıştım. İlk filmim Alltag da bir sokak köşesinde geçiyordu. Belki tesadüf, belki değil, ama mutlaka dar alanlarda çalışayım diye yapmıyorum tabii. Teklif gelince kabul ettim. B mesiz film projesi olduğuna inanmıyorum. Bazısında çok, bazısında az oluyor. Herkesin birbiriyle iyi geçindiği, tıkır tıkır işleyen film projesi yok bence. Her durumda bu filmle Türkiye’ye bir kapı açtınız. Sırada bekleyen başka projeler var mı? Üzerinde iki yıldır çalıştığım Aşk Büyüsü adlı bir aşk komedisi var. Şu an senaryoya döküyoruz. Kısık Ateşte 15 Dakika benim için bir ilkti Türkiye’de. Arkasının gelmesini umuyorum. Türkiye’de sektör çok farklı çalışıyor, biraz Amerikan usulü. Yapımcılar para yatırıyorlar, bir tür kumar bu. Almanya’da bunu anlattığınızda insanlar inanamıyor, ama burada da en şanslı yönetmen 23 yılda bir film çıkarabilir. Teşvik kurumlarının bürokrasisi insanı boğuyor. O yüzden Urban Guerillas’da olduğu gibi gerilla taktiğiyle çalışıyorum. Futbol filmi de öyle olacak. Anlatmak istediğim bir öykü var, kalkıp öyle yıllarca para peşinde koşturamam. İlk fırsatta çekmek gerekiyor. “Kısık Ateşte 15 Dakika”dan görüntüler... ce, böyle bir oyunu sahnelemenin önemini daha iyi anladım. Sonuçta cihat yanlısı, homofobik, antisemitist insanların görüşlerini yansıtan bir metin bu, ama onları her şeyden önce insan olarak alıyor. Anti İslamcılığın alıp başını gittiği, Müslümanların toptan terörist ilan edildiği bir paranoyada asıl sorunun kimsenin bu konuda bilgisi olmadığından kaynaklandığını düşünüyorum. Almanya’nın tiyatro dergilerinden Theater Heute son sayısında sizi kapak yaptı. Bekliyor muydunuz? Oyunun ilgi göreceğini biliyordum, ama bütün büyük gazetelerde baştan sona göklere çıkarılması, diğer kentlerden davet alması pek beklediğim bir şey değildi. Bir de tiyatro dünyasından gerçekten bihaberim. Çok yaratıcı bir ekiple, festivalin kuratöründen oyuncularına kadar, müthiş canayakın insanlarla çalıştım. Bu da benim şansımdı. Artık tiyatronun tozunu yuttum ve iflah olacağımı sanmıyorum. Haftalarca prova yapmak, hergün saatlerce oyuncularla çalışmak film çekerken hayal edilmesi bile mümkün olmayan bir şey. Sonra prömiyer oluyor, oyun devam ediyor, ama artık müdahale etme şansınız kalmıyor. Bunu da sindirmem kolay olmadı tabii. Dünya kupasındaki favoriniz kim? Türkiye! OLİMPİYATTAN DA FİLM ÇIKAR! Sinemaları çok farklı olsa da Türkiye’de Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi isimler de benzer minimalist yöntemlerle çalışıyorlar. Almanya’da ise Türkiye kökenli genç yönetmenler arasında siz yapım anlamında bir istisna oluşturuyorsunuz. Almanya’da adınız, kökeniniz yüzünden sizi bir çekmeceye sokmak istiyorlar. Hep aynı beklentiler var. Oysa ben göçmen sinemacısı değilim. Urban Guerillas’a “Bir Memleket Filmi” dedik. Bu Almanya’da oturmuş bir kavram. 50’li ve 60’lı yıllarda dağ, bayır, çayır deyip köy aşklarını anlatan filmler tanımlanır bununla. Bizim için dağ, bayır, çayır Berlin’di. O anlamda burası da bir cangıl ve Urban Guerillas bu ruh halini yakalıyor, yani bir “Memleket Filmi”. Oturmuş bu kavramı tersine başaşağı çevirdik yani. Parasız film çekilmiyor ama, büyük başın derdi de büyük oluyor. Bütçe yüksekse, sorun da çok. Bütçeniz düşükse görece rahat kafanız. Aslında sorun sektöre ait bir şey. Dayatılan çekmeceleri reddetmeye hazırsanız, kafanız da açık oluyor. Burada Türk, Türkiye’de yurtdışında yaşayan Türk yönetmen deyip hemen bir yerlere sokuşturuyorlar. Nuri Bilge Ceyla’nın sinemasını çok beğeniyorum örneğin. Burada da filmlerini sevdiğim Türkiye kökenli yönetmenler var. Ama Francis Ford Coppola’yı da seviyorum... Almanya’da kült yazar haline gelen Feridun Zaimoğlu’nun yazdığı bir oyunu sahnelediniz. Aniden oldu sanki. Hayır, Feridun Zaimoğlu’nu on yıldır tanıyorum. Hep birlikte çalışmak istemişimdir. Berlin’de yapılan Beyond Belonging Migration2 Festivali kapsamında Kara Bakireler adlı oyununu sahnelemem için teklif gelince, okumadan evet dedim. Zaimoğlu’nun genç Müslüman kadınlarla yaptığı röportajlardan oluşan monologlar çok sert bir dünyayı anlatıyor. 11 Eylül saldırılarından beri dünyanın içine düştüğü durumu düşünün AMATÖRLERPROFESYONELLER... Almanya’da yaşayan bir yönetmen olarak teklif size nasıl geldi? Yapımcılar filmlerimi seyretmişler ve benimle birlikte çalışmak istediklerini söylediler. Ben de senaryoyu okuyunca hemen evet dedim. Çünkü gerçekten oldukça akıllıca örülmüş bir hikâyeydi. Tabii diğer yandan düşünmedim de değil, çünkü geniş sinema kitlesi için kolay bir film değil, ama bu noktada yapımcıların bir vizyonu olduğuna inanıyorum. Böylesi bir filme para yatırıp risk almak cesaret gerektiren bir şey. Bu da beni etkiledi açıkçası. Metin Akpınar, Haluk Bilgiler gibi yıldızlarla çalıştınız. Zor olmadı mı? Urban Guerillas’da örneğin amatör oyuncularla çalıştım. Bu bence daha zor. Sürekli ne yapmaları gerektiğini söylüyorsunuz. Oysa Metin Akpınar ya da Haluk Bilginer gibi oyuncular profesyonel. Bu benim için bir zorluk değil, tam tersine bir kolaylıktı. Sete geldikleri zaman bir planları var ve ona göre çalışıyorlar. Filmin alışılmış senaryo örgüsünün dışında izleyiciyi zorlayan matematiksel bir kurgusu var. Doğru, tek bir mekânda zamanla oynuyorsunuz. Filmi kendime bir meydan okuma olarak gördüm. Türkiye sinemasında eşine az rastlanır bir öykü dokusu var. Filmi çok önceden kafamda bitirmek zorunda kaldım. Filmde geçen 15 dakika içinde onca insanın hikâyesini birbirine paralel anlatmak için bunu yapmak zorundaydım. Bu da beni çok cezbetti açıkçası. Altı üstü tek bir lokma, Almanya’da gösterime giren “Urban Guerillas” filminden görüntüler... ama öyle kolay yutulur bir lokma değil film. Babam ve Oğlum herkesi ağlattı, Organize İşler ise güldürmüştü. Kısık Ateşte 15 Dakika ise biraz düşündürecek. O kadar da olsun artık. Kaldı ki Türkiye’deki sinema seyircisinin böylesi filmlere çoktan hazır olduğunu düşünüyorum. BENİ İLGİLENDİREN ÖYKÜLER... Film vizyona girmeden oyuncular ve yapımcıların basında çıkan demeçleri çekimlerin çok zor geçtiğini gösteriyordu... Böyle bir film yapıyorsanız ve herkes bir şekilde emeğiyle bunun içinde yer alıyorsa, kendinde de söz söyleme hakkı görüyor. Bu doğal, ama notu seyirci veriyor. Yaptığım filmden çok emin olsam da, eğer seyirci beğenmezse, bir yerlerde bir hata yaptığımı düşünüyorum. Eğer seyirci mutluysa, ben de mutluyum. Eğer mutlu değilse, o zaman yarı yolda bir yerlerde hata yaptım demektir. Bu salt seyirciye dönük film yaptığım anlamına gelmesin. Sonuçta beni ilgilendiren öyküleri çekiyorum ve bu ilk etapta kendi kararım, kendi beğenim, ama sonra derdimi başkalarına da anlatmak istiyorum. Sonuçta filmler seyirci için yapılıyor, ister yüz kişi izlesin, ister bir milyon. Bunu bir kıstas olarak almak zorundasınız. Sürtüş CUMHURİYET 09 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle