02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 SERİ KATİLLE BAŞ BAŞA... Deniz Türkali, telaş etmiyor. Oynamak için iyi bir oyunu, oyuncuyu ya da sosyal hali bekliyor. Şu sıralar “Kuklacı” oyununda kendini, mesleğini, şiddeti sorgulayan bir psikiyatrı canlandırıyor. Eşlikçisi Fotoğraf: VEDAT ARIK ise bir seri katil... zi sahneye taşımak istemişti. Benim projem de “Özel Bir Gün”ü oynamaktı. Tuhaf bir rastlantı oldu ve oyunları değişmiş gibi olduk. O geçen yıl “Özel Bir Gün”ü oynadı, biz de “Kuklacı”yı... Ayrıca Zafer Ergin’le ilk kez birlikte oynuyoruz. O da benim gibi her oyunda sıfırdan başlıyormuş gibi oynuyor, bu da beni çok heyecanlandırıyor. Röntgencilik, taciz, baskı, tecavüz... Sanki oyunun bütün gerilimi şiddetin her an ortaya çıkabilme ihtimalinden doğuyor... Kuklacı çok tartışmalı bir oyun. Şiddetin afrodizyak olup olmadığını sorguluyor ve oyunda bir tür afrodizyak gibi de görünüyor. Bunlar çok ince ayrımlar, cinsellik ve şiddet birbirleriyle ilişkili durumlar. Savaştan önce porno filmlerin seyredilmesi gibi, abartılı yanları da var. Bana sorarsanız, ölüme yakın olmak bir tür afrodizyak değil, ama bilinmeyene yönelik merak bu durumu cazip kılıyor. Tıpkı oyunda canlandırdığınız psikiyatrda olduğu gibi... Baskı, psikiyatrın karanlık bir yanını ortaya çıkardı. Doğrusunu isterseniz bu rol, beni en çok zorlayan rollerden biri oldu. Kendi malzememi ona yöneltmek, bir saatte bir kadından başka bir kadına evrilmek epey sancılı bir süreçti. Klişe, ama gerçek; şiddet gördüğünüz zaman, o şiddetin tezahürü de başka türlü bir şiddet oluyor. Üstelik fiziksel bir şiddet olması da gerekmiyor. Baskı altında yaşayan kadınların başvurduğu gibi, bu, pasif agresyon da olabiliyor. Hepimizin karanlık yönleri var. Bu, hayatın akışıyla, zekâyla, duyguyla, kontrolle zaman zaman açığa çıkıyor, zaman zaman bastırılıyor. Zaten varoluşun temeli de, zıtlıkların birliğine dayanmıyor mu? Bir yandan da mesleğinde başarılı bir psikiyatrın, incelediği kişiyle, yani işin pratiğiyle karşılaşınca çuvalladığını görüyoruz... Bu, oyunculuk için de geçerli mi? Özlem Altunok ir psikiyatr ve seri katil beraber bir gece geçirirlerse ne olur? Filmlerden alışık olduğumuz üzere ya seri katil, psikiyatrı öldürür ya da psikiyatr seri katili ikna eder. Oysa bir üçüncü ihtimal hep vardır... Tiyatro söz konusu olunca akla daha çok “tek kişilik oyunların kadını” olarak gelen Deniz Türkali, “Kuklacı” oyununda işte bu üçüncü yolu deniyor, geceyi seri katille geçiren psikiyatrı oynuyor. Rol arkadaşı ise Zafer Ergin. Konusundan da anlaşılacağı gibi gerilimli bir oyun “Kuklacı”, yönetmeni de Hakan Altıner. Şiddeti, önyargıları, baskının doğuracağı halleri sorgulayan oyunu Deniz Türkali’yle konuştuk. Geçen yıl “Kamelyalı Kadın”da oynamıştınız, dört yıl önce de “Zelda”da... Tiyatro mu sizi çağırıyor, siz mi onu? Sahneye çıkmak biraz da kışkırtmakla ilgili. İyi bir oyun, iyi oyuncular, sosyal bir hal beni kışkırtmalı. Nitekim ilk tek kişilik oyunum, 12 Eylül darbesinden hemen sonraydı, ilk konserim de Nisan 80’de... Ayrıca sürekli oynamak gibi bir telaşım da yok. Bugüne kadar az oyun oynadım, ama şikâyetçi değilim. Oynadığım oyunları hep ben seçtim, günahı, vebali bana aittir. Belki, bu biraz da şımarıklık, ama keşke bütün oyuncularda böyle bir hak olsa. “Kuklacı” pek de sizi görmeye alışık olduğumuz oyunlardan değil. Nereden çıktı bu oyunu oynamak? Aslında bu oyunu yıllar önce Hale Soyga B ŞİDDETİN HALLERİ... Zaten sizi daha çok, tek kişilik oyunlarda gördük... Evet, ama artık eskisi kadar değil. En son Zelda’yı oynamıştım. İlk oyunum “İyi Bir Yurttaş Aranıyor”dan bu yana, tek kişilik oyunlar hep tekstle hayatımın örtüştüğü zamanlarda ortaya çıktı. Mesela feminizimle tanıştığım, ilişki kurduğum 1985’te “Kutsal Aile”yi oynadım. “Zelda” da kişisel anlamda paralellikler kurduğum bir anıma denk geldi. Yine oynayacağım, ama ne zaman, nasıl, henüz ben de bilmiyorum. “Kuklacı” birçok kavramın yanı sıra röntgenciliği de ele alıyor. Oyunculuğu da bazen röntgenlenmeye benzetiyor musunuz? Kimi noktalarda benzetilebilir. Röntgencilikteki müstehcen yan, sahneye çıkarken de var. Oyuncu, kendi malzemesini rolüne adapte ederken bir anlamda kendini, gizini ortaya koyar. Elbette karşılıklı bir durum; oyuncu teşhir ederken seyirci de röntgencilik yapıyor. Deniz Türkali’nin “Kuklacı”da rol arkadaşı Zafer Ergin... Başarı tutkusu, çok tuhaf bir tutku. Ben de tutkulu bir insanım, ama iş başarıya gelince, not verme konusunda acımasızım. Şimdiye kadar kendime verdiğim en yüksek not 7. Ayrıca çuvallamak çok da zor değil ve kimi zaman da iyi bir şey. Ben kötü oynadığım ve buna rağmen çok alkışlandığım zaman, utanıyorum, seyirciyi kandırmışım gibi hissediyorum. Beceriksiz olduğunuzu fark ediyorsanız, bu, silkinmenize de bir neden olabilir. Müzik, sinema, tiyatro. Hangisi önde ? Ben oyuncuyum, ama oyuncunun bütün bu disiplinleri taşıması gerekiyor. Hep “Bir şarkıcı için son gereken şey, güzel sestir” derim. Oyuncuyum, onun için de şarkıcıyım. Sinema için “Kameralar beni sevmedi” demişsiniz. Neden böyle düşünüyorsunuz? Doğru, sevmiyor. Çünkü ben kameraların çektiğinden daha güzelim. Gerçi belirli bir yaştan sonra bunun da bir önemi kalmadı, artık rolü, yönetmeni, senaryoyu sevdiğim zaman oynuyorum. Zaten çok teklif alan bir oyuncu da değilim. Bunun yaşlanmakla bir ilgisi var mı? Zaman geçecek ve yaşlanacağım, ama ihtiyarlama potansiyelim olduğunu sanmıyorum. Yaş alsam da, ihtiyarlamayı düşünmüyorum. Çünkü ihtiyarlamak bir tercihtir. Tiyatro Kedi: 0 212 217 69 25 Dans eden resimler Z. Ezgi Altıner Sibel Kasapoğlu’nun ruhu yıllarca dansla şekillenmiş. Resim yapmaya başladığında ise kendini daha da özgür hissetmiş. O “Aklımda ne varsa onu resmediyorum” diyor. Dans ise bir yolunu bulup yine el sallıyor tuvallerinden... S ibel Kasapoğlu, aslında bir dansçı. Şu sıralar İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde koreograflık yapıyor. Resimse hayatına sızan önemli bir uğraş. Tuallerinde dans ederken yıllarca yorduğu, işlediği bedeninin izdüşümleri var. Uçuşan kadın bedenleri, kadına benzettiği İstanbul ve Ayasofya... Sibel Kasapoğlu’nun Galerist’te 8 Şubat’a kadar sürecek olan sergisinin geliri Çağdaş Eğitim Vakfı’na da katkıda bulunacak. Dans, koreograflık ve resim... Bunların hepsi nasıl yan yana geldi? 1975’te konservatuvarı bitirdikten hemen sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde kadroya alındım. Bir yandan da Mimar Sinan Üniversitesi Sahne ve Görüntü Sanatları bölümünde okuyordum. 1992’de dansı bıraktım, şu anda koreograf olarak görev yapıyorum. Belki de dansı bırakmamın zamanı gelmişti, ama örneğin Pina Bausch, kaç yaşında ve hâlâ dans ediyor... Bir yerden sonra size verilen imkânlara kalıyor iş. Ne kadar çalışsanız, hayal etseniz de sizin dışınızda gelişen durumlar oluyor. Bu yüzden plan yapmıyorum artık. Bazı şeyleri hayat kendiliğinden getiriyor. Resme başlamam da böyle oldu... Resim serüveniniz Mehmet Güleryüz’le başlıyor... Bundan bahseder misiniz? Aslında öncesinde Fahir Aksoy resim yapmam için beni hep itekliyordu. Boyalarımı hırsla hazırladım, ama dansta aktif olduğum bir dönem olduğu için resme bir türlü sıra gelmedi. Bir gün, Mehmet Güleryüz ile yolda karşılaştık, ardından aynı hafta Yusuf Taktak’ı gördüm... İnsanlar sanki ağız birliği etmişçesine resim yapmam için beni cesaretlendiriyordu. Ben de daha fazla oyalanmamaya karar verdim ve BİLSAK’ta Mehmet Güleryüz’le çalışmaya başladım. Daha sonra da Atölye 83’ü kurdunuz... Bir süre sonra yalnız kalmak ve başlamak için kendime ait bir yerim olsun istedim. 2000’de Banu Tahran’la bir yer bulduk. 83, dükkânın numarasıydı, öylece de kaldı. İleride Atölye 83’ü galeriye dönüştürmeyi de düşünüyoruz. Sizi resim yapmaya iten duyguyu dansla kıyaslarsak... İki farklı dilde konuşuyorum, ikisi de gerçek ve benim içimden çıkıyor. O kadar iç içeler ki, dans ederken resimlere zemin hazırlamışım, resim yaparken de dans bir yolunu bulup el sallamış bir yerden. Dans nereden el sallıyor bize resimlerinizde? Yıllarca bedenimi işledim, yordum, onunla öğrendim. Bu yüzden resimlerimde de kadın bedeni var. Dans ederkenki bir anlık duruşu, hareketi, dönüşü... Bir de İstanbul var... Evet, bu sergi de İstanbul da yoğun. Gri ve maviyi çok kullanıyorum ve bu renkler bana İstanbul’u anlatıyor. Ayrıca hatları ve hissettirdikleriyle de İstanbul’un dişi bir şehir olduğunu düşünüyorum. Bir de Ayasofya var. Ona karşı ise tuhaf bir sevgi besliyorum, rüyalarımda görüyorum... Çoğunlukla dansı düşünerek mi resim yapıyorsunuz? Ne hissediyorsam, aklımdan ne geçiyorsa, onu resmediyorum. Hiçbir zaman sokakta yürürken ya da dururken bir dansçı gibi davranmadım. Bir şey hayatınız oluverince ondan uzaklaşmak istiyorsunuz zaten. Resim de dışarıda gezmek istiyor. Ben de onunla macera arıyor, yeni yollar görmek istiyorum. Yine de ne yaparsam yapayım dans eder gibi bir kadın beliriyor resimlerimde ve bu kadın, kimi zaman İstanbul’u kucaklıyor, kimi zaman İstanbul’dan doğuyor... Peki, resim ve dansın bir araya geldiği bir projeniz var mı? Bir dansçının, bedeniyle bir tuvali boyaması gibi bir şeyler canlanıyor kafamda. Çünkü resim yaparken dans ve müzik hep aklımda oluyor. Galeri Artist Çukurcuma: 251 91 63 CUMHURİYET 05 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle