Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 19 ŞUBAT 2006 / SAYI 1039 AB’YE DAMSIZ GİRİLMEZ! Özlem Altunok M uhsin Omurca Bursa doğumlu. Ankara’da Astronomi okurken Almanya’ya gidiyor, çeşitli Alman gazetelerinde karikatüristlik yapıyor, yine de daha çok başarılı bir kabareci olarak nam salıyor, ama o gidip Barcelona’da yaşıyor... Durum biraz karışık gibi görünse de Muhsin Omurca’nın açıklaması hem kısa hem de alçakgönüllü: Üzerime meteor taşı gibi şans yağdı! 1979’dan beri Almanya’da yaşayan Muhsin Omurca Almanya’daki ilk Türk kabaresi KnobiBonbon’un kurucularından. 10 yıldır tek başına pek çok oyun yazıp sahneye taşıyan Omurca, oyunlarını TürkAlman ilişkileri, kimlikler, uyum sorunu, kültürel farklılıklar üzerine temellendiriyor. “Yüzyılın Düğünü” olarak tanımladığı son oyunu “AB’ye Damsız Girilmez” gösterisiyle geçen hafta İstanbul’a gelen Omurca’yla ilk kez Türkçe sahnelediği oyununu ve mizahı konuştuk. Neden Türkiye’de bir gösteri yapmak için bu kadar beklediniz? Türkiye’de en az 1015 kez sahneye çıkmışımdır, ama “AB’ye Damsız Girilmez” Türkçe oynadığım ilk oyun. Oyunlarım daha çok Almanya’da yaşayan Türklerin Almanlarla ilişkileri üzerine. Yeni oyunun konusunun hem Avrupa hem de Türkiye’yle ilgili olması, burayı da ilgilendirmesi Türkçe oynamamda etkili oldu. Bir de iki yıllık araştırma sürecinde iki tarafın da röntgen filmini çekmiş oldum ve biraz da buradaki tepkileri merak ettim. Oyunda kendinizden yola çıkarak, bir erkek gözüyle Türkiye’nin AB’yle ilişkisini görücü usulü bir evliliğe benzetiyorsunuz. Bir de “AB’ye Damsız Girilmez” diyerek kadınlara dikkat çekiyorsunuz. AB, Türkiye’de kadın olmak, evlilik... Bunlar nasıl yan yana geldi? Oyunu yazdıkça ana hatların kültür farklılığında odaklandığını fark ettim. Bir tarafta 40 yıldır bir evliliğe hazırlanan, kendi kendine gelin güvey olan, çeyiz düzen Türkiye, diğer tarafta burayı çok iyi tanıdığını, bildiğini sanan bir Avrupa var. İki cemiyet birbiriyle evlenmeye çalışıyor, ama biz eşiyle neredeyse zifaf gecesi tanışan bir milletiz. Avrupa’da ise doya doya tükettikten, ya şadıktan sonra evlenmek istiyorlar. Olaya şöyle bir yukarıdan bakarsak AB senaryosunu da onların yazdığı apaçık, oysa biz erkek milletiz ya, damat rolünü kendimize yakıştırıyoruz... Oyun boyunca bir müktesebatı madde madde açıklamadığınız kaldı... Bu kadar bilgiyi kabarenin içine yerleştirip hem de mizah yapmak zor değil mi? Öyle ya, buradaki AB’yle ilgili tartışmalar hep duygusal boyutta. AB gurur meselesi, umut kapısı yapılıyor. Ne vaziyetten, ne ekonomiden, ne koşullardan bahsediliyor. Tartışma olmayınca da duruma sadece duygusallık egemen oluyor. Türkiye’de “olmuş”, Almanya’da ünlenmiş, Barcelona’da yaşayan bir kabareci Muhsin Omurca. Oyunlarında Türkiye’nin ve Avrupa’nın röntgen filmini çekmeye çalıştığını söylüyor. Son örneği de İstanbul’da ilk kez Türkçe sahnelediği “AB’ye Damsız Girilmez” gösterisi. ceraya açıktım. Bütün sermayem ağabeyimin evlenmek için biriktirdiği para, burada çizdiğim karikatürler ve Çetin Altan’ın o zamanlar yasaklı olan kitabı “Bir Avuç Gökyüzü”ydü... Zorlandınız mı başlangıçta? Aslında şansım çok yaver gitti. Küçücük bir kent olan Ulm’de Almanca öğrenmeye başladım. 450 bin tirajlı Südwest Presse gazetesinin merkezi Ulm’deydi. Bir gün TV’de savaşa karşı uluslararası bir sergi düzenleneceğini öğrenince karikatürlerimi götürdüm ve benim karikatürler Almanya’yı temsil etmek üzere sergiye dahil oldu. Derken çizimlerim Südwest Presse’de yayımlanmaya başladı, 12 sene boyunca orada karikatürist olarak çalıştım. cusunuz, nerede eğitim aldınız?” Üstüne bir de bizi turnede yanına almasın mı! Şimdi Alman ansiklopedilerinde ismimiz geçiyor... Bunda hem çizip hem oynamanızın da etkisi var mı? Kabare geçmişi oldukça sağlam bir ülkede başarıyı yakalamanızda neler etkili? Bu daha çok oradaki kabare geleneğiyle ilgili. Almanya’da aşağı yukarı 550 kabareci var, Türkiye’de ise 10 kişi çıkmaz. Burada herkes mizah kültürümüz çok derin diye gururlanıp duruyor, ama çeşitlilik yok. Sürekli bir çıtadan bahsediliyor burada, Cem Yılmaz çıtası. Orada 550 çıta var, herkes çıta koyuyor, kendi kulvarını daha ileri taşıyor. Tabii ki iki boyutu, üç boyuta taşıyorsanız, hele hele yazdıklarınızı kendiniz oynuyorsanız, bu harika. Bir oyunumda çizdiğim karikatürleri perdeye yansıtarak tamamlayıcı olarak kullanmıştım. Bu da kabarede bir ilkti ve çok beğenildi. Politik mizah yapan biri olarak Türkiye’deki ortamı nasıl buluyorsunuz? Eskiden sık sık uçağa atlayıp oyun izlemeye gelirdim. Mesela Devekuşu Kabare, Ferhan Şensoy çok iyiydi. 90 başlarında “Soyut Padişah”a zor bilet bulmuştum. Şimdi yapılan esprilere dikkat ediyorum, oyunlara gidiyorum, standup’çılara bakıyorum ya küfür var, ya basit espriler, herkes her şeye gülüyor. Espri anlayışımız buysa, halimiz çok kötü. Bunda da darbelerin, depolitizasyonun, eskiyle, gelenekle bağların koparılmasının etkisi var. Şimdi yeni nesil yepyeni bir mizah yaratmak zorunda kalmış gibi görünüyor. Fotoğraflar: UĞUR DEMİR İki tarafa da mesafeli olmayı nasıl başardınız? Almanya’ya gittiğimde 20 yaşında, olmuş bir armuttum. Bu yüzden hem oradan buraya, hem de buradan oraya mesafeli bakabiliyorum. Bir de burada yaşayan bir insandan daha az bilgili değilim Türkiye hakkında. Barcelona’da ya da nerede olursam olayım, güne internetten yerli ve yabancı gazeteleri okuyarak başlıyorum. Barcelona’da mı yaşıyorsunuz? Bir süredir Barcelona’dayım, çünkü orada özlediğim İstanbul ve Avrupa’nın karışımını buldum. Almanya’ya ise 79’da, herkes gibi, buradaki kaotik ortamdan kaçmak için gitmiştim. Ankara’da Astronomi okuyordum diyemeyeceğim, çünkü okumuyorduk, okula gidip dayak yiyorduk. Almanya’ya da hayatta kalmak içi gittim, okumak için değil. Zaten yaş itibarıyla ma ÇITALAR VE ÇEŞİTLİLİK... Peki kabarecilikle nasıl tanıştınız? Yine şans... Şinasi Dikmen hastabakıcılık yapıyor, ben bir depoda çalışıyordum. Aynı kentte mizahla ilgilenen iki Türk... Ortak bir arkadaşımız bizi tanıştırdı ve kısa bir süre sonra beraber kabare kurmaya karar verdik. Oyunları Şinasi ile beraber yazacaktık, o ve başka bir oyuncu arkadaş da oynayacaktı. Oyunun prömiyerine iki hafta kala diğer arkadaş oynamaktan vazgeçince iş başa düştü. O sıralarda Almanya’nın kabare duayeni Dieter Hildebrandt, Ulm’e geldi. Meteor taşı gibi şans işte.. Davet ettik, oyuna geldi, arkasında da kalabalık bir basın grubu... Bir kereliğine çıkarım diyordum, bir meteor taşı daha, Hildebrandt bana demez mi; “Harika bir oyun Ekran bağımlılığı Esra Açıkgöz u yüzyılı tek kelimeyle özetlemek mümkün olsaydı, bu kelime büyük ihtimal ekran olacaktı. Nimetleri, eğlenceyle, bilgiyle, iletişimle, yani büyük tanımlarla anlatılsa da bütün bunların arkasında bir tehlike saklı, özellikle de çocuklar için. Okuldan geldikten sonra ellerini bile yıkamadan bilgisayar başına çöken ya da televizyon karşısına geçen, 10 yaşında cep telefonu isteyen çocuklardan söz ediyoruz. Bu yeni bir bağımlılık türü; ekran bağımlılığı. Çocuklar, ekranlara doğuyor, ekranlarla büyüyor. Bu durum da en çok aileleri korkutuyor. Uzmanlara göre, teknolojinin yararı ile kararı arasında nasıl bir denge kuracaklarını düşünen ailelerin yapacağı en önemli şey model oluşturmak. Meru Yönetim Danışmanlık ve Eğitim Hizmetleri’nin kurucusu eğitimci Solmaz Havuz’a göre ekran bağımlılığı günümüzün önemli sorunlarından biri. Yaşantılara hızla giren ve yaşamı kolaylaştırdığı kadar, sorunlar ve engeller getiren ekranla kurulan ilişki, özellikle de annebabaların baş etmekte güçlük çektiği bir sorun. Peki nedir ekran bağımlılığı? Ekranla nasıl bir ilişki kurulmalı? Ekran dost mu, düşman mı? Bu ve daha pek çok sorunun yanıtlarını eğitimci Solmaz Havuz verdi. Nedir ekran bağımlılığı? Ekran ilişkilerimizi etkiliyorsa, çevremize olan ilgimiz azaldıysa, sosyal faaliyetlerimiz eskiye oranla daha az ise, karşısında sınırsız zaman geçiriyorsak, bu nedenle yorgunluk ve uykusuz kalıyorsak ekran bağımlılığından söz edebiliriz. Burada önemli olan kişinin yaşını, işini, ekran kullanma nedenini ve bunlar gibi başka noktaları gözden kaçırmamak. Ekran bağımlığının çok etkilediği bir yaş grubu var mı? Her yaşı etkileyebilir, ancak çocukların ve gençlerin ekran dünyasına doğduğu unutulmamalı. O yüzden bu grubun yaşantısında internet ve cep telefonları çok daha etkili. Dediğiniz gibi artık ekranlara doğan bir nesilden söz ediliyor. Siz de çalışmalarınızda ekranın dostluğu ya da düşmanlığı üzerinde duruyorsunuz. Ulaştığınız sonuç ne, ekran dost mu düşman mı? Bu, nasıl kullandığınıza bağlı. Mesela, iletişim için cep B telefonlarından mesaj yolluyoruz. Bayram, yeni yıl ve önemli gün kutlamalarını, tebriklerini mesaj çekerek yapıyoruz. Bu karşımızdaki kişi ile iletişim kurmanın da bir yolu, bu anlamda dost, ancak iletişim kurmanın tek yolu olarak kullanılıyorsa düşmanlığa dönüşebilir. Çünkü becerilerimizi geliştirmemize izin vermez. En önemli nokta ekran bize hizmet etmeli, biz ekranın esiri olmamalıyız. Ayrıca kontrollü kullanmak önemli. Ekranın kişinin öğrenmesine ve gelişmesine katkıda bulunması gerekir. Ekran bağımlılığının insanların ruhsal ve bedensel sağlığı üzerindeki etkisi nedir? Ekran karşısında uzun süre oturmak, gözlerimizi sürekli ekrana dikmek, özellikle bilgisayar ve internet kullanımında klavye ve farenin kullanımı (tekrarlanan hareketler) bedenimizde çeşitli sağlık sorunlarını beraberinde getiriyor. Gözlerde yanma, boyunda ağrı ve tutulma, el bileğinde bozulmalar, aynı zamanda uyku saatlerinin azalması, aile ilişkilerinde zorluklar yaşanabilir. Çocukları ekranların tehlikelerinden koruyabilmek için neler yapılabilir? Aileler, çocuklarını ekranın tehlikelerinden korumak için yasaklama yoluna gidiyorlar. Bu davranış karşısında çocuklar ya annebabalarına karşı çıkıyor ya da sessiz kalıp ellerine ilk geçen fırsatta daha çok ekrana düşkün oluyorlar. Aileler için şunları önerebilirim; yasaklamak yeri ne sınır koysun, çocuklarının arkadaşlık ilişkilerini desteklesin, onları spora yönlendirsin, onlara sorumluluk versinler. Çocuğun ekran başında kalması yaşamını etkiliyorsa, ailelerin yaklaşımını dört basamakta özetlemek mümkün: çocuklarını gözlemlemekizlemek, sorunu belirlemek, çözüm üretmek ve takip etmek. Bunları yaparken model olmayı unutmasınlar. Annebaba olarak 5 saat televizyonun başında oturuyorsak, çocuğumuzun da 5 saat internet başında oturması mümkün ya da televizyondaki programlarda seçici davranmıyorsak, çocuğumuzda bunu öğrenebilir ve yaşantısına yansıtır. Başka önemli nokta da, özellikle internetin ve cep telefonlarının yasal boyutu. Aileler çocuklarını özellikle email ve cep telefonlarına gelen pornografik resimleri bulundurmanın ve iletişim araçlarından yapılan hakaretlerin veya tehditlerin de suç teşkil ettiği konusunda, bilgilendirmeli. Ekran ister bilgisayarda olsun, ister televizyonda ya da telefonda tehlike aynı, ekran bağımlılığı. En büyük risk grubu ise çocuklar. Peki nedir ekran bağımlılığı? Ekranla nasıl bir ilişki kurulmalı? Ekran dost mu, düşman mı? İşte yanıtlar... CUMHURİYET 04 CMYK