02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 28 MAYIS 2006 / SAYI 1053 Biyoteknoloji devrimi geliyor Tarım, çevre, sağlık ve gıda... Türkiye’nin gündemine olumsuz haberlerle taşınan dört temel alan. Geçen yıl kurulan BAGEM (Bilim Araştırma ve Geliştirme Merkezi) çatısı altında buluşan gençler, “Türkiye sanayi devrimini kaçırdı, bilişim devriminin tüketicisi oldu. Biyoteknoloji devrimi hızla geliyor. Bu öyle bir adım ki, dini, felsefeyi, politikayı da etkileyecek. Türkiye bu süreci kaçırmasın istiyoruz” diyorlar. BAGEM, biyoteknolojiye dair gelişmeleri komplo teorilerine kurban etmemek ve sanayi, akademi ve kamunun işbirliğini sağlamak için Sabancı Üniversitesi’yle birlikte “Biyoteknoloji Yüzyılı ve Türkiye Kongresi”ni organize ediyor. 34 Haziran’da Sabancı Üniversitesi’nde yapılacak kongre öncesi, bu dört alanda çalışma yapan gençlerle, biyoteknolojiyi ve isteklerini konuştuk... Röportaj: Özgür Erbaş / Fotoğraf: Uğur Demir EMRULLAH GÖKHAN 1981 Muş doğumlu. Ankara Hasanoğlan Anadolu Öğretmen Lisesi’ni bitirdi. Lüebeck Üniversitesi Mikrobiyoloji ve Genetik Bölümü'nden okul ikincisi olarak mezun oldu. Şimdi bu okulda yüksek lisans yapıyor. BAGEM’in koordinatörü ve AB Tarım Müzakerecisi. Muş’ta ilkokulu düşünürken, bugünlerin hayalini kuruyor muydunuz? Okula, 90’ların başlarında, terörün en yoğun olduğu dönemde başladım. Sessiz, sakin, gariban bir tip olduğumu söylerler, ama ben pek gariban olduğumu söyleyemem. İlkokulda çok yaramazdım, ama derslerim de çok iyiydi. Özellikle ilkokul öğretmenime çok şey borçluyum. Bilim alanında bu ülkede bir şeyler yapılması gerektiğini o, kafamıza soktu. Bilime olan merakınızı bir adım öteye nasıl taşıdınız? Garip bir hastalıkla... Bende afiş okuma hastalığı var. Hayatımı değiştiren de bu oldu. Orta birinci sınıftayken, Bilim ve Teknik Dergisi'nin bir afişini gördüm. TÜBİTAK’ın adını ilk kez orada, 1994 yılında duydum, ne iş yaptıklarını araştırdım. Oturup dokunaklı bir mektup yazdım; günlük gazetelerin bile üç gün sonra geldiğini, klasiklerin bile suç delili sayıldığını yazdım. Sonra bize dergiler, kitaplar gelmeye başladı. Bu gelişme size umut vermiş olsa gerek. Sonrasında neler yaptınız? Benim de iki elim, iki ayağım olduğunu, hatta derslerimin de çok iyi olduğunu düşünerek bir mektup daha yazdım ve yapılan yarışmalar ve projelerden neden haberdar olmadığımızı sordum. TÜBİTAK’ın Matematik Olimpiyatları’na Muş’tan katılan ilk öğrenci oldum. Ortaokul ikinci sınıfta, yaklaşık 400 kişi arasından Türkiye 21’incisi seçildim. Lisede neler yaptınız? Öncelikle çok değerli bir insanla, biyoloji öğretmenimiz Kamil Tayfun Çelik’le tanıştım. Kendi aramızda ona “KTC” derdik, yani “Kaliteli Türk Çocuğu”. Onun yönlendirmeleriyle bilime ve biyoteknolojiye doğru bir eğilim başladı. Yabani antep fıstığından elde edilen reçinenin tıpta kullanımına ilişkin projemiz, üç yıl sonra TÜBİTAK’ta dereceye girdi ve uluslararası hakemli dergilerde bilimsel makale olarak yayımlattık. Bu da bir ilkti. Şimdi hedefim doktorayı bitirirken Nobel almak, ancak tüm başarılarımın bir ayağının Türkiye’de olmasını istiyorum. O yüzden BAGEM’in kuruluşu da tesadüf değil. Tarım alanına gelirsek, durum ne? Şu anda tohumların yüzde 90’ı ithal ediliyor. Ayrıca İsrail’de üretilmiş tohumlar, iki yıl burada denemesi yapıldıktan sonra Tarım Bakanlığı’ndan onay alınıp yurtdışında “Türk tohumu” diye satılıyor. Her yıl nereden baksanız 5 milyar dolarlık bir zarar söz konusu. Ayrıca GMO denilen, genetiği modifiye edilmiş organizmalar, bir ülkenin tarımını bitirir. Bu tohumlar en çok üç yılda toprağı verimsiz hale getiriyor. Biz de şu anda bunları kullanıyoruz. Biyoteknoloji devrimi neler getirecek? Benim iddiam şu; biz ve çocuklarımız, önümüzdeki 25 yılda atalarımızın geçmiş bin yılda yaşadığından bambaşka bir hayat yaşayacağız. YASİN PARILDAR 1985 doğumlu. Sakarya Üniversitesi Bilgisayar Bölümü’nde okuyor. Kongre’nin Genel Sekreteri olan Parıldar’ın ilgi alanı DNA bilgisayarları. Biyoenformatik alanında uzmanlaşmak istiyor. SELCAN GÜNGÖR 1982 doğumlu. Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü’nün ilk mezunlarından. Hayvan hücre kültürleriyle ilgilendi. Lisans tezini, kök hücrelerin farklı koşullarda dondurulması üzerine uygulamalı olarak yaptı. Boğaziçi Üniversitesi'nde Biyomedikal Mühendisliği Bölümü'nde yüksek lisans yapıyor. Bu eğitimi almış biri Türkiye’de nerelerde çalışır? Aldığımız eğitimin asıl amacı, “Bioprocess” yani biyolojik üretim. Biyolojik sistemleri kullanarak, yani biyo kısmını alıp mühendislikle üretim yapmak. Canlılığı kullanarak ortaya yeni bir şey koymak; antibiyotik, şarap, kefir, maya gibi. Amaç, o modeli alıp makine üretmek değil yani? Hayır, değil. Biyomühendislik canlı üretimi demek aslında, yani makinelerle ilgisi yok. Yapay hücre üretimi çalışmaları da sizin alanınıza mı dahil? Evet, doku mühendisliğine giriyor ve benim çalışmak istediğim alan da bu. Doku mühendisliği, sizin kendi organınızı, kendi hücrelerinizden yapmak demek. Bu, organ nakli çalışmaları alanında bir devrim, çünkü riski çok aşağı indiriyor. Son olarak laboratuvarda idrar kesesi yapıldı bildiğim kadarıyla... Evet, transferi de yapıldı ve gayet başarılı sonuç alındı. Büyük umut vaat ediyor ve benim hayalim de Türkiye’de de bu tür şeylerin yapılabilmesi. Altyapının oluşturulması da en büyük beklentimiz. Siz kök hücre alanında çalışıyorsunuz. Dünyadaki son tartışmalar ne? Embriyolarla ilgili tartışmalar var ve bence de etik kurul oluşturulmalı. Çalışmalar yapılsın, ama bunun neye hizmet ettiğini bilmek gerekiyor. AYLİN ÖZTÜRK 1981 doğumlu. İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü’nden mezun, aynı bölümde yüksek lisansa devam ediyor. Yüksek lisansa başlarken hedefiniz neydi? En temel neden araştırmayı sevmem. Gıda konusunda Türkiye’de büyük bir altyapı eksikliği var. Halkın gıda konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyor, örneğin 1 YTL’ye sucuk alınamayacağını insanlar bilmeli. Hem bu alanda çalışma yapmak, hem de halkın bilgilendirilmesine katkıda bulunmak için akademik kariyer yapmak istiyorum. Gıda mühendisliğini isteyerek mi seçtiniz, yoksa sıralamada orası mı tuttu? Aslına bakarsanız isteyerek seçmedim. Bu bölüme dair hiçbir bilgim yoktu. Popüler bir bölüm olduğu için İTÜ'de işletme mühendisliğini istiyordum, ancak puanım yetmedi. Bunun için çok mutluyum. Hem mesleklere dair bilgilendirme hem de rehberlik hizmeti çok yetersiz. Kazanılan okullar sadece dershanelerin reklam yapmasına yarıyor. Şimdi nelerle ilgileniyorsunuz? Et ürünleri üzerine çalışıyorum. Et ürünlerinin raf ömrünü uzatma alanında çalışmalar yapıyorum. Kimyevi yöntemlerle mi? O konuda çok farklı bilgiler dolaşıyor, nedir doğru olanı? Hayır, kimyevi değil. Biz temel olarak en çok on gün olan raf ömrünü katkı maddesi kullanmadan uzatmak için yeni bir teknik geliştirmeye çalışıyoruz. Hayvanlar canlıyken mi başlıyor bu süreç? Hayır, ürün haline geldiği aşamada yapılıyor. Örneğin şnitselin ömrü bir hafta, bu zamanı daha sağlıklı, katkı maddesi içermeyen yöntemlerle 15 güne çıkarmak için çalışıyoruz. Burada temel amaç, sanayi için uygulanabilir olması. Çünkü akademik ya da teorik olarak doğru olan bir bilginin kitaplarda kalmaması lazım. Oysa bugüne kadar akademi daha çok teorik çalışma yapmakla yetindi. Gıda konusu yıllardır haberler ve araştırmalarla gündeme geliyor, ama temel adımlar bir türlü atılamıyor. Sizce en temel boşluk ne? Gıdaların halka en iyi şekilde ulaştırılmasında en büyük etkiye üreticiler sahip, ancak onlar da çok bilinçsiz. Merdiven altı olarak nitelenen üretimin önlenmesi gerekiyor. Pazarda peynir, et ürünlerinin satışının kesinlikle yasaklanmalı. Tabii akademinin çalışmalarının, sanayi ile ilişkilendirilmesi, gereken yasaların da bir an önce çıkması ve uygulanması gerekiyor. Eğitiminizin yurtdışındakiyle farkı var mı? Aslına bakarsanız yok, ama akademik kariyer yapacaksanız doktoraya yurtdışına gitmeniz şart. Çünkü burada doktora yapanlara kadro bir türlü açılmıyor. Öte yandan, işverenler yüksek lisans yapmanızı kabul etmiyor, okul bize olanak yaratmadığı için çalışmak zorundayız. Çözüm, yüksek lisans öğrencilerini kapsayacak burslu projelerden geçiyor bence. ONUR ERCAN 1983 doğumlu. Antalya Yusuf Ziya Fen Lisesi mezunu. İTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü'nü bitirdi, aynı bölümde yüksek lisans yapıyor. Biyoteknoloji üzerine çalışıyor. Bu bölümü seçmenizdeki temel neden neydi? O dönemde, çoğu insan için bilgisayar mühendisliği ya da işletme popülerdi, ama benim için Dolly adlı koyun daha popülerdi. Genetik mühendisliği çok ilgimi çekmişti, gerçi Türkiye'de böyle bir alan yok, ama en yakın bölüm buydu. Dolly hâlâ heyecan veriyor mu? Bu alanda o kadar hızlı gelişme yaşanıyor ki, Dolly gerilerde kaldı denilebilir. Genetik alanındaki çalışmalar, etik tartışmalarla birlikte yürüyor. Tüm bunların yanı sıra ısıya dayanıklı askerler üretildiğine dair komplo teorileri de bol miktarda mevcut. Akademi bu tartışmaların neresinde? O tür dedikoduların ne kadarı doğru bilemem, belki de gizli kapaklı çalışmalar vardır. Etik tartışmaya gelirsek, bence bu her zaman gerekli. Sonuçta bilimsel heyecanın, etikle dengelenmesi tarih boyunca görülmüş. Şu anda hangi konularda çalışıyorsunuz? Çevre biyoteknolojisi üzerine bir çalışma var. Bundan amaç, doğaya kazandırma, dönüşüm... Deniz kirliliğini, kimyasal ürünleri kullanmadan, organizmaları kullanarak önlemek. Bizim müdahalemizle bozulan dengeyi, doğanın kendi mekanizmalarını dışarıdan güçlendirerek yeniden mi kurmaya çalışıyorsunuz? Evet, böyle de söylenebilir. Canlıların kapasitelerini arttırmaya yönelik, daha kontrollü bir çalışma. Türkiye’de aldığınız eğitimin temel aksaklığı ne sizce? Bence en temel sorun, projelerin hayata geçmek için değil, rafa kaldırılacak raporlar olarak hazırlanması. Bu anlamda yurtdışına gitmek, teorik bilginizi sınamaya da yarıyor. Bence sanayinin arge açığını üniversiteler kapatabilirler, ama ne sanayiden böyle bir talep var ne de akademinin bu yönde bir girişimi. CUMHURİYET 08 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle